Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə43/55
tarix26.03.2018
ölçüsü2,72 Mb.
#34420
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   55

Jack kabinin yan kenarlarından daha aşağıya eğildi. Hiç bakmadan yapmıştı bu hareketi Richard da eğildi. Ama eğilmeden önce o inanılmaz timsah yaratığın bombayı yakaladığını, yemeye çalıştığını gördü.

Patlama Richard'ın beklediği gibi boğuk olmadı. Kulak zarlarını dele-bilecek, en azından fena halde acıtacak cinsten oldu. Bir şapırtı sesi duydular. Sanki birisi trenin yan tarafına bir kova su atmıştı.

Richard baktı, lokomotifin, kabinin ve vagonun kara kanlarla, barsak parçalarıyla kaplanmış olduğunu gördü. Kışlanın tüm ön duvarı uçmuştu. Parçaları kanlıydı. Bir yerde bir çizmenin içinde bir ayak çarptı gözüne. Kopmuş bir ayak.

İki keçi yaratık enkazın altından doğruldu. Richard eğilip yeni bir şarjör buldu, tüfeğine soktu. Ortalık pek ısınıyordu. Jack'in tahmin ettiği gibi.

"Vuuuur!" diye sessiz bir çığlık yükseldi Richard'ın beyninden. Tekrar ateş açtı.

Jack bombanın patlamasından sonra kafasını kaldırdığında, ilk salvodan kurtulan dört Wolf u kapıdan dışarı fırlarken gördü. Korkuyla bağırı-yorlardı. Yanyana koşmaktaydılar. Jack onlara nişan alıp ateş edebilirdi. Uzi'yi kaldırırken vazgeçip indirdi. Onları gene göreceğini biliyordu oysa. Belki de kara otelde. Budalalık ediyordu. Ama ister budalalık olsun, ister olmasın... arkadan vuramazdı o.

Kışladan o anda tiz, kadınsı bir çığlık yükseldi. "Çıkın dışan! Çıkın diyorum size! Haydi! Yallah!" Arkasından bir kırbaç şaklaması duyuldu.

Jack bu sesi tanıyordu. Son duyduğunda, sırtında deli ceketi vardı. Nerede duysa tanırdı o sesi.

"Geri zekâlı arkadaşı gelirse vur onu."

Eh, onu yaptın gerçi, diye düşündü Jack. Ama şimdi ödeşme zamanı geldi. Sesinin tonuna bakılırsa, belki bunu sen de biliyorsun!

"Yakalayın onları! Neyiniz var sizin, korkaklar? Yakalayın! Her şeyi ben kendim mi yapmak zorundayım? Peşimizden gelin! Peşimizden gelin!"

Yıkık kışlanın gerisinden üç yaratık belirdi. İçlerinden yalnızca bir tanesi gerçek insandı... Osmond. Bir elinde kırbacı, ötekinde bir Sten tüfeği vardı. Kırmızı pelerin, siyah çizme, beyaz ipekli pantolon giymişti. Paçaları genişti pantolonun. Üzerine kırmızı taze kan benekleri sıçramıştı. Solunda keçimsi bir yaratık vardı. Blucin ve kovboy çizmesi giymişti. Yaratıkla Jack bir an birbirlerine baktılar ve birbirlerini tanıdılar. Oatley harındaki o korkunç kovboydu bu. Randolph Scott'tu. Elroy'du. Jack'e sırıttı, uzun dili ağzından yılan gibi uzandı, üst dudağını yaladı.

"Yakala onu!" diye bağırdı Osmond, Elroy'a.

Jack Uzi'yi kaldırmaya çalıştı ama birden tüfek ellerinde pek ağırlaşmıştı. Osmond yeterince kötüydü. Elroy'un yeniden ortaya çıkması ondan daha kötüydü. Ama ikisinin arasındaki öbür yaratık tam bir kâbustu. Osmond'un oğlu Reuel Gardener'in Diyar kopyası olmalıydı bu. Sun-light'ın oğlu. Biraz çocuğa benzediği doğruydu. Zalim beyinli bir manyak çocuk.

Teni bembeyaz, kendisi çok sıskaydı. Kollarından birinin ucunda Jack'e Osmond'un kırbacının ucunu hatırlatan uzantılar vardı. Gözlerinden biri başka tarafa bakıyordu. Zaten ikisi aynı düzeyde de değildi. Yanaklarında koca koca kırmızı lekeler vardı.

Bunun bir kısmı radyasyon zehirlenmesi... Jason! Herhalde Osmond'un oğlu ateş toplantıdan birine fazla yaklaşmış. Ama bir kısmı da... Jason... Büyük İsa... neymiş bunun annesi? Dünyalar aşkına NEYMİŞ BUNUN ANNESİ?

"Yakalayın sahtekârı!" diye bağırıyordu Osmond. "Morgan'ın oğlunu sağ bırakın ama sahtekârı haklayın! Sahte Jason'u öldüıiin! Gelin buraya, korkaklar! Kurşunlan bitti zaten!"

Kükremeler, bağırtılar. Jack yeni bir kurt grubunun az sonra türlü garip yaratıklar eşliğinde kışlanın arkasından ortaya çıkacağını biliyordu. Patlamadan korunmuş olmalıydılar orada. Saklanıyor olmalıydılar. Osmond olmasa, orada öylece kalacaklardı.

"Yollara çıkmamalıydın, ödlek tavuk!" diye homurdandı Elroy. Trene doğru koştu. Kuyruğu havada dalgalanıyordu. Reuel Gardener... ya da onun bu dünyadaki karşılığı... miyavlar gibi bir ses çıkardı, onun peşinden gelmeye çalıştı. Osmond uzandı, onu geri tuttu. Parmakları canavar çocuğun iğrenç sürüngen boynuna sarılmıştı.

Jack o zaman Uzi'yi kaldırdı, tüm şarjörü Elroy'un suratına boşalttı. Kurşunlar keçi yaratığın tüm kafasını kopardı. Ama Elroy, kafasız bir vücut olarak yaklaşmaya, koşmaya bir süre daha devam etti. Ellerinden birinin parmaklan erir, birbirine yapışır gibi oldu, toynağa dönüşmeye başladı, geriye devrilmeden önce Jack'in kafasına doğru savruldu.

Jack şaşkın gözlerle ona baktı. Oatley banndaki o korkunç karşılaşmayı nice geceler rüyasında gömmüştü. O canavardan kaçmaya çalışmıştı hep. Şimdi o yaratığı her nasılsa öldürmüştü artık. Bunu zihni bir türlü kabul edemiyordu. Çocukluk kâbusunu öldürmek gibi bir şeydi bu. "Bu Reuel! Ah Jack ah Tanrım ah Jason bu Reuel bu Reuel..." Richard'ın elindeki Uzi de birkaç mermi kustu, sonra şarjörü bitti. Reuel silkinip babasının pençesinden kurtuldu. Trene doğru koşmaya başladı. Bir yandan miyavlıyordu. Üst dudağı geriye doğru kıvrıldı, sahte gibi görünen upuzun dişleri ortaya çıktı.

Richard'ın son kurşunlan Reuel'in göğsüne girmişti. Deri yeleği delindi, yaralarmdan koyu renk bir kan sızmaya başladı, başka da bir şey olmadı. Reuel belki bir zamanlar insan olabilirdi... herhalde öyleydi belki de... ama ne olursa olsun, şu anda insan olmadığı kesindi. Kurşunlar onu yavaşlatmamıştı bile. Elroy'un cesedi üzerinden şeytan gibi sıçradı. Islak kaplumbağalar gibi kokuyordu.

Jack'in bacağına bir sıcaklık yayılmaya başlamıştı. Önce ılık, sonra iyice sıcak. Neydi o? Sanki cebinde bir çaydanlık kaynıyordu. Ama düşünecek vakti yoktu. Olaylar hızla yer alıyordu karşısında. Hem de Technicolor renkli!

Richard Uzi'sini indirip geriye doğru sendeledi, ellerini yüzüne kapadı. Korku dolu gözleri Reuel-yaratığa parmaklarının arasından bakıyordu. "Beni yakalatma ona, Jack! Beni yakalamasın..." Reuel köpükler saça saça miyavlıyordu. Elleri lokomotifin yan tarafına çarptı, sesi bir garip geldi.

Jack onun parmak aralarında kaim, file gibi ağlar olduğunu gördü. "Dön buraya!" diye bağırıyordu Osmond oğluna. Sesindeki korku pek belliydi. "Gel buraya, o kötü... bütün çocuklar kötüdür! Bu aksiyomdur, buraya gel, buraya gel!"

Reuel gargara gibi bir ses çıkardı, hevesle homurdandı. Richard'a delice gibi görünen bir hareketle kendini yukarı çekti. Richard kabinin en uzak köşesine gerileyip sindi.

"BENİ YAKALATMAAAA.."

Yeni Wolf lar, yeni garip yaratıklar köşeyi dönüp ortaya çıkmaktaydı. İçlerinden boynuzlu bir yaratık devrildi, ötekiler üzerine basarak, ezerek geçtiler.

Jack'in bacağını o sıcaklık halka halinde sarıyordu.

Reuel tek bacağını kabinin kenarı üzerinden attı. Soluyor, uzanıyordu. Bacağı titremekteydi. Bacak değil, daha çok bir ahtapot uzantısıydı. Jack Uzi'yi kaldırıp ateş etti.

Reuel yaratığın yüzünün yansı pasta gibi parçalanıp döküldü. İçinden kurtlar saçılmaya, kıvrım kıvrım kıvranmaya başladı.

Reuel hâlâ geliyordu.

Parmak arası ağlı ellerini Jack'e uzatmaktaydı.

Richard'ın çığlıkları, Osmond'un çığlıklarına karışıyor, tek çığlık oluyordu.

Sıcaklık Jack'in bacağını mengene gibi sararken birden Jack onun ne olduğunu anladı. Yüzbaşı Farren'in verdiği paraydı. Anders'in almak istemediği para.

Elini cebine attı. Para avucunda bir maden cevheri gibiydi. Kavradığı anda ondan gelen güç dev bir voltaj gibi vücuduna yayıldı. Reuel de hissetti bunu. Zafer dolu homurtuları korku miyavlamalarına dönüştü. Gerilemeye çalıştı. Geri kalan tek gözü yuvasında dönüyordu.

Jack parayı cebinden çıkardı. Elinde kor gibi alev alevdi. Sıcaklığı Jack de hissediyordu. Ama onu yakmıyordu nedense.

Kraliçe'nin profili güneşte panldadı.

"Onun adına, iğrenç yaratık!" diye bağırdı Jack. "Defol bu dünyadan!" Yumruğunu açtı, avucunu Reuel'in alnına dayayıp bastırdı.

Reuel'le babası bir ağızdan bağırdılar... Osmond'un sesi tiz bir soprano sesiydi. Reuel'inki böcek vızıltısına benziyordu. Para Reuel'in alnının içine, tereyağına batırılan sıcak şiş gibi kaydı. İğrenç, kara bir sıvı, fazla demli çaya benzeyen bir sıvı Reuel'in başından Jack'in bileğine doğru aktı. Sıcaktı sıvı. İçinde minik kurtlar vardı. Jack'in teninde kıvrılıyor, kıpırdıyorlardı. Isırdıklarını da hissetmekteydi. Ama yine de sağ elinin iki parmağım daha hızlı bastırdı, parayı canavann kafasının daha içerlerine itti.

"Defol bu dünyadan, kötü yaratık! Kraliçe adına, ve oğlu adına, defol bu dünyadan!"

Reuel bağınp ağlıyor, Osmond da onunla birlikte bağınp ağlıyordu. Yaklaşan takviyeler gerilemiş, Osmond'un arkasına gizlenmişlerdi. Yüzlerinde bâtıl korkular oynaşıyordu. Jack çok büyük görünüyordu onlara. Parlak bir ışık saçan, kocaman bir varlık olmuştu.

Reuel sarsıldı, bir köpüklü, ıslak ses daha çıkardı. Kafasından akan kara sıvılar sarıya dönüştü. Son bir kurt... uzun, kalın, beyaz bir kurt, paranın açtığı delikten çıktı, kabinin^ tabanına düştü. Jack üstüne basınca ezildi, Reuel bir yığın halinde yıkıldı.

Karşıdan öyledir yeis çığlığı yükseldi ki, Jack kafasının o sesle yarılacağım sandı. Richard yerde, doğmamış bebeklerin pozunda yatıyordu. Kollarıyla kafasını kucaklamıştı.

Osmond avaz avaz bağırmaktaydı. Kırbacını ve makinelisini de düşürmüştü.

"Ah, rezil!" diye haykırıp yumruğunu Jack'a salladı. "Bak şu yaptığına! Pis, kötü çocuk! Senden nefret ediyorum... ebediyen ve ebediyetin ötesinde nefret ediyorum! Pis sahtekâr! Geberteceğim seni! Morgan gebertecek seni! Ah, benim sevgili oğlum! PİS! BU YAPTIĞIN İÇİN MORGAN ÖLDÜRECEK SENİ! MORGAN!"

Ötekiler de aynı çığlığa fısıltıyla katıldılar. Jack bunu duyunca Sunlight Yurdundaki sesleri hatırladı: Haleluye diyebilir misiniz. Sonra hepsi sustular. Bu arada başka bir ses duyulmaya başlamıştı.

Jack, Wolfla geçirdiği o zevkli öğleden sonrayı hatırlayıverdi. Derenin yanında oturuyor, otlayan sürüyü seyrediyorlardı. Wolf ailesini anlatmıştı Jack'e. Tatlı bir gündü. Tabii Morgan gelene kadar.

Şimdi de Morgan tekrar geliyordu. Sakin bir geçiş yaparak değil, gümbürtüyle yaklaşarak geliyordu.

"Morgan! Bu..."

"Orris Lord'u..."

"Orris Lord'u..."

"Morgan... Morgan... Morgan..."

Yırtılmaya benzeyen ses gittikçe güç kazandı. Wolf lar tozlara eğilmiş, secde ediyorlardı. Osmond o çılgın dans figürünü yaptı, kara çizmeleri yerdeki kırbacın eklemli ucunda step figürleri sergiledi.

"Kötü çocuk! Pis Çocuk!" Şimdi ödeyeceksin! Morgan geliyor! Morgan geliyor!"

Osmond'un yirmi metre kadar sağındaki hava kıpırdamaya, titremeye başladı. Fırının üzerindeki hava gibi titriyordu.

Jack dönüp baktı, Richard'ı makineliler, fişekler ve el bombalan arasında, savaşçılık oyunu oynarken düşüp uyuyakalmış bir bebek gibi yatar gördü. Ama Richard uyumuyordu. Bu bir oyun değildi. Jack bunlan çok iyi biliyordu. Eğer Richard babasının iki dünya arasındaki bir delikten ortaya çıktığını görürse... delirirdi.

Jack arkadaşının yanına uzandı, kollarını ona sımsıkı sardı. Çarşaf yırtılması gibi ses daha da yükseldi, birden Morgan'ın çılgın bir öfkeye kapıl-mış sesi duyuldu:

"Trenin şu sıra burada ne işi var, budalalar?"

Arkadan Osmond'un tiz çığlığı yükseldi. "Pis sahtekâr, benim oğlumu öldürdü!"

"Gidiyoruz, Richie," diye mırıldandı Jack. Kollarını daha da sıktı. "Gemiyi terketmenin zamanı geldi."

Gözlerini kapatıp konsantre oldu... bir an bir baş dönmesi duydu, sonra ikisi birlikte geçişi yaptılar.

Bölüm: 37


RICHARD HATIRLIYOR
1

Yana ve aşağıya doğru duygusu vardı. Sanki iki dünya arasında kısa bir rampa varmış gibi. Jack, Osmond'un gittikçe uzaklaşan çığlığım duydu, sonra duymaz oldu: "Kötü! Bütün çocuklar! Aksiyom! Bütün çocuklar! Pis! Pis!"

Bir an kendilerini incecik bir havanın içinde hissettiler. Richard bağırdı. Sonra Jack'in tek omzu toprağa çarptı, Richard'ın kafası da göğsüne çarptı. Jack gözlerini açmadan, Richard'ı kucaklamış durumda, dinleyerek, koklayarak, yerde yatıyordu.

Sessizlik. Salt sessizlik değil... bir iki kuş ötüşünü de kapsayan bir sessizlik

Koku serin ve tuzluydu. İyi bir kokuydu... ama Diyar'ın kokabileceği kadar da tatlı değildi. Jack burada bile (burası her neresiyse) o belli belirsiz alt kokuyu alabiliyordu. Benzincilerde yer döşemelerinin altından gelen yağ kokusu gibi bir şey. Çok fazla sayıda insanın çok fazla sayıda makine çalıştırdığı, tüm atmosferi kirlettiği bir yerin kokusu. Burnu alışmıştı artık o kokuya. Burada bile alabiliyordu. Otomobil bulunmayan bu yerde bile.

"Jack? İyi miyiz?"

Tabii," dedi Jack. Gözlerini açtı, söylediği sözün doğru olup olmadığım anlamaya çalıştı.

İlk bakışta içine büyük bir korku doldu. Belki de Morgan'dan acele kurtulma telâşı içinde Amerika'ya döneceği yerde bir zaman yolculuğu yapmıştı. Burası yine aynı yerdi ama, daha eskiydi. Terkedilmişti. Üzerinden de bir yüzyıl geçmişti sanki. Tren hâlâ Rayların üstünde duruyordu. Ama başka hiçbir şey deminki gibi değildi. Raylan otlar bürümüştü. Pas-lanmışlardı. Buradan öteye, kimbilir nerelere gidiyorlardı! Eklem yerleri süngerleşmiş bir görünüm almıştı. Çürümüştü. Aralarda hep yüksek otlar vardı.

Richard'a daha sıkı sarıldı, o zayıf bir sesle bağırdı, gözlerini açtı.

"Neredeyiz?" diye sordu Jack'e. Çevresine bakıyordu. Bir yanda upuzun bir baraka vardı. Ondüle saç damı parüdıyordu. iki çocuk ancak o damı net olarak görebiliyorlardı. Binanın geri kalanım sarmaşıklar ve yaban otlan kaplamıştı. Binanın önünde iki direk vardı. Belki bir zamanlar bir levha vardı o direklere çakılı. Varsa bile, şimdi yerinde yeller esiyordu.

Jack, "Bilmiyorum," dedi, ardından en büyük korkusunu seslendirdi.

"Belki de zamanda ileriye geçtik."

Richard'm güldüğünü duyunca şaşırdı. "O halde gelecekte pek bir şeyin değişmeyeceğini görmek iyi bir duygu." Jack'e direklerden birine tutturulmuş bir kâğıt parçasını gösteriyordu.

Yazıların rengi solmuştu ama, yine de okunabiliyordu.

GİRMEK YASAKTIR!

Mendocine Şerifinin Emriyle

California Eyalet Polisinin Emriyle

İHLÂL EDENLER HAKKINDA

KOVUŞTURMA AÇILACAKTIR!
2

Jack kendini bir yandan pek budala, bir yandan pek rahatlamış hissederek sordu. "Eğer nerede olduğumuzu biliyorduysan ne diye sordun o halde?"

"Yeni gördüm," diye karşılık verdi Richard. Jack'in Richard'a sitem etme istekleri birden yok oldu. Richard'ın görünüşü korkunçtu. Sanki garip bir verem, ciğerlerini değil-de beynini kemiriyordu. Bunun nedeni yalnızca Diyar'a gidip gelmenin verdiği sarsıntı olamazdı. Ona uyum sağlamaya bile başlamıştı. .Şu anda ise, daha başka bir şey vardı. Kendince geliştirdiği gerçeklerden sapan bir yeni gerçek değildi yalnızca. Ona bile uyum sağlayabilirdi belki... Zaman verilirse... Ama kötü adamların arkasında kendi babasının bulunduğunu anlamak, diye düşündü Jack. Böyle bir olay hayatın zevkleri arasında sayılamazdı herhalde.

"Pekâlâ," derken Jack sesini neşeli çıkarmaya çalıştı. Biraz da neşelenmeyi başardı. Reuel gibi bir canavardan kurtulmak, öldürücü kanserden yatan bir çocuğu bile neşelendirebilir herhalde, diye düşünüyordu. "Kalk bakalım ayağa, Richie, yavrum. Yerine getirmemiz gereken verilmiş sözlerimiz var. Uyumadan önce kilometrelerce yol almamız gerek. Sen de yine her zamanki gibi bozguncusun."

Richard yüzünü buruşturdu. "Sende espri yeteneği var diyeni idam etmeli," dedi. "Nereye gidiyoruz?"

"Bilmiyorum ama buralarda bir yer olmalı. Hissediyorum. Zihnime takılmış bir balık oltası gibi." "Point Venuti mi?"

Jack dönüp Richard'a uzun uzun baktı. Richard'ın gözlerindeki anlamı okumaya imkân yoktu.

"Bunu neden sordun, ahbap?" "Oraya mı gidiyoruz?"

Jack omuzlannı kaldırdı. Belki. Belki de değil. İkisi ağır ağır ot bürümüş talim alanında yürümeye başladılar. Richard konuyu değiştirdi. "Onlar hepsi gerçek miydi?" Paslı çift kapıya yaklaşmaktaydılar. Yeşil kapının yukansında mavi gökyüzü görünüyordu. "Herhangi bir kısmı gerçek miydi?"

"İki gün boyunca, saatte yirmi beş, en çok otuz mil yapan bir elektrikli trenle yolculuk yaptık," dedi Jack. "Ve her nasılsa Springfield-İllinois'-den kuzey California'ya, kıyının yakınına geldik. Şimdi sen söyle bakalım, gerçek miymiş!"

"Evet... evet ama..."

Jack kollarım uzattı. Bileklerinde kırmızı şişlikler vardı. Kaşınıyor, yanıyorlardı.

"Isırıklar," dedi Jack. "Kurtlardan. Reuel Gardener'in kafasından dökülen kurtlardan."

Richard olduğu yerde döndü, gürültüyle kusmaya başladı.

Jack onu tuttu. Yoksa devrilecekti Richard. Jack arkadaşının ne kadar zayıfladığına şaşıyordu. Teninin ne kadar sıcak olduğuna da şaşıyordu.

"Öyle dediğim için üzgünüm," dedi Jack. Richard biraz kendini toparlamış gibiydi. "Kabalık ettim."

"Ettin doğru. Ama belki de bu sayede., anlarsın..."

"Seni inandırabildim mi?"

"Evet. Belki." Richard ona yaralı bakışlarıyla baktı. Alnını da sivilceler basmıştı. Ağzının çevresi yara doluydu. "Jack, sana bir şey sormak zorundayım. Cevap vermeni istiyorum. Bir şey saklamadan. Sormak istediğim..."

Alı, biliyorum ne sormak istediğini Richie, yavrum.

"Birkaç dakika sonra," dedi Jack. "Birkaç dakikaya kadar bir yığın soru ve benim bildiğim cevaplar ortaya serilecek. Ama daha önce yapmamız gereken bir iş var."

"Ne işi?"

Jack cevap vereceği yerde trene doğru yürüdü, bir an orada durup baktı. Motora, boş kabine, vagona. Farkında olmadan hepsini mi yanında getirmişti California'ya? Sanmıyordu. Wolfla geçiş yapmak zor olmuştu. Richard'ı Thayer'den Diyar'a sürüklerken neredeyse kolu omzundan çıkıyordu. İkisini de bilinçli olarak, çabalar sonucu yapmıştı. Bu sefer geçişi yaparken, hatırlayabildiği kadarıyla treni hiç düşünmemişti. Yalnızca Richard'ı Wolf ların eğitim kampmdan uzaklaştırmak, bu işi de çocuk babasını görmeden yapmak için çabalamıştı. Dünyadan dünyaya geçiş yaptığında her şey biraz değişik bir hale geliyordu. Bir bakıma, geçiş fiili bir tür tecrübe gerektiriyormuş gibiydi. Gömlekler yelek oluyor, blucinler yün pantolon oluyordu. Para, eklemli değnekciklere dönüşüyordu. Ama tren orada nasılsa burada da tıpkı öyleydi. Morgan geçişle nitelik kaybetmeyen şeyi bulmayı başarmıştı demek.

Zaten orada da blucin giyiyorlardı, Jacky.

Evet. Osmond'un da yalnız kırbacı değil, bir de makinelisi vardı. Morgan'ın makinelisi. Morgan'ın treni.
Sırtındaki tüyler diken diken oldu. Anders'in sesi kulağında, Kötü işler, diye fısıldadı.

Kötüydü, doğru. Çok kötüydü hem de. Anders'in hakkı vardı. Tüm şeytanların, birleşmesi gibi bir şeydi bu. Jack lokomotif kabinine eğildi, Uzilerin birini aldı, içine yeni bir şarjör soktu, Richard'ın solgun, düşünceli bir ilgiyle durup bakmakta olduğu yere doğru yürüdü.

"Sağ kalma meraklılarının kampına benziyor burası," dedi. "Hani Üçüncü Dünya savaşına hazırlanıyoruz diye kamplara kapanan tiplerin yerlerine mi."

"Evet, biraz. Kuzey California'da böyle birkaç yer var... bir süre kullanılıyor, sonra insanlar üçüncü Dünya Savaşına ilgilerini kaybediyorlar. Hemen başlamıyor diye kaybediyorlar... ya da başka bir sebeple konudan uzaklaşıyorlar. Benim... benim babam anlatmıştı bunları bir ara." Jack bir şey söylemedi. "O tüfekle ne yapacaksın, Jack?" 'Treni yok edeceğim. İtirazın var mı?"

Richard ürperdi. Ağzına tiksinmiş gibi bir ifade geldi. "Hiç yok." "Uzi bu işi başarır mı dersin? O plastiğe ateş edersem?" 'Tek kurşunla olmaz. Bütün şarjör belki." "Görelim bakalım." Jack emniyeti açtı.

Richard onun koluna sarıldı. "Kendimiz çitin öte yanına geçsek belki iyi olur."

"Pekâlâ."

Sarmaşıklarla kaplı bir çitti. Jack Uzi'yi yassı plastik paketlerine doğru nişanladı. Tetiği çekti, Uzi kükredi. Ateş bir an esrarengiz bir biçimde namlunun ucunda duruyormuş gibi göründü. Kuşlar şaşkın bir korkuyla bağrıştılar, ormanın daha sessiz taraflarına doğru uçtular. Richard yüzünü buruşturdu, avuçlarını kulaklarına kapadı. Branda sıçrıyor, dansediyordu. Şarjör boşalmış, tren hâlâ rayların üzerinde durmaktaydı. "Eh, işte bu harikaydı," dedi Jack. "Aklına daha başka..." Vagon büyük bir kükremeyle mavi bir yangın gibi patladı. Jack vagonun rayların üzerinde havaya yükseldiğini bile gördü. Uçacaktı sanki. Richard'ın boynuna sarıldı, onu aşağıya çekti.

Patlamalar uzun süre sürdü. Madenler ıslık çalıyor, başlarının üzerinden uçuyordu. Karşıki barakanın damına bir maden yağmuru yağmaktaydı. Arada sırada iri bir parça düştükçe kampana gibi ses çıkarıyor, bazen de Jack'in başı üzerindeki çite bir şeyler çarpıyordu. Açılan delik çocuğun iki yumruğundan büyük oluyordu. Richard'ı yakaladı, onu kapıya doğru sürüklemeye başladı.

"Hayır!" diye bağırdı Richard. "Raylar!"

"Ne?"

"Ra..."


Başlarının üzerinde bir şey uçtu, iki çocuk eğildiler, kafaları birbirine çarptı.

"Raylar!" diye bağırdı Richard. Solgun eliyle kafasını ovalıyordu. "Yoldan değil! Raylardan!"

"Tamam!" Jack pek anlamamıştı ama soru sormadı. Bir yerlere gitmeleri şarttı.

İki çocuk paslanmakta olan teneke çit boyunca, askerler gibi sürünerek ilerlediler. Richard biraz daha öndeydi. Rayların kamptan çıktığı yere, çitteki aralığa doğru gidiyordu.

Jack omzunun üzerinden geriye baktı. Görmek isteyeceği kadarını gördü. Trenin büyük kısmı sanki toz olup uçmuştu. Kıvrık maden parçalarının bazısı tanınabilir, bazısı tanınmaz halde, sağda solda yatıyordu. Bu trenin yapıldığı, parasının ödendiği yerlerde. Şarapnel çarpıp ölmemeleri bir mucizeydi çocukların. Hele bir yerlerinin bile çizilmemiş olması kesinlikle inanılır gibi değildi.

Artık işin en kötü yanı bitmişti. Kapının dışmdaydılar. Ayaktaydılar. Bir patlama daha gelirse hemen eğilmeye de hazırdılar.

Richard, "Babam trenini uçurmandan hoşlanmayacak, Jack," dedi.

Sesi son derecede sakindi. Ama Jack ona baktığında, arkadaşının ağlamakta olduğunu gördü.

"Richard..."

"Yo, hem de hiç hoşlanmayacak." Richard kendi sözünü kendisi cevaplar gibiydi.


3

Sık otlar diz boyundaydı. Kamptan uzaklaşan rayların arasında yükselmişlerdi. Jack güney doğrultusunda gitmekte olduklarını sanıyordu. Raylar paslı, çoktan kullanılmamış durumdaydı. Yer yer kıvrılmış, eğrilmişlerdi.

Jack dehşet dolu bir düşünceyle, depremden olmuş, diye geçirdi aklından.

Arkalarında plastikler patlamaya devam ediyordu. Jack tam bitti sandığı şırada bir yeni patlama, duyuluyordu. Arkasına bir kere baktı, gökte bulut gibi kalan kara dumanlan gördü, yangının çıtırtısını dinledi. California kıyısında uzun süre yaşamış insanların hepsi gibi o da korkardı yangından. Ama çıtırtı yoktu. Ormanlar bile New England'daki gibiydi burada. Sık ve nemli. Duru ve kuru havalı Baja yöresinin tam tersine. Ormanlar canlı gibiydi. Raylar ağaçların, çalıların arasından geçiyordu. Sarmaşıklar herhalde zehirliydi. Jack farkında olmadan bileğindeki kızarıklıkları kaşıdı. Rayların arasındaki kumlar bile küflüydü. Gizli bir yer gibiydi burası. Esrarengiz bir yer. Bir sırlar bölgesi.

Hızlı bir adım temposu tutturdu. Polisler veya itfayeciler gelmeden bu raylardan kurtulmak istiyordu. Hızlı yürümek aynı zamanda Richard'ı konuşturmamaya da yarıyordu. Bu tempoyu tutturmak için çok fazla çaba göstermek zorundaydı. Yoksa soru soracaktı.

İki mil kadar gittiklerinde Jack bu kurnazlığından ötürü kendi kendini kutlarken Richard incecik, fısıltı gibi bir sesle seslendi. "Hey, Jack..."

Jack döndüğünde, geride kalmış olan Richard'm yıkıldığını gördü. Bembeyaz teninde kırmızı lekeler yara gibiydi.

Jack koşup onu zor yakaladı. Richard'm hiç ağırlığı kalmamıştı. Boş bir kesekâğıdı kadar hafifti.

"Ah, Tanrım, Richard!"

"Bir iki saniye öncesine kadar iyiydim," dedi Richard aynı zavallı sesle. Soluması çok hızlı ve kuruydu. Gözleri de yan kapalıydı. Jack göz akla-nnı ve renkli bebeklerin alt yanını görebiliyordu. "Birden... baygınlık geldi. Bağışla."

Arkalanndan bir patlama daha duyuldu, parçacıklar dama yağdı. Jack o yana baktı, sonra gözlerini kaygıyla raylara çevirdi.

"Bana tutunabilir misin? Seni biraz taşıyayım." Wolf dan anılar, diye dUşündü.

'Tutunurum,"

"Yapamazsan söyle."

"Jack, yapamayacak olsam yaparım demezdim." Richard'm cesaret verici huyu geri dönmüştü.

Jack, Richard'ı ayağa kaldırdı. Richard sallanarak durdu. Birisi yüzüne üflese devrilecek gibiydi. Jack dönüp çömeldi, ellerini üzengi gibi kıvırdı, Richard Jack'in boynuna sarıldı. Jack ayağa kalktı, gidebildiği kadar hızla yola koyuldu. Tırısa kalkmış sayılabilirdi. Richard'ı taşımak hiç zor olmuyordu. Bunun tek nedeni Richard'ın kilo vermiş olması da değildi. Jack son zamanlarda fıçılar taşımış, sandıklar kaldırmış, elmalar toplamıştı. Sunlight Gardener'in Uzak Tarla'sında az çalışmamıştı... Haleluya diyebilir misiniz? Bunlar sağlamlaştırmıştı onu. Ama sağlamlaşma onun benliğine kadar da uzanıyordu. Tek nedeni iki dünya arasında akrobat gibi gidip gelmek değildi. Jack bir bakıma, yapmaya çalıştığı şeyin yalnızca annesinin hayatını kurtarmak olmadığını sezer gibiydi. Başından beri çok daha büyük bir şey yapmaya çalışıyordu o. İyi bir iş yapmaya uğraşıyordu. Şu anda da böyle çılgınca girişimlerin insanı sağlamlaştırdığını sezmekteydi.


Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə