Stephen King Yazma Sanatı



Yüklə 0,96 Mb.
səhifə15/20
tarix19.07.2018
ölçüsü0,96 Mb.
#56547
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20

(1) Hayvan Çiftliği.

217


Stephen King

dolu oluyordu) ama el yazması bittiğinde de kitap tamamen hazır oluyordu. Doğruca baskıya verilebilirdi. Yine de çoğu yazarın belli tutumları olduğuna inanıyorum ve burada konuşmak istediklerim de onlar. Bir süredir yazı yazıyorsanız, bu kısımda benim yardımıma pek ihtiyacınız olmayabilir; kendi düzeninizi geliştirmişsinizdir. Ancak yeni başlıyorsanız, hikâyenizi iki kere elden geçirmenizi önermeme izin verin; biri odanızın kapısı kapalıyken yazdığınız, biri de kapı açıkken.

Kapı kapalıyken, zihnimdekileri doğrudan kâğıda dökme işini yaparım, elimden geldiğince hızlı yazarım ve rahatsız da olmam. Kurgu yazmak, özellikle de uzun bir kurgu yazmak zor ve yalnızlık dolu bir iş olabilir; banyo küvetiyle Atlantik Okyanusu'nu geçmek gibidir. İnsanın kendinden kuşkuya düşmesi için çok fazla fırsat vardır. Eğer hızla yazarsam, hikâyemi tam zihnimde oluştuğu gibi kâğıda aktarırsam, sadece karakterlerimin adlarını ve önceki durumlarını hatırlamak için geriye bakarsam, ilk hevesimi koruyabildiğimi ve aynı zamanda her zaman hazırda bekleyen kuşkularımdan kurtulabildiğimi görürüm.

İlk müsvedde -Bütün Hikâye Müsveddesi- hiç kimseden yardım alınmadan (veya kimse karışmadan) yazılmalıdır. Ya ortaya çıkardığınız işten gurur duyduğunuz için ya da kuşkuya kapıldığınız için yakın bir dostunuza (ki bu konuda yakın dostunuz olarak çoğunlukla yatağınızı paylaştığınız kişi gelir aklınıza) yazdıklarınızı göstermek isteyeceğiniz bir an gelebilir. Bu konuda yapabileceğim en iyi öneri bu dürtüye direnmenizdir. İstim üzerinde kalın; ne eleştiri ne övgü, hatta ne de anlamlı sorular uğruna Dış Dünya'dan birine yazdıklarınızı göstererek, basıncı azaltmayın. Bırakın, ne kadar zor olursa olsun, başarı umutlarınız (ya da başarısızlık korkularınız) devam etsin. Bitirdiğinizde ortaya çıkma zamanı da gelecek... ama bitirdikten sonra

218

Yazma Sanatı



bile, bence dikkatli olmalı ve hikâye henüz sizin izlerinizden başka iz taşımayan karla kaplı bir tarla gibiyken kendinize bir şans tanımalısınız.

Kapı kapalı olarak yazmanın harika yanı, diğer her şeye kapalı olarak kendinizi hikâyeye odaklanmak zorunda hissetmenizdir. Kimse size "Garfield'in lüzumsuz laflarını kullanarak ne yapmaya çalışıyorsun?" veya "Yeşil elbisenin ne önemi var ki?" diye soramaz. Garfield'in sözlerinde hiçbir anlam olmayabilir veya belki Maura, sırf siz onu ilk hayal ettiğinizde yeşil giymiş olduğu için yeşil giyiyordur. Öte yandan, bu tür şeylerin belli bir anlamı da olabilir (ya da ağaçlara değil de ormana baktığınız aşamada olacaktır). Ne olursa olsun, ilk müsvedde üzerinde düşünmek için yanlış yerdir.

Başka bir şey daha var, eğer kimse size "Ah Sam (veya Amy)! Bu harika olmuş!" demezse, oturup da lanet hikâyeyi anlatmak yerine, yanlış bir şeye odaklanarak rahatlamazsınız... harika olmuş gibi mesela.

Şimdi, diyelim ki ilk müsveddenizi bitirdiniz. Tebrikler! İyi iş! Bir kadeh şampanya alın, pizza ısmarlayın, bir şey kutlarken her ne yapıyorsanız onu yapın. Eğer romanınızı okumak için sabırsızlıkla bekleyen biri varsa -bir eş mesela, siz düş peşinde koşarken dokuz beş çalışıp faturaların ödenmesine katkıda bulunan kişi- o zaman kitabı okutma zamanı gelmiş demektir... ama, sadece ilk okurunuz ya da okurlarınız, siz kitap hakkında onlarla konuşmaya hazır olduğunuzu hissedene kadar bu konuda konuşmamaya söz verirlerse.

Bu biraz keyfi bir hareketmiş gibi gelebilir ama aslında değildir. Büyük bir iş yapmışsınızdır ve biraz dinlenmeye ihtiyacınız vardır (bunun süresi yazara göre değişir). Zihniniz ve hayal gücü-

219


Stephen King

nüz -birbiriyle ilişkili ama kesinlikle iki ayrı şey- en azından bu işle ilgili olarak yenilenme ihtiyacı içindedir. Önerim birkaç gün ara verip balığa, kayağa gitmeniz, yapboz çözmekle uğraşmanızdır, -sonra da başka bir konuda çalışın. Tercihen daha kısa ve sizi kesinlikle yeni bitirdiğiniz kitaptan başka bir yöne yöneltecek bir konuda. (Ben oldukça iyi bazı uzun hikâyelerimi -The Body0) ve Apt Pupüm gibi- daha uzun işler olan The Dead Zone ve The Dark Half in dinlenme aralarında yazmıştım.)

Kitabınızı ne kadar bir süre dinlenmeye bırakacağınız -yoğurma aralarında ekmek hamurunun dinlenmeye bırakılması gibi- tamamen size kalmıştır, ama bence bu süre en az altı hafta olmalı. Bu süre zarfında müsveddeniz özenle bir çekmeceye kaldırılır, yaşlanır ve olgunlaşır (insan böyle umuyor). Zihniniz sık sık ona kayar ve en az on kere, sırf en beğendiğiniz kısımlara bir daha göz atıp, ne kadar harika bir yazar olduğunuz duygusunu bir daha yaşamak için de olsa, aklınızdan onu çıkarıp bakmak geçer.

Bu arzuya direnin. Direnmezseniz, o kısımları pek de beğenmediğinize karar verebilir ve düzeltmeye kalkabilirsiniz. Bu iyi olmaz. Sizin için bundan daha kötü olabilecek tek şey ise, o kısımların hatırladığınızdan bile iyi olduğuna karar vermenizdir... niye her şeyi bırakıp bütün kitabı yeniden okumuyorsunuz o zaman? Hadi tekrar çalışmaya başlayın! Tabi canım, hazırsınız işte! Siz şu kahrolası Shakespeare'siniz zaten!

Ama değilsiniz ve yeni bir projeye (ya da normal günlük yaşamınıza) kendinizi iyice kaptırıp, üç beş ay boyunca, günde birkaç saat yeniden dünyayı unutur hale gelene kadar da müsveddenize geri dönmeye hazır olmazsınız.

<¦> Ceset (Altın Kitaplar).

(2) Kuşku Mevsimi adlı kitaptaki öykülerden biri.

220

Yazma Sanatı



O gün geldiğinde (ki o günü ofisteki takviminize işaretlemiş olabilirsiniz) müsveddenizi çekmeceden çıkarın. Eğer gözünüze eskiciden veya hiç hatırlamadığınız bir garaj satışından alınmış yabancı bir kalıntı gibi görünüyorsa hazırsınız demektir. Kapınız kapalı olarak (yakında dünyaya açacaksınız), elinizde bir kalem ve yanınızda bir A4 boyutunda not defteriyle başına oturun. Sonra müsveddenizi baştan okuyun.

Mümkünse bunu bir oturuşta tamamlayın (tabi kitabınız dört beş yüz sayfaysa bu mümkün olmaz). Almak istediğiniz tüm notları alın ama, yanlış heceler veya tutarsızlıklar gibi sıradan konulara konsantre olun. Bunlardan epeyce olacaktır; sadece Tanrı ilk seferinde mükemmel iş yapabilir ve sadece bir aptal, "Aman bırak kalsın, redaktörler var bu iş için," diyebilir.

Daha önce böyle bir şey yapmadıysanız, altı haftalık bir aradan sonra kitabınızı baştan okumak garip ve heyecan verici olur. Sizindir, onu tanır, hatta belli satırları yazarken üstüne ne dökmüş olduğunuzu bile hatırlarsınız ama yine de sanki başka birinin, belki bir ruh ikizinin yazdığı bir şeyi okuyorsunuz gibi gelir. Öyle de olması gerekir, beklemenizin sebebi budur. Başka birinin sevgilisini öldürmek her zaman kendi sevgilinizi öldürmekten daha kolay gelir.

Altı haftalık nekahat dönemi sayesinde, konuyla veya karakterlerle ilgili boşlukları da görebilirsiniz. Kamyon geçecek kadar büyük boşluklardan söz ediyorum. Günlük akışla uğraşırken yazarın gözünden kaçabilenler insanı şaşırtır. Ve dinleyin... eğer o koca deliklerden birkaç tane saptarsanız, onlar için bunalıma girmeniz veya kendinize kızmanız yasaktır. Bu tür çuvallamalar en iyilerimizin bile başına gelir. Flatiron Binası'nın mimarının, tam kurdele kesme töreninden önce, prototip gökdelenine hiçbir erkekler tuva-

221

Stephen King



leti koymadığını hatırlayıp intihara kalkıştığına dair bir hikâye anlatılır. Muhtemelen doğru değildir ama şunu unutmayın: birisi sahiden de Titanic'i tasarladı ve batmaz diye ilan etti.

Benim açımdan, tekrar okuma yaparken en göze batan hatalar karakter motivasyonuyla (karakter gelişimiyle bağlantılı olmakla beraber aynı şey değil) ilgili olanlardır. Avucumla alnıma vurup not defterimi kaparım ve şöyle notlar alırım: s. 91: Sandy Hunter, Shirley'yin sevk odasındaki zulasından bir dolar çalmış. Niye? Tanrı aşkına, Sandy ASLA böyle bir şey yapmaz! Ayrıca müsveddenin o sayfasına, bir şeyi atacağımı ya da değiştireceğimi gösteren bir işaret koyarım, o işaret aynı zamanda notlarıma bakıp ne kusur gördüğümü hatırlamamı da sağlar.

Sürecin bu aşamasını severim (eh, aslında sürecin bütün aşamalarını severim ama bu kısım özellikle hoştur) çünkü kendi kitabımı yeniden keşfeder ve genellikle de hoşlanırım. Bu durum değişir. Kitap tam anlamıyla baskıya hazır hale geldiğinde en az on iki kere üstünden geçmiş olurum, bütün bölümleri ezbere söyleyebilirim ve o eski kokulu şeyin bir an önce benden uzaklaşmasını istemeye başlarım. Ama bu daha sonraki iş; ilk düzeltme genellikle gayet hoştur.

Okuma esnasından zihnimin en üst kısmında hikâyeye ve alet kutusu meselelerine odaklanmak vardır: belirsiz önermeleri olan zamirleri atmak (zamirlerden nefret ederim ve güvenmem, hepsi de kişisel kazalar peşinde koşan avukatlar gibi kaypaktır) gerekli görünen yerlere açıklayıcı bölümler eklemek ve elbette, kısmen dayanabildiğim kadarını bırakıp geri kalan tüm zamirleri atmak (asla hepsini değil; asla gerektiği kadar değil).

Ancak, onun altında, kendime bir yandan Büyük Soruları sorarım. En büyüğü de: Bu hikâye tutarlı mı, sorusudur. Ve eğer öy-

222


Yazma Sanatı

leyse, bu tutarlılığı şarkıya dönüştürecek olan nedir? Tekrar eden öğeler hangileri? Bunlar birbirine örülüp bir tema oluşturuyor mu? Başka bir ifadeyle, kendime bütün bunlar neyle ilgili Stevie? diye sorarım ve bir de, satır aralarındaki bu düşünceleri daha belirgin hale getirmek için ne yapabilirim? En çok istediğim şey yankılamadır, kitabı okuyup rafa kaldırdıktan sonra bir süre Sürekli Okur'un zihnini işgal edecek şeydir. Okuru kaşıkla beslemeden veya eserimi bir mesajlar bütünü haline getirmeden bunu yapmanın yollarını ararım. Bütün o mesajları ve o ahlak derslerini alıp güneşin parlamadığı bir yere tıkmak mı, tamam? Ben yankılama istiyorum. En önemlisi, anlam peşindeyim, çünkü ikinci müsveddede o anlamı destekleyecek sahneler ve olaylar eklemek niyetindeyim. Ayrıca, başka yönlere sapan kısımları da ayıklamak istiyorum. Özellikle de hikâyenin başlarında, daha harman dövme aşamasındayken, bu tür eğilimler gösteren kısımlar çok olur. Bütünleşik bir etki yaratmak istiyorsam bütün o tıraşlamaları yapmam gerekir. Okumayı ve bütün o minik el oyalayıcı düzeltmelerimi bitirince, kapıyı açıp bakma arzusu gösteren üç beş yakın dostuma yazdıklarımı gösterme zamanı gelmiş demektir.

Birisi -kim olduğunu hayatım boyunca aklımda tutamadım-bütün romanların aslında bir kişiye yazılmış mektuplar olduğunu yazmış. Ben buna inanıyorum. Bence her romancının tek bir ideal okuru vardır; yazar hikâyesini oluştururken çeşitli noktalarda, "Acaba bunu okuyunca ne düşünecek?" diye onun fikrini merak eder. Benim için ilk okurum eşim Tabitha'dır.

Daima son derece sempatik ve destekleyici bir ilk okur olmuştur. Bag of Bones gibi zor kitaplara (yirmi güzel yılın ardından aptal bir para tartışması yüzünden Viking'den ayrıldıktan sonra, yeni yayıncımla yaptığım ilk kitap) ve Gerald's Game gibi nispeten tar-

223

Stephen King



tışmalı olanlara gösterdiği olumlu yaklaşım benim için dünyaya bedeldi. Ama aynı zamanda yanlış olduğuna inandığı bir şey gördüğünde söylemekten de kaçınmaz. Bunu da net bir şekilde anlamamı sağlar.

Tabby, eleştirmen ve ilk okur rolüyle, sık sık Alfred Hitch-cock'un karısı Alma Reville hakkında okuduğum bir öyküyü hatırlatır bana. Bayan Reville de Hitch'in ilk okuru ve keskin gözlü eleştirmeniydi, ustanın yazar olarak giderek artan ününden de hiç ürkmüyordu. Hitchcock için büyük şans. Hitch'in dediğine göre o uçmak istiyor, Alma ise, "Önce yumurtanı ye," diyordu.

Psycho 'yu bitirdikten kısa bir süre sonra Hitchcock birkaç dostuna göstermişti. Dostları bunun müthiş bir gerilim filmi olacağını söyleyerek onu övgülere boğdular. Alma ise onlar sözlerini bitirene kadar beklemiş ve sonunda gayet kararlı bir tavırla, "Bunu bu haliyle gönderemezsin," demişti.

Nedenini soran Hitchcock dışında herkes suspus olmuştu. Karısı, "Çünkü," diye cevap verdi. "Janet Leigh ölmüş olması gerekirken yutkunuyor." Söylediği doğruydu. Hitchcock da, Tabby kusurlarımı gösterdiğinde benim yaptığımdan daha fazla karşı çıkmamıştı. Tabby ile kitabın pek çok yanını tartışabiliriz ve konu ile ilgili yargılarına katılmadığım zamanlar da olmuştur, ama hatamı yakaladığında haklı olduğunu bilirim ve fermuvarımı kapamadan insan içine çıkmamı önleyen biri olduğu için Tanrı'ya şükrederim.

Tabby'nin ilk okumasına ilaveten, yıllardır yazdıklarımı eleştiren dört ila sekiz kişiye de birer kopya yollarım. Pek çok yazı kitabı, yazdıklarınızı arkadaşlarınıza yollamanıza karşı çıkar, evinize yemeğe gelen, çocuklarını sizinkilerle arka bahçede oynasınlar diye yollayan kişilerden tarafsız görüş alamayacağınızı belirtirler. Bu bakış açısına göre, bir dostu bu duruma sokmak haksızlıktır. Ya

224


Yazma Sanatı

dostunuzun içinden, "Kusura bakma sevgili dostum, geçmişte harika şeyler yazmıştın ama bu elektrikli süpürge gibi kafa ütülüyor," demek gelirse ne olacak?

Bu fikirde doğruluk payı var ama aradığım şeyin tam bir tarafsızlık olmasını istediğimi sanmıyorum. Ve ayrıca, bir roman okumaya yetecek kadar aklı olan birinin, beğenmediğini ifade etmek için, "Bu kafa ütülüyor," demekten daha zarif bir yol bulacağına da eminim. (Aslında çoğumuz, "Galiba bunda bir iki sorun var," cümlesinin, "Bu kafa ütülüyor," anlamına geldiğini biliriz, öyle değil mi?) Üstelik, eğer gerçekten de berbat bir şey yazmışsanız -bu da olur; Maximum Overdrive'm yazarı olarak bu konuda yetki sahibiyim- bunu, henüz işin maliyeti yarım düzine Xerox kopya düzeyindeyken bir dostunuzdan duymayı tercih etmez misiniz?

Bir kitabın altı veya sekiz kopyasını dağıttığınız zaman, kitapta neyin iyi neyin kötü olduğuna dair, aynı miktarda oldukça sübjektif görüş alırsınız. Bütün okurlarınız iyi bir iş çıkardığınızı söylüyorsa muhtemelen çıkarmışsınızdır. Bu tür bir görüş birliği olabilir ama dostlarınız arasında bile nadiren olur. Daha ziyade, bazı kısımların iyi bazı kısımların... eh, pek o kadar iyi olmadığını söylerler. Kimi A karakterinin oturduğunu ama B'nin oturmadığını düşünür. Başkaları da B karakterini inandırıcı bulup, A'nm fazla yapay olduğunu belirtirse o zaman tamamdır. Rahatlayabilir ve her şeyi olduğu gibi bırakabilirsiniz (beysbolda beraberlik koşucuya puan kazandırır, yazarlıkta ise yazara). Eğer kimileri kitabın sonunu beğenmiş kimileri ise nefret etmişse, yine aynı şey, puanlar yazara gider.

Bazı ilk okurlar somut hataları gösterir ki onları halletmek daha kolaydır. Akıllı ilk okurlarımdan biri harika bir lise İngilizce öğretmeni olan Mac McCutcheon'dur ve silahlar hakkında çok şey

225


F:15

Stephen King

bilir. Kitaba elinde bir Winchester .330 sallayan bir karakter koy-muşsam, Mac Winchester'in o kalibre tüfek yapmadığını ama Re-mington'un yaptığını belirtir. Böyle durumlarda bire iki almış olursunuz, yani hem hata saptanmış olur, hem de doğrusu öğrenilir. Bu iyi bir anlaşmadır, çünkü siz uzmanmış gibi görünürsünüz ve ilk okurunuz da yardımcı olabildiği için mutlu olur. Ve Mac'ın benim için yakaladığı en önemli hata silahlarla ilgili değildi. Bir gün öğretmenler odasında bir elyazmasını okurken kahkahalara boğulmuştu. Gülmekten gözünden yaş gelmiş, yaşlar sakallarından akmaya başlamıştı. O kitabı yani Salem's Lot'u komik olsun diye yazmadığım için niye o kadar güldüğünü sormuştum. Şöyle bir cümle yazmışım: Her ne kadar Maine'de geyik sezonu kasım ortasına kadar başlamasa da, ekimde tarlalar sık sık silah sesleriyle canlanır; yerli halk ailelerinin yiyebileceği kadar çok köylü vurmaya çalışır. Hiç kuşkusuz bir redaktör de bu hatayı yakalardı ama Mac beni o utançtan kurtarmıştı.

Dediğim gibi, sübjektif değerlendirmeleri halletmek daha zordur, ama dinleyin: eğer kitabınızı okuyan herkes bir sorun olduğunu söylüyorsa (Connie kocasına çok kolay dönüyor, Hal'in büyük sınavda kopya çekmesi onun hakkında bildiklerimize uymuyor, romanın sonu ani ve keyfi olmuş) bir sorun var demektir ve bu konuyu halletseniz iyi olur.

Bir sürü yazar bu fikre karşı çıkar. Bir hikâyeyi bir okurun beğenip beğenmemesine bakarak değiştirmenin fahişeliğe benzer bir şey olduğunu ileri sürerler. Eğer sahiden böyle hissediyorsanız fikrinizi değiştirmeye çalışmayacağım. Hatta dilerseniz başına polis de dikin ki hikâyenizi kimseye göstermek zorunda kalmayasınız. Aslında (dedi adam küstahça) gerçekten böyle hissediyorsanız niye kitabı bastırma zahmetine kadanasınız ki? Kitaplarınızı yazın ve

226


Yazma Sanatı

bir depoya kaldırın, J.D. Salinger'in son yıllarda öyle yaptığı söylenir.

Ve evet, itiraf edeyim ki bazen ben de böyle kırgınlıklar yaşarım. Güya profesyonel olarak benim de yer aldığım film işinde, ilk taslakların gösterimine "Deneme gösterimleri" deniyor. Bunlar sektörde standart hale gelmiş ve çoğu film yapımcısını delirtiyor. Belki bunu yapmaları gerekiyor. Stüdyo bir film yapmak için on beş milyonla yüz milyon dolar arasında para bağlıyor ve sonra da yönetmenden filmi, kuaförlerden, gündelikçilerden, tezgâhtarlardan ve pizza dağıtan çocuklardan oluşan bir Santa Barbara seyirci kitlesinin zevkine göre kesip biçmesini istiyor. Ve işin en çıldırtıcı yanı ne? Doğru demgorafik dağılım yapıldığı takdirde, bu sistemin işe yarıyor olması.

Romanların deneme okurlarına göre düzeltilmesinden nefret ederdim -bu yöntem kullanmış olsa birçok iyi kitap gün ışığını göremezdi- ama hadi, burada tanıdığınız ve saygı duyduğunuz bir avuç insandan söz ediyoruz. Doğru kişilere sorarsanız (ve onlar da kitabınızı okumayı kabul ederse) size pek çok şey anlatabilirler.

Bütün görüşlerin ağırlığı eşit midir? Benim için değil. Sonunda, en çok Tabby'yi dinlerim çünkü kitaplarımı ona yazarım, onu hayran bırakmak için yazarım. Siz de kendinizden başka tek bir özel kişi için yazıyorsanız, o kişinin fikirlerine çok dikkat etmenizi öneririm (öleli on beş sene olmuş biri için yazdığını söyleyen birini de tanıyorum ama çoğumuz o durumda değilizdir). Ve duyduğunuz şeyler makul geliyorsa, gerekli değişiklikleri de yapın. Bütün dünyanın hikâyenize karışmasına izin veremezsiniz, ama en çok önem verdiğiniz insanlara bu izni verebilirsiniz. Ve vermelisiniz de.

227


Stephen King

O özel kişinize İdeal Okur deyin. Çalışma odanızda daima sizinle olacaktır: kapıyı açıp dünyanın yeniden düş baloncuğunuzda parlamasına izin verdiğinizde teninizdedir, kapı kapalıyken ve siz ilk müsveddeyi yazarken kimi zaman bunaldığınızda, çoğu zaman da neşelendiğinizde ruhunuzdadır. Ve biliyor musunuz? İdeal Okur daha gözünüze ilişmeden ilk cümleden itibaren hikâyeyi ona göre yazdığınızı fark edersiniz. İdeal Okur, daha üzerinde çalışırken kitabınıza az da olsa dışarıdan bakabilmenize yardım eder. Belki de bu, yani tam istim üzerindeyken ve ortada henüz bir okur yokken, okur rolü oynamak, hikâyeye bağlı kalmanızı sağlamanın en iyi yoludur.

Bana komik gelen bir sahne yazarken ("The BoJv"deki kek yeme yarışması veya The Green Mile'deki idam provası gibi) İdeal Okur'un da onu komik bulduğunu hayal ederim. Tabby'nin içtenlikle gülmesi hoşuma gider, ellerini teslim oluyorum dercesine havaya kaldırır ve gözlerinden koca damlalar iner. Buna bayılırım, taparım ve böyle bir potansiyele sahip bir şey yakaladığım zaman elimden geldiğince sıkı yazarım. Bu tür bir sahneyi yazarken (kapı kapalıyken) onun güleceği -ya da ağlayacağı- düşüncesi zihnimin gerisinde durur. Yeniden yazarken de (kapı açıkken) yeterince komik mi, yeterince korkunç mu sorulan aklımdadır. Tabby belli bir yeri okurken en azından gülümsediğini veya o çın çın kahkahalarından birini atıp ellerini havada sallayışını görebilmek için dikkat kesilirim.

Tabby için de her zaman kolay olmaz. Hearts in Atlantisa) adlı uzun hikâyemi Kuzey Carolina'dayken, Cleveland Rockers-Charlotte Sting WNBA maçını izlemeye gittiğimizde vermiştim. Ertesi gün Virginia'nın kuzeyine gittik ve arabada Tabby bana

(1> Maça Kızı (Altın Kitaplar).

228


Yazma Sanatı

öykümü okudu. Öykünün bazı komik kısımları vardı -en azından ben öyle umuyordum- ve kıkırdayacak mı (ya da en azından gü-lümseyecek mi) diye onu izliyordum. Onun fark etmediğini sanıyordum ama elbette fark etmiş. Sekizinci ya da dokuzuncu göz atışımda (sanırım on beşinci de olabilirdi) kafasını kaldırıp söylendi: "Bir kaza yapmadan önüne dönsen iyi olur, tamam mı? Öyle beklenti içinde durmaktan vazgeç!"

Dikkatimi yola verdim ve sinsice göz atmaları bıraktım (eh... bıraktım sayılır). Beş dakika sonra, sağımda bir kahkaha patladı. Minik bir taneydi ama benim için yeterliydi. İşin doğrusu bütün yazarlar beklenti içindedir. Özellikle de, ilk taslakla ikinci arasında, kapı ardına kadar açılıp dünyanın ışığı içeride parlamaya başladığında.

-12-


İdeal okur aynı zamanda hikâyenizin doğru akıp akmadığını ve arka plandaki öyküyü yeterince gündemde tutup tutmadığınızı ölçmekte de yararlı olur.

Akış, öykünün kat kat açılma hızıdır. Yayıncılık dünyasında ticari yönden en başarılı öykü ve romanların en hızlılar olduğuna dair dile getirilmemiş (o yüzden de savunulmamış ve incelenmemiş) bir inanç vardır. Sanırım bunun altında yatan düşünce, günümüzde insanların çok meşgul oldukları ve bir tür hızlı pişiren aşçı olmazsanız, cızırdayan köfteleri, patatesleri ve yumurtaları hem kolay hem de elinizden geldiğince çabuk sunmazsanız okuru kaybedeceğiniz düşüncesi.

Yayıncılık dünyasındaki diğer pek çok incelenmemiş inanç gibi bu fikir de tamamen zırva... o yüzden de Umberto Eco'nun The

229


Stephen King

Name of the Rosem veya Charles Frazier'in Cold Mountain^ gibi kitapları aniden sınırları aşıp, satan kitaplar listelerine girince yayıncılar ve editörler çok şaşırdı. Çoğunun, bu kitapların beklenmedik başarısını, okur kesiminin öngörülemeyen ve yürekler acısı zevk eksikliklerine bağladığından kuşkulanıyorum.

Hızla akan kitaplarda bir sorun yok. Gerçekten iyi bazı yazarlar -Nelson DeMille, Wilbur Smith ve Sue Grafton bunlardan sadece üçü- o tür kitaplar yazarak milyonlar kazandılar. Fakat hız meselesinde aşırıya da kaçabilirsiniz. Çok hızlı giderseniz okuru ya kafasını karıştırmak suretiyle ya da yorarak geride bırakmış olursunuz. Ve ben kendi adıma daha yavaş bir akışı ve daha büyük, daha yüksek bir yapıyı tercih ederim. The Far Pavilions^ veya A Suitable Boym gibi ferah, lüks astarlı romanlar ilk örneklerinden itibaren yapının en cazip örneklerini oluşturmuşlardır, Clarissa gibi bitmeyen, çok kısımh mektup tarzında öyküler de. Ben, her hikâyenin kendi hızıyla açılmasına inanırım ve o hız da her zaman iki misli zaman değildir. Bununla beraber, hızı çok düşürmekten de kaçınmak gerekir, en sabırlı okur bile sabrını yitirmeye hazırdır.

Peki mutlu bir ortam bulmanın en iyi yolu nedir? İdeal Okur elbette. Belli bir cümlede onun sıkılıp sıkılmayacağını hayal etmeye çalışın, eğer kendi İdeal Okur'unuzun zevklerini benim kendi-minkinin zevklerini bildiğimin yarısı kadar biliyorsanız, bunu yapmak hiç de zor olmasa gerek. Acaba İdeal Okur burada çok fazla anlamsız konuşma olduğunu mu düşünecek? Belli bir durumu yeterince açıklamadığınızı mı... ya da fazla açıkladığınızı, ki bu be-



<» Gülün Adı (Can Yayınları).

<2> Soğuk Dağ (Epsilon).

<3> Uzak Tepeler (Altın Kitaplar).

<") Uygun Bir Oğlan.

230


Yazma Sanatı

nim kronik hatalarımdan biridir. Önemli bir olayı çözümlemeyi unuttuğunuzu mu düşünecek yoksa? Raymond Chandler'in bir keresinde yaptığı gibi bir karakteri tamamen unuttuğunuzu mu mesela? (The Big Sleep'tea) öldürülmüş olan şoförün durumu sorulduğunda -kafa çekmeyi seven- Chandler, "Ha o," diye cevap vermiş. "Biliyor musunuz, onu tamamen unutmuşum." Bu sorular kapı kapalıyken de aklınızda olmalıdır. Ve kapı açılınca -İdeal Okur'unuz müsveddenizi sahiden okuyunca- sorularınızı yüksek sesle sormalısınız. Ayrıca, beklenti gibi görünse de, İdeal Okur'unuzu izleyip, müsveddenizi ne zaman elinden bıraktığını da görmek isteyebilirsiniz. Hangi sahneyi okurken? Niye o kadar kolayca bırakabildi?

Hız denetimi konusunda, sıkıcı kısımları attığını söyleyerek bu işi gayet güzel açıklayan Elmore Leonard aklıma gelir sık sık. Bu akış hızını da kesmek anlamına gelir ve sonunda çoğumuz bunu yapmak zorunda kalırız (öldürün sevgililerinizi öldürün, minik ikinci sınıf yazarınızın kalbi kırılsa da öldürün sevgililerinizi).

Onlu yaşlarımda hikâyelerimi Fantasy and Science ve Ellery Queen's Mystery Magazine gibi dergilere gönderirken, Sayın Yazar diye başlayan ret mektupları alırdım (pekâlâ Sayın Ahmak diye de başlayabilirlerdi) ve bu matbu pembe kâğıtlarda en küçük bir kişisel işaret görsem zevkten ölürdüm. Az mektup gelirdi ve araları da uzun olurdu ama her mektup geldiğinde günüm aydınlanır ve yüzümde güller açılırdı.


Yüklə 0,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə