Stephen King ve Peter Straub Cilt1 Tılsım



Yüklə 2,72 Mb.
səhifə45/55
tarix26.03.2018
ölçüsü2,72 Mb.
#34420
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   55

"Bazen bana yanmda gitmek isteyip istemediğimi sorardı. Ben her seferinde hayır derdim. O başını sallardı. Bir seferinde, hatırlıyorum, 'Daha vakit var,' dedi. 'Her şeyi anlayacaksın, Rich... zamanla.' Ben içimden, eğer kara otelle ilgiliyse anlamak istemiyorum, diye düşündüm.

"Bir gün sarhoşken o binada bir şey olduğunu söyledi. Uzun zamandan beri orada, dedi. Yataklarımızda yatıyorduk, hatırlıyorum. Fırtına vardı o gece. Rüzgâr uğulduyor, dalgalar kumsala gürültüyle çarpıyordu. Agincourt'un tepesinde dönen rüzgâr güllerinin gıcırtısı duyuluyordu. Korkunç bir sesti. O binayı, o odaları düşünüyordum... hepsi de boş..."

"Yalnızca hayaletler," diye mırıldandı Jack. Arkasında ayak sesi duyar gibi oldu, hemen dönüp baktı. Kimse yoktu. Demiryolu bomboştu görebildiği kadarıyla.

"Evet, doğru. Bir tek hayaletler," diye ona katıldı Richard. "Ben de babama, değerli bir şey mi, baba, diye sordum."

"Varlıkların en değerlisi, dedi."

"Ben, o halde biri girer, çalar, dedim. Bu konu... nasıl diyeyim... üzerinde konuşmak istediğim bir konu değildi ama babamın uyumasını da istemiyordum. O rüzgârın sesi, o dalgaların sesi varken, yalnız kalmak istemiyordum.

"Babam güldü. Bir şıkırtı duydum. Yerde duran şişeden kendine biraz viski daha doldurdu.

"Kimse çalacak değil, Rich, dedi. Agincourt'a giren bir serseri, ömründe görmediği şeyleri görür." İçkisini içti. Uykusunun geldiğini anlıyordum. Sonra yine konuştu. Dünyada o şeye bir tek kişi dokunabilir, oda oraya yaklaşamayacak bile, Rich, dedi. Bunu garanti edebilirim. Beni ilgilendiren tek yanı, orada da, burada da aynı olması. Değişmiyor... yani bildiğim kadarıyla değişmiyor. Benim olsun isterdim. Çok işime yarardı. Onunla ngler neler yapabilirdirrhvAma bir bakıma, bence bulunduğu yerde kalması daha iyi."

"O sıra benimvde uykum gelmişti. Ama yine de ona söz ettiği şeyin ne olduğunu sordum."

"Ne dedi?" Jack'in ağzı kupkuruydu.

"Ona taktığı isim..." Richard bir kararsızlık geçirdi, kaşlarını düşünceli bir tavırla çattı. "Ona, mümkün olan bütün dünyaların ekseni dedi. Sonra güldü. Bu sefer başka bir isim taktı. Senin hoşlanmayacağın bir şey."

"Neydi o?"

"Kızacaksın."

"Haydi, Richard, söyle artık."

"Ona... şey... Phil Sawyer'in çalgınlığı dedi."

Jack öfke yerine baş döndüren bir heyecan hissetti. Oydu tabii. Tıl-sım'dı. Mümkün olan bütün dünyaların ekseni. Kaç dünya olabilirdi? Tanrı bilirdi ancak. Amerika toprakları, asıl Diyar, varsayımlı Diyar Diyar'ı, ve böylece devam edip gidebilirdi. Berber dükkânlarının önündeki direklerde dönen helezon gibi. Bir dünyalar evreni. Boyutlu bir dünyalar mak-rokozmu. Hepsinde de değişmeyen bir tek şey vardı. Bir tek birleştirici kuvvet. Kesinlikle iyi olan bir şey. Şu sıra o kötü yerde hapis bile olsa. Tılsım... mümkün olan tüm dünyaların ekseni. Aynı zamanda da Phil Sawyer'in çılgınlığı mıydı o? Herhalde. Phil'in çılgınlığı... tutkusu... Jack'in tutkusu... Morgan Sloat'un... Gardener'in... ve tabii iki Kraliçe'nin de umudu. "Mesele ikizlilerle kalmıyor," dedi alçak sesle. Richard gözleri adımlarında, yürüyordu. Ürkek bir bakışla Jack'e baktı.

"Mesele ikizlilerle kalmıyor, çünkü iki dünyadan fazla var. Üçüzlü-ler... dördüzlüler... kim nereden bilebilir? Burada Morgan Sloat, orada Orris'li Morgan, belki bir başka yerde de Azreel Dükü Morgan. Ama o otelin içine hiç gitmemiş."

"Neden söz ettiğini anlayamıyorum," dedi Richard ezik bir sesle. Bu ses tonunda, ama sen yine de konuşmaya devam edeceksin, gibi bir anlam vardı. Saçmalıktan deliliğe doğru yol alacaksın. Seabrook Adası yolcuları, gemiye!

"içeriye giremiyor! Yani California'lı Morgan giremiyor... nedenini biliyor musun? Çünkü Orris'li Morgan giremiyor da ondan. Orris'li Mor-gan'ın giremeyişi de, California'lı Morgan'ın giremeyişinden. Eğer içlerinden bir tanesi bu otelin kendine karşılık gelen kopyasına giremiyorsa, o zaman hiçbiri giremiyor. Anlıyor musun?"

"Hayır."

Jack bu keşfinden heyecanlanmış olduğundan Richard'ın ne dediğini duymadı.

"İki Morgan olsun, ya da iki düzine Morgan olsun. Önemi yok. İki Lily veya düzinelerce dünyada düzinelerce kraliçe, Richard, bunu düşün bir! Nasıl da karışıyor insanın zihni! Düzinelerce kara otel... ama başka bir dünyada belki kara lunapark olur... kara treyler olur... ne olur bilemem. Ama Richard..."

Sustu, olduğu yerde durdu. Richard'ı omuzlarından tutup çevirdi, yüzüne baktı. Gözleri parlıyordu. Richard ondan uzaklaşmaya çalıştı, sonra durdu. Jack'in yüzündeki ateşli güzellik onu trans haline sokmuştu. Richard bir an için her şeyin mümkün olduğuna inandı. Birdenbire, kısa bir süre için, kendini iyileşmiş hissetti.

"Ne?" diye fısıldadı.

"Bazı şeyler dışlanmıyor. Bazı insanlar dışlanmıyor... Onlar... şey... tek-tabiatlı. Başka ifade edecek kelime bulamıyorum. Onlar da tıpkı onun gibi... yani... Tılsım gibi. Tek tabiatlı. Ben. Ben tek tabiatlıyım. Bir ikizlim vardı ama öldü. Yalnızca Diyar'da değil, bizimki hariç, başka tüm dünyalarda da öldü. Bunu biliyorum. Hissediyorum. Babam da biliyordu. Sanıyorum bana Gezgin Jack demesinin nedeni buydu. Ben eğer buradaysam, orada değilim demektir. Oradayken de burada değilim. Ve... Richard... sen de öylesin."

Richard ona ağzını açamadan baktı.

"Hatırlayamazsın. Ben Anders'le konuşurken sen kendinde değildin. Ama Orris'li Morgan'ın bir oğlu varmış. Anders söyledi. Adı Rushton'-muş. O kim, biliyor musun?"

"Evet," diye fısıldadı Richard. Gözlerini hâlâ Jack'inkilerden ayıramıyordu. "Benim ikizlimdi."

"Evet, öyle. O çocuk küçükken ölmüş dedi Anders. Tılsım tek tabiatlı. Biz de tek tabiatlıyız. Baban öyle değil. Ben Orris'li Morgan'ı öteki dünyada gördüm. Babana benziyor ama baban değil. O kara otele giremez.

Richard. Şimdi giremez. Ama benim tek tabiatlı olduğumu nasıl biliyorsa, senin öyle olduğunu da biliyor. Benim ölmüş olmamı ister, seni de kendinden yana ister.

* "Çünkü o zaman... eğ$r bu Tılsım'a sahip olmaya karar verisse, gidip alasın diye seni yollayabilir, öyle değil mi?"

Richard titremeye başladı.

"Boş ver." dedi Jack ciddi bir sesle. "Baban ona kaygılanmak zorunda kalmayacak. Tılsımı biz çıkaracağız dışarı. Ama o elde edemeyecek."

"Jack, ben o yere girebileceğimi sanmıyorum," dedi Richard. Ama çok kısık, zayıf bir fısıltıyla konuşuyordu. Jack yürümeye başlamış olduğundan onun bu sözlerini hiç duymadı.

Richard ona yetişmek üzere hızlandı.


12

Konuşmalar hızını kaybetmişti. Öğle vakti geldi ve geçti. Orman çok sessizleşmişti. Jack iki kere kıvrık, garip gövdeli ağaçlar gördü. Raylara çok yakın yerde bitmişlerdi. O ağaçların görünüşünü hiç beğenmiyordu. Tanıdık geliyordu ona o ağaçlar.

Richard gözleri adımlarında yürürken sonunda sendeleyip düştü ve başını çarptı. Bundan sonra Jack onu bir kere daha sırtına alıp taşıdı.

"İşte, Jack!" diye seslendi Richard neden sonra.

İlerde raylar eski bir garaja girip gözden kayboluyordu. Garajın kapılan açıktı. İçerisi loş, tozlu gibiydi. Burası belki bir zamanlar Richard'ın dediği gibi hoş bir yer olabilirdi ama, şimdi artık öyle değildi. Garajın ilerisinde bir otoyol gözüküyordu. 101 numaralı otoyol herhalde, diye tahmin etti Jack.

Daha ötede de okyanus vardı. Dalgaların sesi duyuluyordu.

"Geldik galiba," dedi kuru bir sesle.

Richard, "Hemen hemen," diye cevap verdi. "Point Venuti, yolun bir mil kadar ilerisinde. Tanrım... keşke oraya gitmek zorunda olmasaydık, Jack... Jack? Nereye gidiyorsun?"

Jack hiç çevresine bakmadı. Raylardan indi, o garip ağaçlardan birinin çevresinden dolaştı, otoyola yöneldi. Otların arasından gidiyordu. Garajdan, yani Morgan Sloat'un özel treninin evinden bir kıpırtı ve bir ses duyuldu, Jack o tarafa bakmadı bile.

Yola vardı, karşıya geçti, ilerledi.


13

1981 yılının Aralık ayı ortalarında Jack Sawyer adlı bir çocuk karayla denizin birleştiği yerde durdu. Ellerini blucininin ceplerine sokmuş, durgun Büyük Okyanusa bakıyordu. Oniki yaşındaydı. Yaşına göre olağanüstü güzeldi. Kumral saçları uzuncaydı... belki gereğinden fazla uzundu... ama denizin rüzgârı o saçları alnından arkaya doğru itiyor, güzel yüzünü, geniş alnını ortaya çıkarıyordu. Orada durup, ölmekte olan annesini, sonra yanında olan ve olmayan dostlarını düşündü, daha sonra da dünya içindeki dünyaları ve her birinin nasıl kendi rotasında ilerlemekte olduğunu düşündü.

Bunca yol aldım, dedi kendi kendine... ürperdi. Gezgin Jack, okyanustan okyanusa. Gözleri birden yaşlarla doldu. Tuzlu kokuyu derin derin içine çekti. Buradaydı işte... Tılsım da yakınındaydı.

"Jack!"


Jack önce ona bakmadı. Gözleri büyük okyanusa dalmıştı. Güneş ışığı dalgalara vuruyordu. Kendisi buradaydı. Varmıştı buraya. Başarmıştı. Kendisi...

"Jack!" Richard onun omzuna vurdu, dalgınlıktan kurtulmasını sağladı.

"Bak!" Richard, ağzı açık, yolun ilerisindeki bir şeyi gösteriyordu. Point Venuti'nin bulunduğu tarafta herhalde. "Şuraya bak!"

Jack baktı. Richard'ın şaşkınlığını anlıyordu ama, kendisi hiç şaşmıyordu. Richard, babasıyla Point Venuti'de kaldıkları motelin adını söylediğinde nasıl şaşmadıysa, yine öyle şaşmıyordu. Mesele şaşkınlık değildi ama...

Ama annesini görmek yine de hoş bir şeydi!

Yüzü yerden beş metre yüksekteydi. Jack'in hatırladığından daha genç bir yüzdü. Lily'nin en ünlü olduğu zamanlardaki yüzüydü. Saçları koyu san ve parlaktı. Geriye çekilip Tuesday Weld tipi bir at kuyruğu yapılmıştı. Yüzündeki o tipik, aldırmaz gülümseme ise sırf kendisine aitti. Film dünyasında başka hiç kimse öyle gülümsemezdi. O icad etmişti bu gülümsemeyi. Patenti de hâlâ ondaydı. Tek omzunun üzerinden geriye bakıyordu. Jack'e. Richard'a... mavi büyük okyanusa.

Annesiydi... ama Jack gözlerini kırpıştırdığı anda yüz değişti. Pek az değişti. Çene hattı yuvarlaklaştı, elmacık kemikleri çıkıklığını kaybetti, gözler daha bile derin bir mavi oldu, saçlar koyuldu. Artık Laura DeLoessi-an'ın yüzü olmuştu. Jason'un»annesinin. Jack gözlerini bir daha kırpıştırdı, yine kendi annesini gördü. Annesi yirmi sekiz yaşındayken. Şakadan anla-mıyorsan ben ne^apayım, dermiş gibi gülümserken.

Bir reklâm panosuydu karşısındaki. Tepesinde de yazılar vardı.

'B' KATEGORİSİ FİLMLER YILLIK ÜÇÜNCÜ FESTİVALİ

POİNT VENUTİ, CALİFORNIA

BİTKER SİNEMASI

10-20 ARALIK

KARŞINIZDA BU YIL LILY CAVANAUGH

"Jack, annen," dedi Richard. Sesi dehşet içinde ve boğuk çıkıyordu. "Bu raslantı mı yalnızca? Olamaz, değil mi?"

Jack başını iki yana salladı. Hayır, raslantı değildi. Onun gözlerini ayıramadığı kelime, tabii, KRALİÇE kelimesiydi. "Haydi gel," dedi Richard'a, "Hemen hemen geldik sanıyorum." ikisi yanyana, yolun yanı sıra Point Venuti'ye doğru yürüdüler.

Bölüm: 38

YOLUN SONU
1

Jack, Richard'ın çökmeye hazır duruşuna, terden parıldayan yüzüne bakıyordu yürürken. Çocukcağız kendini yalnızca irade gücüyle sürüklüyor-muş gibiydi. Yüzünde ıslak görünüşlü birkaç sivilce daha belirmişti.

"İyi misin, Richie?"

"Hayır, kendimi pek iyi hissetmiyorum. Ama yine de yürüyebiliyorum, Jack. Beni taşımana gerek yok." Başını eğdi, sürüklenmeyi sürdürdü. Jack o demiryolu ve o istasyonla ilgili onca anısı olan arkadaşının şu an gerçekten çok rahatsız olduğunu, çok acı çektiğini, kendisinin çektiğinden bile fazlasını çektiğini görüyordu. Bu yoldan, bu otlardan, bu zehirli sarmaşıklardan... ve en sonunda da, parlak renge boyanmışken hiç boyası kalmayan kapkaranlık bir binadan ötürü.

Bacağım budalaca bir tuzağa sıkışmış gibi hissediyorum, demişti Richard. Jack bunu çok iyi anlayabiliyordu ama, yine de Richard kadar derinlemesine anlamasına imkân yoktu. O kadar anlayışa dayanamayacağını biliyordu. Richard'ın çocukluğunun bir dilimi, yakılarak, dağlanarak çıkarılmıştı içinden. İçi dışına çekilmişti. Demiryoluyla o ölü istasyon tek başlarına yeterlerdi Richard'a. Oysa bu yetmiyormuş gibi, babası hakkında her yeni öğrendiği ve kabullendiği şeyle birlikte, çocukluğunun yeni yeni kısımları mahvoluyordu. Tıpkı Jack gibi, Richard'ın da bütün hayatı Diyar'ın çizgileri çerçevesinde katlanıvermişti. Richard bu değişikliğe hiç hazır değildi.
2

Tılsım konusunda Richard'a söylediklerinin doğru olduğuna yemin edebilirdi Jack. Tılsım onların geldiğini biliyordu. Jack de onun varlığının annesinin resmi olan ilânı gördüğü andan itibaren hissetmeye başlamıştı. Şimdi o duygu çok daha güçlü ve âcil bir hale gelmişti. Sanki kilometrelerce ötede büyük bir hayvan uyanmış, homurtusu toprağı titretiyordu. Ya da ufkun hemen ötesindeki yüz katlı bir binadaki tüm ampuller bir anda yanmış, çıkardığı ışık yıldızlan saklamaya başlamıştı... ya da birisi dünyanın en büyük mıknatısını harekete geçirmiş, o mıknatıs Jack'i kemerindeki tokadan, cebindeki bozuk paralardan, dişlerindeki dolgulardan çekiyor, iyice kendine çekmeden rahat edemeyecekmiş gibi davranıyordu. O homurdanan hayvan, o ânî parlayan ışık, o mıknatıs özlemi, hep birlikte Jack'in göğsünde yankılanıp durmaktaydı. Orada, Point Venuti tarafında bir şey Jack Sawyer'i istiyordu. Jack Sawyer'in ise kendisini bu kadar kuvvetle çağıran varlık hakkında tek bildiği, onun büyük olduğuydu. Küçük bir şeyin bu kadar gücü olamazdı. Fil kadar, kent kadar bir şey olmalıydı.

Jack bu kadar kocaman bir şeyi nasıl idare edebileceğini düşündü. Tılsım sihirli ve karanlık bir eski otelde hapisti. Herhalde oraya konmasının yan sebebi, onu kötü ellerden korumaksa, yarı sebebi de, niyeti ne olursa olsun herhangi bir kimsenin onu idare etmesinin zor olmasıydı. İdare edeyim derken insanın ya kendine, ya da Tılsım'a zarar vermesi işten bile değildi. Jack kendisini çağıran kuvveti hissederken, inşallah Tılsım'ın önünde zayıf kalmam, diye dua etmekteydi.

"Anlayacaksın, Rich." Jack bunu Richard'ın ağzından duyunca şaşırdı. "Babam bana öyle diyordu," diye devam etti Richard. "Anlayacakmı-şım. Anlayacaksın, Rich."

Jack, Richard'a kaygılı gözlerle bakarak, "Öyle," dedi. "Şimdi kendini nasıl hissediyorsun, Richard?"

Ağzının çevresindeki yaralara ek olarak Richard'ın alnı da sivilcelerin arasına serpilmiş kırmızı lekelerle, çıkıntılarla dolmuştu. Bir yığın böcek kendilerini derisinin altına gömmüşler gibi görünüyordu. Jack bir an için Richard'ı okulunda, kendisi pencereye tırmandığı zamanki haliyle düşündü. Gözlüğü gözünde, kazağı pantolonunun içine sokulmuş, düzenli Richard. O çocuk bir daha geri dönecek miydi acaba?

"Hâlâ yürüyebiliyorum," dedi Richard. "Ama acaba onu mu demek istiyordu? Anlayacağım şey bu muydu..."

Jack, "Yüzünde değişiklik var," dedi. "Biraz dinlenmek ister misin?"

"Hayır. O kaşıntıları hissedebiliyorum. Sırtımda da var sanıyorum."

"Bir bakayım." Richard yolun orta yerinde durdu, köpek gibi itaatkâr davrandı. Gözlerini yumdu, ağzından soluk alıp vermeye başladı. Alnındaki, şakaklanndaki kırmızı benekler alevlendi. Jack onun arkasına geçti, ceketini ve kirli gömleğinin eteğini kaldırdı. Sırttaki benekler daha küçüktü. O kadar şiş değildi. Richard'ın zayıf omuzlarından beline doğru yayılıyordu. İsilik gibi bir şeydi.

Richard morali bozuk biçimde iç çekti.

"Sırtında da var ama kötü değiller pek," dedi Jack.

"Sağol." Richard soluk aldı, başını kaldırdı. Tepede gri gökyüzü sanki dünyanın üzerine çökebilecekmiş kadar ağır görünüyordu. Okyanus kayalarda gümbürdedi. "Aslında bir iki mil var yok," dedi Richard. "Yürürüm."

"Gerektiği zaman seni sırtımda da taşırım." Jack bu sözle Richard'ın yakında yine dermansız kalacağına inandığını açığa vurmuş oluyordu.

Richard başını iki yana salladı, gömleğini tekrar pantolonunun içine sokmak için beceriksiz bir çaba gösterdi. "Bazen sanki... bazen sanki yapa-mazmışım gibi geliyor..."

"O otele gireceğiz, Richard," dedi Jack. Richard'ın kolunu tutmuş, onu adım atmaya zorluyordu. "Sen ve ben. Birlikte. Girince ne olacak, hiç düşünemiyorum ama sen ve ben gireceğiz oraya. Bizi durdurmak için karşımıza ne dikilirse dikilsin. Bunu unutma sakın."

Richard ona yarı korku, yan minnet dolu bir bakışla baktı. Jack o anda Richard'ın yanaklarında çıkmaya hazırlanan yeni kızarıklıkların gölgesini de görebildi. Kendisini çekip duran o gücü bir daha hissetti. Kendisi Richard'ı nasıl çekiyorsa, tıpkı öyle.

"Babamı demek istiyorsun," dedi Richard. Gözlerini kırpıştırdı. Ağla-mamaya çalışıyordu ama, heyecan bütün duygularını büyütmekteydi.


"Her şeyi demek istiyorum," dedi Jack. Bu pek de doğru sayılmazdı.

"Haydi, gidelim, dostum."

"Ama ben ne zaman anlayacağım? Bazı şeyleri hiç..." Richard savunmasız gözlerini tekrar kırpıştırdı. Jack onun çevreyi bulanık görmekte olduğunu hatırladı.

"Daha şimdiden anladıkların epey arttı, Richie," dedi arkadaşına.

Bir an için Richard'ın yüzünde yürek burkan acı bir gülümseme belirdi. Anlamak istediğinden çok daha fazlası anlatılmıştı ona. Jack de o anda, keşke Thayer okulundan gece yarısı tek başıma kaçsaydım, diye düşünüyordu. Richard'ın masumluğunu koruma dönemi çok gerilerde kalmıştı artık. Eğer eskiden öyle bir ihtimal vardıysa tabii. Jack'in görevinin gerekli bir parçasıydı Richard. Güçlü ellerin yüreğine sarıldığını hissetti. Jason'un elleri. Tılsım'ın elleri.

"Gidiyoruz," dedi. Richard yine aynı tempoda yürümeye başladı.

"Point Venuti'de babamı göreceğiz, değil mi?" diye sordu.

Jack, "Seni kollayacağım, koruyacağım, Richard," dedi. "Sürü sensin şimdi."

"Ne?"

"Kimse sana bir zarar veremeyecek. Sen yeter ki kaşına kaşına öldürme kendini."



Richard yürürken kendi kendine mırıldandı. Elleri kızarık şakaklarına doğru yükseldi, ovaladı, ovaladı. Arasıra parmaklarını saçlarının arasına daldırıyor, köpek gibi kaşıyordu kendini. Kısmî rahatlama, homurdanmasına yol açıyordu.
3

Richard gömleğini kaldırıp sırtındaki kaşıntıları gösterdikten az sonra ilk Diyar ağaçlarını gördüler. Otoyolun kara tarafında yetişmiş bir ağaçtı ilki. Kara dalları ve biçimsiz, kalın gövdesi, kızıl yapraklı zehirli sarmaşıkların arasından yükselmişti. Budak delikleri ya göz, ya ağız gibi açıktı çocuklann karşısında. Dibindeki sarmaşık yaprakları rüzgâr esiyormuş gibi hışırdıyor, kıpırdıyordu. "Haydi, karşıya geçelim." Jack arkadaşının ağacı görmemiş olabileceğini umuyordu. Arkadan yapraklar arasında kıpırdayan köklerin çıkardığı hışırtı sesleri duyuluyordu hâlâ.

Bir çocuk mu o? Çocuk olabilir mi oradaki? Belki de çok özel bir çocuk?

Richard'ın elleri yine şakaklarına doğru uçtu. Yanaklarındaki yeni kızarıklıklar bir korku filmi makyajına benziyordu. Lily Cavanaugh'un eski filmlerinden birinde çocuk canavar rolüne çıkmış gibiydi. Jack, Richard'ın ellerinin üstünde de kırmızılıklar başladığını gördü.

"Gerçekten yürüyebilecek misin, Richard?" diye sordu.

Richard başını salladı. 'Tabii. Daha bir süre." Gözlerini kısıp yolun karşısına baktı. "Şu normal bir ağaç değil, değil mi? Ömrümde böyle ağaç görmedim. Kitaplarda bile. Bu Diyar ağacı, değil mi?"

"Korkarım öyle," dedi Jack.

"Demek ki Diyar çok yakında, değil mi?"

"Herhalde öyle"

"Yani ilerde bu ağaçlardan daha da göreceğiz, değil mi?"

"Madem cevabını biliyorsun, neden soruyu soruyorsun? Öff, Jason, amma da aptalca lâf. Özür dilerim, Richie... Galiba o ağacı görmezsin diye umuyordum. Evet, herhalde ilerde yenilerine de rastlayacağız. Yanlarına fazla sokulmayalım."

Geçtikleri yerler zaten Diyar tarafından işgal edilmişe benziyordu. Richard.

"Sırtıma bir daha bakabilir misin?" diye sordu.

'Tabii." Jack gömleğin eteğini tekrar kaldırdı. Canı inlemek istedi ama ağzından ses çıkarmamayı başardı. Richard'm sırtı sıcaklık verecek kadar kızgın kırmızı şişliklerle dolmuştu. "Biraz daha kötü," dedi.

"Bana da öyle gelmişti. Biraz diyorsun, ha?"

"Biraz."


Az sonra Richard krokodil bir bavula benzeyecek, diye düşündü Jack. Ya da Fil Adamın oğluna.

* * *


İlerde iki ağaç birleşiyordu. Gövdeleri birbirinin çevresinde dönüyor, ama sevgiden çok şiddet ifade ediyordu. Jack hızla yürürken oraya baktı. Gövdelerin kabuğunda kendilerine doğru açılmış ağızların küfürler ya da öpücükler yollamakta olduğunu hissetti. Köklerin birbirine sürtündüğünü duyduğundan ise emindi. "ÇOCUK! BİR ÇOCUK VAR ORADA! BİZİM ÇOCUK ORADA!"

Daha akşama çok vardı. Ama hava karanlık, puslu, eski bir gazete fotoğrafı gibi kumluydu. Tanınmaz otlar kaplıyordu otoyolun kara tarafını. Hiç çiçekleri yoktu. Yaprakları da azdı. Birbirine dolanmış yılanlara benziyorlar, dizel yakıtı gibi kokuyorlardı. Güneş arasıra bulutların arasından solgun bir alev gibi parlıyor, Jack'e eskiden gördüğü bir Indiana fotoğrafını hatırlatıyordu. Oralarda bir yerden Tılsım onu giysilerinden yakalamış gibi çekti. Mümkün olan tüm dünyaların nexus'u. Richard'ı o cehenneme götürüyordu kendisi. Orada Richard'ın hayatı için tüm gücüyle mücadele edecekti. Gerekirse ayak bileklerinden çekerek götürürdü Richard'ı. Ric-har da bunu hissetmiş olmalıydı. Bir yandan yanlarım, sırtım kaşırken bir yandan da itiraz etmeden yürüyordu çünkü.

Bunu yapacağım, dedi Jack kendi kendine. Cesaretlenmek için böyle söylediğini farkedemedi. Bir düzine değişik dünyadan geçmek zorunda bile kalsam, yapacağım.
4

Yolun üçyüz metre kadar ilersinde bir grup Diyar ağacı yol kenarına soyguncular gibi dizilmişti. Jack karşı taraftan ilerlerken onların dolaşık köklerine baktı. Sanki bir iskeleti kucaklıyorlardı toprakta. Jack yutkundu, Richard'ı arkasında tasmayla çeker gibi sürükleyerek hızlı adımlarla oradan geçti.


5

Birkaç dakika sonra Jack Sawyer ilk defa olarak Point Venuti'yi gördü.

Bölüm: 39

POINT VENUTİ


1

Point Venuti çukurda kalmış bir yerdi. Tepenin okyanusa inen yamaçlarına sarılmış gibiydi. Arkasında daha yüksek tepeler karanlık gökyüzüne doğru yükseliyordu. Buruş buruş dev filler gibiydiler. Yol tahta duvarların yanısıra ilerledi, sonra bir köşeyi dönünce dar uzun metal bir bina gözüktü. Ya fabrika, ya da bir ambar olmalıydı. Onun aşağısında, yamaçta teras teras daha başka depolar ve binalar da vardı. Jack'in baktığı yerden, yol bir süre gözükmüyor, ancak karşı yamaca tırmanmaya başladığı zaman tekrar ortaya çıkıyordu. Ordan San Francisco'ya doğru devam edip gitmekteydi. Yalnızca ambarların merdiven gibi inen damlan vardı ortada. Yanlarında çitle çevrilmiş otopark yerleriyle, tâ uzakta, sağ tarafta da denizin kurşunî rengiyle. Yolun görünen kısmında insan falan yoktu. En yakın fabrikanın pencerelerinde kimsenin başı gözükmüyordu. Boş park alanlarında tozlar uçuşmaktaydı. Point Venuti terkedilmiş bir yere benziyordu ama Jack biliyordu öyle olmadığını. Morgan Sloat'la hempaları... yani Diyar'daki çuf-çuf savaşından sağ kurtulanlar, Gezgin Jack'le

Mantıklı Richard'ı burada bekliyor olacaklardı. Tılsım, Jack'e seslendi, onu hızlı yürümeye zorladı. "Eh, geldik işte, arkadaş," deyip adımım attı Jack.

Point Venuti'nin iki yenr-dikkat çeken yanı çok geçmeden göze çarptı. Birincisi, bir Cadillac limuzin arabanın arka tamponunun yaklaşık yirmi-beş santimlik ucuydu. Jack arabanın pırıl pırıl siyah boyalı olduğunu, tamponunun parıldadığını, stop lambasının da bir ucunu görebildi. Bunun şoförlüğünü yapan Wolf inşallah Hazırlık Kampı kurbanları arasındadır, diye geçirdi içinden. Sonra okyanusa doğru bir kere daha baktı. Gri sular vurup duruyordu kıyıya. Adımının orta yerindeyken ambar binasının damında bir hareket dikkatini çekti. GEL BURAYA diye çağırdı onu Tılsım o mıknatıs gücüyle. Point Venuti sıkılan bir yumruk gibi küçülmüşe benziyordu. İlerde bir damın üzerinde karanlık ama renksiz, rüzgâr gülü biçiminde bir kurt başının dönmekte olduğunu ancak görebildi. Rastgele, sağlı sollu dönüp sonra peşpeşe turlar tamamlayan rüzgâr gülüne bakarken, kara oteli ilk defa görmekte olduğunu anladı. Depo binalarının damlarından, ilerki yoldan, kasabanın görünmeyen kesiminden yanılmaz bir düşmanlık yükselmekteydi. İnsan yüzünde bir tokat gibi hissediyordu o düşmanlığı. Diyar şu anda Point Venuti'ye doğru kanıyor, diye düşündü Jack. Gerçeklik pek incelmişti burada. Kurt kafası anlamsız hareketlerle havada kıpırdıyor. Tılsım, Jack'i çekmeyi sürdürüyordu. GEL BURAYA GEL BURAYA ŞİMDİ GEL ŞİMDİ ŞİMDİ GEL ŞİMDİ... Jack, Tılsımın o inanılmaz biçimde durmadan artan çekme gücünün yanında bir de sesi olduğunu, kendisine bir şarkı söylemekte olduğunu hissetti. Sözleri ve ezgisi olmayan bir şarkı... ama başka kimsenin duyamadığı, alçalan ve yükselen bir şarkı.


Yüklə 2,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   41   42   43   44   45   46   47   48   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə