Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə30/55
tarix26.03.2018
ölçüsü2,72 Mb.
#34420
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   55

"Ne on yeter, ne yirmi, ne de yüz," dedi Rudolf. Jack'in yüzüne onu çok korkutan bir hüzünle bakıyordu. Wolf la ikisinin nasıl bir açmaza sıkıştığını anlamasına asıl bu bakış yol açtı. "Evet, böyle şeyleri daha önce de yaptım. Bazen beş dolara. Bazen de, ister inan ister inanma ama, bedava bile yaptım. Ferdie Janklow için de bedava yapardım. İyi çocuktu. Bu ito-ğullan..."

Rudolf su ve deterjandan kızarmış yumruğunu havaya kaldırıp yeşil fayans duvara doğru salladı. O sırada Morton'un bakmakta olduğunu gördü, ona ateş saçan bakışlarını dikip korkutmaya çalıştı, Morton hemen gözlerini kaçırdı.

"O halde neden hayır diyorsun?" diye sordu Jack umutsuzluk içinde. "Çünkü korkuyorum, budala," dedi Rudolf.

"Ne demek istiyorsun? İlk geldiğim gece Sonny sana çıkışmaya başladığında..."

"Singer!" Rudolf bir elini tiksinmiş gibi havada salladı. "Ben Singer'-den korkmam. Bast'tan da, ne kadar iri olursa olsun, yine korkmam. Benim asıl korktuğum o!" "Gardener mi?"

"O cehennemden gelme bir zebani, bir şeytan," dedi Rudolf. Bir kararsızlık geçirdi, sonra ekledi. "Bak, hiç kimseye söylemediğim bir şey söyleyeyim sana. Bir seferinde bana haftalık zarfımı vermekte geç kalmıştı. Odasına gittim. Genellikle gitmem. Oraya gitmekten hoşlanmam. Ama bu sefer mecbur kaldım... görmem şarttı adamı. Paraya acele ihtiyacım vardı, anlıyorsun ya? Koridorda yürüyordu. Odasına girdi. Yani orada olduğunu kesinlikle biliyordum. Gidip kapısını vurdum, kapı kendiliğinden açıldı. Kilitlenmemişti. Ne görsem beğenirsin? Adam içerde yoktu."

Rudolf un sesi daha da hafiflemişti. Sonunda Jack aşçının dediklerini makinenin gürültüsü arasında zorlukla duyar hale gelmişti. Ayrıca adamın gözleri korkulu rüya görmüş çocukların gözü gibi açılmıştı.

"Belki kayıt stüdyosundadır dedim ama yoktu. Kiliseye de geçmemişti çünkü orayla arada kapı yoktu. Odasından dışarıya açılan bir kapı vardır. O dar içerden kilitlenmiş ve; sürgülenmiş durumdaydı. Nereye gitmişti o halde, ha? Nereye gitmişti?"

Cevabı çok iyrbilen Jack, Rudolf a donmuş gibi bakıyordu. "Bence adam cehennemden gelme bir şeytan. Herhalde esrarengiz bir asansöre binip yer altına, merkeze indi," dedi Rudolf. "Sana yardım etmek isterdim ama, yapamam. Sunlight denen herife kalleşlik etmemi sağlayacak kadar para Fort Knox'da bile yoktur. Artık git buradan. Belki yokluğunu henüz farketmemişlerdir."

Ama etmişlerdi tabii. Jack iki yana sallanan kapıdan çıkarken Warwick arkasından yanaştı, kenetlediği iki eliyle Jack'in sırtının ortasına vurdu. Jack boş yemekhanede yere devrilirken Casey hiç yoktan ortaya çıktı, ayağını uzatıp çelme taktı. Jack duramadı. Çelmeye takıldı, ayaklan havalandı, sandalyelerin arasına devrildi. Utanç ve öfke gözyaşlannı engellemeye çalışarak ayağa kalktı.

Casey, 'Tabaklarını amma yavaş bırakıyorsun mutfağa, kenef surat," dedi Casey. "Bir yerine bir şey olur sonra."

Warwick sınttı. "Öyle. Şimdi yukan çık. Kamyonlar kalkacak... bekliyorlar."


4

Ertesi sabah dörtte yine uyandırılıp Sunlight Gardener'in bodrum odasına götürüldü.

Gardener okumakta olduğu İncil'den başını kaldırdı, onu karşısında görünce şaşırmış gibi yaptı.

"İtiraf etmeye hazır mısın, Jack Parker?"

"Benim itiraf edilecek..."

Yine çakmak çıktı. Alev burnunun üç santim ilerisinde dansetmeye başladı.

"İtiraf et. Nerede karşılaştık?" Alev daha da yaklaştı. "Ağzından alacağım, Jack. Nerede? Nerede?"

"Saturn'da!" diye bağırdı Jack. Aklına bir tek bu gelmişti. "Uranus'ta! Merkür'de! Asteroid'lerin birinde! İo'da! Ganymede'de! Dei..."

Acı bu sefer olanca gücüyle karnının alt kısmında patladı. Hector Bast sağlam eliyle Jack'in bacaklarının araşma uzanmış, husyelerini sıkmıştı.

"İşte," diye neşeyle güldü Heck Bast. "Olacağı buydu, espri kumkuması!"

Jack hıçkırarak yere yığıldı.

Sunlight Gardener yavaşça eğildi. Yüzü sabır yansıtıyordu. Hatlan pek güzelleşmişti. "Gelecek sefer buraya arkadaşım getireceğiz," dedi yumuşacık sesiyle. "O olunca tereddüt de etmem. Bunu bir düşün, Jack. Yarın geceye kadar,"

Jack yarın gece Wolf la ikisinin burada bulunmaması gerektiğinde kararlıydı. Eğer tek gidebilecekleri yer Diyar'sa, Diyar olsun bakalım, diye düşünüyordu.

...geçişi yapabilirse tabii.

Bölüm: 25

JACK'LE WOLF CEHENNEME GİDİYORLAR


1

Geçişi alt kattan yapmak zorundaydılar. Jack geçip geçemeyeceklerini düşünmekten çok bunu düşünüyordu. Odadayken yapmak daha kolay olurdu ama, Wolf la paylaştıkları o sefil kovuk üçüncü kattaydı. Yerden onsekiz metre yüksekti. Jack Diyar coğrafyasını ve topografyasını bilmediğinden, Indiana'mn karşıtının ne durumda olduğunu da bilemezdi. Bu konuda riske girmeyi göze almayacaktı. Bir yerden düşerlerse kafalanm kırarlardı sonra.

"Ne yapacaklarını Wolf a anlattı.

"Anladın mı?"

"Evet," dedi Wolf hevessiz bir sesle.

"Yine de tekrarla bana."

"Kahvaltıdan sonra salonun karşısındaki tuvaletlere gideceğim. Birincisine gireceğim. Kimse gittiğimi farketmezse, sen de gelip gireceksin. Oradan Diyar'a geçeceğiz. Tamam mı, Jacky?"

'Tamam," dedi Jack. Elini Wolf un omzuna dayayıp sıktı. Wolf hafif gülümsedi. Jack bir kararsızlık geçirdi, sonra, "Seni bu işe soktuğum için üzgünüm," dedi. "Hepsi benim suçum."

"Değil, Jack," dedi Wolf anlayışla. "Bunu deneriz. Belki..." Wolfun gözlerinde ufacık bir umut panldar gibi oldu.

"Evet," dedi Jack. "Belki."


2

Jack kahvaltı edemeyecek kadar korkuyordu. Çok da heyecanlıydı. Ama yemezse dikkati çekmekten de çekiniyordu. Yumurtaları, talaş tadın-daki patatesleri zorla yuttu, hattâ tabağındaki bir parça beykını bile yedi.

Hava açıyordu. Gece don vardı. Uzak Tarla'daki taşlar katılaşmış plastik gibi yapışmış olacaktı herhalde yere.

Tabaklar mutfağa taşındı.

Sonny Singer, Hector Bast ve Andy Warwick günlük programları alırken çocukların büyük salona girmesine izin vardı.

Yayılıp oturdular, boş boş baktılar. Pedersen'in elinde, Gardener kuruluşunun yayınladığı bir derginin yeni sayısı vardı. İsa'nın Güneş Işığı. Sayfalarını tembel tembel çeviriyor, ikide bir başını kaldırıp çocukları süzüyordu.

Wolf soru soran bakışlarını Jack'e çevirdi, Jack başım salladı. Wolf kalktı, salondan çıktı. Pedersen başını kaldırıp baktı, Wolfun holden geçip karşıdaki tuvaletlere girdiğini gördü, tekrar başını dergiye eğdi.

Jack içinden altmışa kadar saydı, bir kere daha saymak için kendini zorladı. Ömrünün en uzun iki dadikasını yaşadı. Sonny'yla Hector gelip milleti kamyonlara götürecek diye ödü kopuyordu. Ondan önce kendini tuvalete atmak zorundaydı. Ama Pedersen aptal değildi. Jack eğer Wolfun hemen peşinden giderse Pedersen bir şeylerden kuşkulanırdı.

Sonunda Jack ayağa kalktı, kapıya yöneldi. Kapı ne kadar da uzaktaydı! Ayakları da ağırlaşmış gibiydi. Yürüyor yürüyor, kapı bir türlü yaklaşmıyordu. Bir seraptı sanki.

Pedersen başını kaldırdı. "Nereye gidiyorsun, kenef surat?"

'Tuvalete," dedi Jack. Dili kupkuruydu. Korkunca insanların ağzının kuruduğunu duymuştu ama dil kuruması?

"Neredeyse gelirler," diye başını pencereye doğru salladı Pedersen, "Kendini tut da Uzak Tarla'da yaparsın."

"Büyük işim var," diye sızlandı Jack.

"Tabii... belki de koca arkadaşınla oynaşmak istiyorsunuzdur orada. Neşelenmek için. Dön, otur yerine."

"Git o halde," dedi Pedersen Jcızarak. "Orada durup ne sızlanıyorsun"

Tekrar dergisine döndü. Jack holu geçti, tuvaletler bölümüne adımını attı.


3

Wolf yanlış tuvalete girmişti. Ortalardaki birine. Kapının altından gözüken o koca postallar başkasının olamazdı. Jack kapıyı itti. İçerisi ikisine pek ufaktı. Wolfun o güçlü hayvan kokusu da müthişti.

"Pekâlâ," dedi Jack. "Şimdi deneyelim."

"Jack, korkuyorum."

Jack sinirli sinirli güldü. "Ben de korkuyorum."

"Ama biz nasıl.."

"Bilmiyorum. Elini ver bana." Bu iyi bir başlangıçtı herhalde.

Wolf kıllı ellerini (hemen hemen pençe denebilirdi artık o ellere) Jack'in avucuna uzattı, Jack o ellerden kendisine doğru esrarengiz bir gücün aktığını hissetti. Wolfun gücü tükenmemişti demek henüz. Yalnızca yeraltına girmişti. Kaynak sularının sıcak havalarda bazen yaptığı gibi.

Jack gözlerini yumdu. "Dönmek iste," dedi. "Dönmek iste, Wolf. Yardım et bana!"

"İstiyorum," diye soludu Wolf. "Elimden gelirse yaparım! Wolf!"

"Hemen."

"Hemen."


Jack, Wolfun ellerini daha sıkı kavradı. Burnuna Lizol kokusu geliyordu. Bir yerlerden geçen bir arabanın sesi duyuluyordu. Bir telefon çaldı. Jack içinden, sihirli suyu içiyorum, diye düşündü. Zihnimde içiyorum onu... hemen. İçiyorum. Kokusunu alıyorum. Mosmor, yoğun ve taze... Tadı ağzımda. İşte boğazımdan geçiyor...

O tad ağzını ve boğazım doldurdu, dünya altlarında sallandı, Wolf, "Jack, oluyor!" diye bağırdı.

Bu ses Jacky'nin konsantrasyonunu sarstı, bir an için bu yaptığının bir hile olduğunu anladı. Koyun sayarak uyumaya çalışmak gibi bir şeydi bu. Dünya çevresinde tekrar denge kazandı. Lizol kokusu geri döndü, birinin telefona cevap verdiği duyuldu. "Alo, kim arıyor?"

Aldırma... hile değil... hiç değil, sihir bu. Bu sihiri ben küçükken de yapmışım. Şimdi de yaparım. Speedy de öyle dedi, kör şarkıcı Kartopu da öyle dedi. SİHİRLİ SU BENİM ZİHNİMDE...

Olanca gücüyle denedi, tüm iradesini kullandı... geçişi o kadar kolay yaptılar ki ikisi de şaşırdılar. Sanki yumruklarını bir granite indiriyorlardı ama, o granit aslında kâğıttan bir kopyaydı. Parmak eklemlerim kıracağı yerde, tersine, hiç hissetmiyorlardı bile onu.
4

Gözleri sımsıkı kapalı olan Jack'e, yer ayaklarının altından kayıyor, sonra da büsbütün yokoluyor gibi geldi.

Allah kahretsin, yine de düşüyoruz, diye düşündü keyfi kaçarak.

Ama düşme değildi bu. Yalnızca hafif bir kaymaydı. Az sonra Wolf la ikisi sağlam yere basıp durdular. Tuvaletin taşlanna değil, toprağa basıyorlardı.

Burunlarına kükürt ve lâğım karışımı bir koku gelmekteydi. Ölümsü bir kokuydu. Bir felâketti. Jack bu koku karşısında tüm umutlarının yokol-doğunu hissetti.

"Jason! Ne bu koku böyle?" diye homurdandı Wolf. "Ah, Jason, bu koku! Burada kalamayız! Jacky, kalamayız..."

Jack'in gözleri bir anda açıldı. Wolf da aynı anda Jack'in ellerini bırakıp gözleri kapalı durumda sendeleyerek ilerlemeye başladı. Jack arkadaşının üstüne uymayan o Çinli pantolonuyla kareli gömleğinin yerine yine ilk karşılaştıklarında üstünde olan işçi tulumunun geldiğini gördü. John Len-non gözlüğü yoktu. Ve...

...ve Wolf bir uçurumun kenarına gidiyordu. Arada bir metre var yoktu.

"Wolf!" Jack atıldı, kollarını Wolfun beline doladı. "Wolf, yoo!"

"Jacky, kalamam," diye inledi Wolf. "Bu bir Çukur... O çukurlardan biri. Morgan açtırdı buraları. Duydum onun açtırdığını. Kokusu geliyor..."

"Wolf, uçurum var, düşeceksin!"

Wolfun gözleri açıldı, ayaklarının dibinden başlayan dumanlı bacayı görünce çenesi düştü. Koca çukurun dumanlı derinliklerinde kıpkırmızı bir ateş, hastalıklı bir göz gibi panldıyordu.

"Bir Çukur," diye inledi Wolf. "Ah, Jacky, bir Çukur burası. Kara Yüreğin fırınlarından biri. Kara yürek dünyanın ortasıdır. Kalamayız, Jacky, kötülerin en kötüsü bu işte.".,

Jack'in ilk soğuk düşüncesi, Diyar coğrafyasıyla Indiana coğrafyasının farklı olduğuydu. Sunlight Yurdunda bu yükseltiye, bu iğrenç kuyuya karşıt bir şey yoktu.

Bir buçuk metre sağda olsaydık, diye ürperdi Jack. İçi bulanır gibi oldu. Aslında geçişi ilk tuvaletten yapacaklardı. Eğer Wolf söz dinleseydi...

Söz dinleseydi, kendilerini yükseltinin dışında, uçurumun yukarısında bulacaklardı.

Bacaklanndaki kuvvet kesilir gibi oldu. Wolf a tutundu. Bu sefer destek bulmak için tutundu.

Wolf onu dalgın dalgın kucakladı. Gözleri iri iri açılmış, rengi turun-culaşmıştı. Yüzünde yoğun bir korku vardı. "Bu bir Çukur, Jacky."

Üç yıl önce annesiyle Colorado'ya gittiklerinde gördükleri Molibden maden ocağına benziyordu burası. Vail'e, kayak yapmaya gitmişlerdi. Bir gün hava fazla soğuk diye, otobüs turuna yazılmışlardı. Turda görmüşlerdi molibden madenini. Sidewinder kenti dışında.

"Bence Cehenneme benziyor, Jack," demişti annesi. Otobüsün penceresinden bakan yüzü hüzünlüydü. "Keşke böyle yerleri kapatsalar. Hepsini. Topraktan ateş ve ölüm çıkarıyorlar. Cehennem bal gibi işte."

Çukurdan yoğun dumanlar yükseliyordu. Bacamn yanları zehirli bir gri madenle kaplıydı. Çapı yaklaşık yarım mil kadardı. İçinde dar bir yol duvarlarda döne döne aşağıya inmekteydi. Jack o yolda yukarı çıkan, aşağı inen işçileri gördü.

Bir tür hapishaneydi burası. Sunlight Yurdu nasıl hapishaneyse, bu da öyleydi. Bu karşıda gördükleri de hükümlüler ve onların gardiyanlarıydı. Hükümlüler çıplaktı. İkişer ikişer arabalara, âletlere koşulmuşlardı. Aramalarda o iğrenç, yağlı yeşil cevherden koca bloklar yüklüydü. İnsanların yüzleri acıyla buruşmuştu. Kirlerden leke içindeydi o yüzler. Kırmızı yaralar vardı yüzlerinde.

Gardiyanlar da onların yanında çalışıp uğraşıyordu. Jack onların insan olmadıklarını hemen gördü. Vücutları çarpık çurpuktu. Elleri pençeydi. Kulaklan Mister Spak'inkiler gibi sivriydi. Bunlar gargoyl! Diye düşündü birden. Fransa katedrallerinin duvarlarına kabartma olarak işie. nen o yaratıklar! Annemdeki kitapta resimleri vardı. Gezip hepsini görecektik ama, benim rüyama girip de gece yatağımı ıslattığımı farkedince vazgeçmiştik. Buradan mı gelmişti o yaratıklar? Birisi gelip burada mı görmüştü onları? Ortaçağdan biri geçiş mi yapmıştı? Burayı görmüş, bunu cehennemin bir türü mü sanmıştı?

Ama bu bir hayal değildi ki!

Gargoyl'lann elinde kırbaçlar vardı. Tekerlek seslerinin, iniltilerin arasında, o kavurucu sıcakta. Jack o kırbaçların şakırtısını da duyuyordu. Wolf la ikisi bakarlarken bir ekip, tırmanma yokuşunun üst başında durala-dı. Başlan eğik, boyun tendonlan fırlaktı. Bacakları yorgunluktan tir tir titriyordu.

Başlarındaki canavar eğri büğrüydü. Omurgasını kıllar bürümüştü. Kuyruğu bacaklarına dolanıyordu. Kırbacını işçilerinin bir birine, bir öbürüne indirmeye başladı. Bağırıyor, Jack'in beynini delen iğrenç bir dilde birtakım sözler haykırıyordu. Osmond'un kırbacını süsleyen metal boncuklardan bununkinde de vardı. Göz açıp kapayana kadar bir işçinin kolu yarıldı, ötekinin ensesi patladı.

Adamlar bağırdılar, daha da çok eğildiler. Kanları yerlere damladı. Yaratık sesler çıkardı, sağ kolunu savurdu, kırbacını işçilerin başı üzerinden geçirdi. Son bir çabayla yüklenip arabayı uçurumun kenarından düze çıkardılar. Bir tanesi dizüstü kapaklandı. Tükenmişti. Araba öne doğru gelince o hareket onu yüzükoyun yere serdi, tekerlerden biri sırtından geçti. Jack zavallının omurgasının kırılma sesini duydu. Yanş hakeminin sıktığı tabanca gibi bir sesti.

Gargoyl kudurmuş gibi haykırdı, araba sarsıldı, sonra devrildi, içindeki yükü etrafa saçtı. Yaratık, yerdeki işçinin yanına iki adımda vardı, kırbacını kaldırdı. Tam o anda, ölmekte olan işçi başını çevirip dosdoğru Jack'in gözlerine baktı.

Ferd Janklow'du.

Wolf da gördü.

Birbirlerine sarıldılar.

Ve gerisin geri geçiş yaptılar.

Daracık, sımsıkı bir yerdeydiler... tuvaletin içinde... Jack hiç soluk alamıyordu. Wolf un kollan sımsıkı sarmıştı çünkü onu. Bir ayağı da sırılsıklamdı. Her nasılsa, tuvaletin içine basmıştı ayağını. Harika! Böyle şeyler İlkçağın Yenilmez Savaşçısı Conan'ın başına hiç gelmiyordu.

"Jack, yq, Jack, yo, Çukur, Çukurdu o, yo Jack..."

"Yapma, yapma Wolf! Döndük!'

"Yo, yo, y..."

Wolf kollanm yavaşça çekti, gözlerini araladı.

"Döndük mü?"

"Elbette. Hemen. Bırak beni, kaburgalanmı kıracaksın. Zaten ayağım da şu lanet olası..."

Tuvaletler bölümünün kapısı gümbürtüyle açıldı, fayanslı iç duvara çarptı, neredeyse buzlu camlar kırılacaktı.

Tuvaletin de kapısı açıldı. Andy Warwick bir göz attı, sonra tiksinti dolu iki kelime çıktı ağzından:

"Sizi sapıklar!"

Sersemlemiş Wolf u kareli gömleğinin göğsünden yakaladı, dışarı çekti. Wolf un pantolonu tuvalet kağıdının asılı olduğu çiviye takıldı, çiviyi duvardan söktü. Tuvalet kâğıdı açıla açıla yerde yuvarlandı. Warwick, Wolf u musluklara doğru itti. Musluklar tam kasığına çarpacak hizadaydı. Wolf yere devrildi, elleri kasığına uçtu.

Warwick, Jack'e döndü. O sırada tuvaletin kapısında Sonny Singer da belirdi. İçeri uzanıp Jack'i yakasından çeken o oldu.

"Ee, sapık seni..." diye başladı Sonny... ama ancak o kadar söyleyebil-di. Jack buraya düştü düşeli gözüne zıtlamıştı Sonny Singer'i. O sinsi karanlık yüzüyle, Sunlight Gardener'i taklit etmeye çalışmasıyla, kendisine 'kenef surat' adını takmasıyla, yatağa işeme fikrini bulmasıyla...

Jack'in sağ yumruğu uçtu. Heck Bast usulü vahşice uçmadı da, dirsekten doğru düzgün ve güçlü biçimde uçtu. Birinci uçuşunda Sonny'nin burnunu buldu. Rahatça duyulabilen bir çıtırtı oldu. Jack'in o anki keyfine payan yoktu.

"İşte!" diye bağırdı Jack. Ayağını tuvaletin içinden çekti. Yüzüne nefis bir gülümseme yayıldı, kafasında Wolf a elinden geldiği kadar kuvvetle bir düşünce yöneltti: Durumumuz fena değil, Wolf... sen bir itin elini kırdın, ben ikincisinin burnunu...

Sonny geri geri sendeledi. Bağınyor, burnundan kanlar fışkınyordu.

Jack tuvaletten çıktı. Elleri John L. Sulliven pozunda, göğsünde yumruklanmıştı. "Beni kolla demiştim sana, Sonny. Şimdi de sana haleluya demesini öğreteceğim."

"Heck!" diye bağırdı Sonny. "Andy! Casey! Birisi gelsin!"

O anda bir şey... sanki tuğla dolu ağır bir şey düştü Jack'in ensesine. Jack muslukların üzerindeki aynalara doğru uçtu. Aynalar cam olsa hemen kırılır, Jack'in orasını burasını keserdi. Ama burada aynalar cilâlı çelikti. İntihara fırsat tanınmazdı Sunlight Yurdunda.

Jack bir kolunu kaldırıp çarpmayı bir dereceye kadar yumuşatmayı başardı. Ama dönüp Heck Bast'in kendisine sırıttığını gördüğünde hâlâ gözleri bulanık görüyordu. Heck Bast sağ elindeki alçıyla vurmuştu ona.

Heck'e bakarken Jack birden anladı ve içi bulanır gibi oldu. Sendin!"

"Canım yandı," dedi Heck alçısını sol eliyle tutarak. "Ama değdi, kenef surat!" öne doğru bir adım attı.

Sendin o! Öteki dünyada Ferd'in başına dikilip onu ölene kadar döven sendin. Sendin o... gargoyl'dun sen... o senin ikizlindi!

Jack'in içini öyle dayanılmaz bir öfke kapladı ki, Heck yaklaşırken iki eliyle arkasındaki musluğun kenarlarına sarıldı, iki ayağını birden karşısına savurdu. Ayaklar Heck'in tam göğsüne çarptı, onu ilerde kapısı açık duran tuvalete savurdu. Indiana'ya döndüğünde tuvaletin içine basan pabucun izi Heck'in beyaz kazağının göğsünde leke gibi görünüyordu. Heck tuvalete güm diye oturdu, şaşkın göründü. Kolundaki alçı, porselene çarpıp kötü bir ses çıkardı.

Artık ötekiler de içeri doluyorlardı. Wolf ayağa kalkmaya uğraşmaktaydı. Saçlan alnına dökülmüş, yüzüne yapışmıştı. Sonny onun üstüne ilerliyordu. Bir eli hâlâ burnundaydı. Niyeti Wolfu tekmeleyip tekrar devirmekti.

Jack alçak sesle, "Evet, git, dokun bakalım ona, Sonny," dedi. Sonny olduğu yerde durdu.

Jack, Wolfun bir koluna sarılıp kalkmasına yardım etti. Wolf un her zamankinden kıllı olduğunu rüyadaymış gibi, hayal meyal farketti. Bu olaylar onda fazla gerilim yaratıyor. Değişimi getiriyor ona... bu hiç bitmeyecek... hiç...

Wolf la ikisi gerilediler... Warwick, Casey, Pedersen, Peabody, Singer üstlerine doğru geliyorlardı. Heck de düştüğü tuvaletten çıkmaktaydı. Jack bir şeyi daha farketti. Onlar dördüncü tuvaletten geçiş yapmışlardı. Heck Bast beşincisinden çıkıyordu. Demek öteki dünyada ancak yandaki tuvalete dönecek kadar kıpırdamışlardı.

Sonny, "Şu tuvalette okşaşıyorlardı," diye bağırdı. Sesi genizden geliyordu. "Geri zekâlıyla güzel çocuk! Warwick'le ikimiz onları şeyleri dışar-da yakaladık!" f

Jack'in kalçası buz gibi duvara' değdi. Kaçacak başka yer yoktu. Wolfu bıraktı, Wolfun omuzları sarktı. Gözleri kamaşmış, durumu kötüydü. Jack yumruklarını kaldırdı.

"Gelin bakalım," dedi. "Birinci kim?"

Pedersen, "Hepimizle mi kapışacaksın?" diye sordu.

"Mecbur kalırsam yaparım," dedi Jack. "Ne yapacaksınız? Beni İsa'ya mı kurban edeceksiniz? Gelin!"

Pedersen'in yüzünden bir sıkıntı ifadesi geçti, Casey'in bakışları resmen korku yansıttı. Durdular... resmen durdular. Jack'in içinden bir anlık vahşi, budalaca bir umut yükseldi. Çocuklar ona, kuduz köpeğe bakar gibi bakıyorlardı. Köpeği sonunda elbette haklayacaklardı ama... arada birisi ısıralabilirdi.

"Yana çekilin, çocuklar," dedi yumuşak, güçlü bir ses. Hepsi sevinerek yana çekildiler. Yüzlerine rahatlamış bir ifade geldi. Gelen Peder Gardener'di. Peder Gardener bilirdi ne yapmak gerektiğini.

Yaklaşıp çocukları köşeye kıstırdı. Bu sabah siyah pantolon, beyaz saten gömlek giymişti. Gömleğin kolları bol ve büzgülüydü. Lord Byron'a yakışacak bir şeydi. Elinde yine hipodermik çantasını tutuyordu.

Jack'e bakıp içine çekti. "İncil'de homoseksüellik konusunda ne deniyor, biliyor musun, Jack?"

Jack ona dişlerini gösterdi.

Gardener başını hüzünlü hüzünlü salladı. Ben de bunu bekliyordum, dermiş gibi davrandı.

"Eh, bütün çocuklar kötüdür. Aksiom bu."

Çantayı açtı, hipo panldadı.

Gardener aynı sakin sesiyle konuşmaya devam etti. "Ama bence sen ve arkadaşın sapıklıktan daha kötü bir şey yapıyordunuz. Büyüklerinize ait yerlere gidiyordunuz belki de."

Sonny Singer'le Hector Bast şaşkın, tedirgin bakışlarla bakıştılar. "Sanıyorum bu kötülüğün... bu sapıklığın birazı da benim suçum." Enjektörü çıkardı, baktı, sonra ampulü eline aldı. Çantayı Warwick'e uzatıp ilacı doldurdu. "Çocuklarımı itirafa zorlamaya hiçbir zaman inanmam ben. Ama itiraf olmazsa, Isa yolunda karar kılınamaz. Isa yolunda karar kılınamaymca da kötülük büyümeye devam eder. Ne kadar üzülüyor olur-sam olayım, sanırım artık rica etme zamanı doldu, Tanrı adına talep etme zamanı geldi. Pedersen. Peabody. Warwick. Casey. Tutun onları!"

"Oda bed vurayıb!" diye bağırdı Sonny yeni, genizden sesiyle. Herkesi dirsekleriyle itip öne geçmeye çalışıyor, gözlerinde nefret parıldıyordu. "Oda vurbak istiyorub!"

"Şimdi olmaz," dedi Gardener. "Belki daha sonra. Bunun için dua ederiz, değil mi, Sonny?"

"Evet." Sonny'nin gözlerindeki pırıltı pek ateşlenmişti. "Bütüd güd dua edeceğib."

Wolf derin bir uykudan uyanan adam gibi homurdandı, çevresine bakındı. Jack'i tutmuş olduklarını gördü, enjektörü gördü, Pedersen'in kolunu Jack'in kolundan kolaylıkla sıyırdı. Boğazından şaşılacak kadar güçlü bir homurtu yükseldi.

"Hayır! Bırakın Onu!"

Gardener, Wolf un görmez yanına sokuldu. Osmond gibi zarifti hareketleri. Dans eder gibiydi. İğne panldadı ve daldı. Wolf döndü. Bir yerine bir şey batmış gibi böğürdü... zaten de batmıştı. Elini iğneye attı ama Gardener o darbeden ustaca kaçtı.

Kamaşmış gözleriyle, rüya görür gibi bakan çocuklar telaşla kapıya doğruldular. Wolf un öfkesine tanık olmak istemiyorlardı.

"Bırakın ONU!... bira... kın..."

"Wolf!"


"Jack... Jacky..."

Wolf arkadaşına şaşkın gözlerle baktı, gözlerin rengi kaleidoskop gibi değişiyordu. Ela iken turuncu, sonra çamurlu bir kırmızı oldu. Tüylü ellerini Jack'e uzattı. O sırada Hector Bast arkadan yaklaştı, ensesine vurup onu yere yıktı.

"Wolf! Wolf!" Jack Hector'a ıslak, öfkeli gözlerle baktı. "Eğer onu öldürdünse, itoğlu..."

"Şşş, Bay Parker," diye fısıldadı Gardener, Jack'in kulağına. Jack iğnenin koluna battığını hissetti. "Sakin olun şimdi. Ruhunuza biraz güneş ışığı sokalım. Ondan sonra, yüklü bir arabayı dönen yokuştan yukarı itmek istiyor musunuz, bakarız. Haleluya diyebilir misiniz?"

O tek kelime, kendinden geçinceye kadar kafasında dolaştı durdu.

Haleluya... haleluya... haleluya...

Bölüm: 26

WOLF HÜCREDE


1

Onlar Jack'in ayıldığını farketmeden çok önce Jack kendine gelmiş, uzun süre ayık yatmıştı. Ama kendisinin kim olduğunu, neden bu halde olduğunu, durumunun ne olduğunu ancak derece derece anlayabildi. Bombardımandan kurtulmuş bir asker gibiydi. Kolunda iğnenin girdiği yer acıyordu. Başı öylesine ağrıyordu ki, gözleri nabız gibi atmaya başlamıştı. Susuzluktan da ölmek üzereydi.


Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə