Stephen King Yazma Sanatı



Yüklə 0,96 Mb.
səhifə17/20
tarix19.07.2018
ölçüsü0,96 Mb.
#56547
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20

Yazı derslerine veya seminerlerine, buna ya da yazı yazmak üzerine başka bir kitaba olduğundan fazla ihtiyacınız yoktur. Faulkner, zanaatını Oxford, Mississippi postanelerinde çalışırken edinmiştir. Başka yazarlar da bildiklerini, Donanma'da hizmet ederken, fabrikada çalışırken veya Amerika'nın güzel otel zincirle-

245

Stephen King



rinden birinde vakit geçirirken öğrenmişlerdir. Ben de hayatımın işinin en değerli (ve ticari) kısmını, Bangor'daki New Franklin Çamaşırhanesinde otel çarşaflan ve restoran örtüleri yıkarken öğrendim. En iyi çok yazıp çok okuyarak öğrenirsiniz ve en kıymetli dersler kendi kendinize verdiklerinizdir. Bu dersler de hemen hemen daima çalışma odanızın kapısı kapalıyken ortaya çıkar. Yazı dersleri çoğu zaman entelektüel açıdan teşvik edici ve son derece eğlencelidir ama aynı zamanda insanı yazı yazma işinin asıl unsurlarından epeyce uzaklaştırır.

Yine de, şu East Is East'teki ağaçlı yazarlar kolonilerinden birine katılabilirsiniz sanırım: çam ağaçları arasında kendinize ait küçük kulübeniz, kelime işlemci, yeni disketler (bir kutu yeni disketten veya el değmemiş bir top kâğıttan daha zevk ve heyecan verici ne olabilir?) öğleden sonraları şekerleme yapmak için öbür odada bekleyen portatif karyola ve parmak uçlarına basarak öğle yemeğinizi verandanıza bırakan ve sonra yine parmak uçlarına basarak giden garson bayan. Bir sakıncası olmaz bence. Bu tür bir şeye katılma imkânınız varsa, katılın derim. Yazı Yazmanın Sihirli Yöntemleri'ni öğrenemeyebilirsiniz (çünkü böyle bir şey yok... beleşçilik ha?) ama harika vakit geçirmeniz mümkün ve ben kendi adıma harika vakit geçirmeye bayılırım.

-15-

Kitapları yayımlanan bir yazarın, kitap yayınlatmak isteyenlerden, fikirleri nereden buluyorsun, sorusundan bile fazla duyduğu iki soru, nasıl ajan edinirsin ve yayıncılık dünyasından kişilerle nasıl temas kurarsın, sorularıdır.



246

Yazma Sanatı

Bu sorular sorulurken kullanılan ses tonu genellikle insanı şaşırtır ya üzgün ve küskün olur ya da kızgın. Kitaplarını yayınlatmayı başaran yenilerden çoğunun yayın dünyasında güçlü bir bağlantısı olduğu şüphesi yaygındır. Bu düşüncenin altında da, yayıncılık camiasının kocaman, mutlu, ensest derecede yakınlaşmış bir aile olduğu varsayımı yatar.

Bu doğru değildir. Tıpkı temsilcilerin kibirli, üstün ve talep edilmeden yazılmış bir müsveddeye eldiversiz eliyle dokunmak-tansa ölmeyi tercih edecek birtakım insanlar olduğu inancının doğru olmaması gibi. (Eh, evet, tamam, öylelerinden de az miktarda bulunur.) Aslında, temsilciler ve yayıncılar, kitapları çok satacak ve büyük paralar kazandıracak yeni çarpıcı yazarlar peşindedirler... ve aradıkları yazarın genç olması da gerekmez; And Ladies of the Clubm adlı kitabı yayınlandığında Helen Santmyer emekli olmuştu. Frank McCourt Angela's Ashes''^ yayınladığında biraz daha gençti ama taze bir piliç de sayılmazdı.

Bazı kısa kurgu öyküleri dergilerde yayınlanmaya başlamış genç bir adam olarak geleceğimden ümitliydim; bugünlerde bas-ketçilerin dediği gibi kazandığım bazı oyunlar olmuştu ve zamanın da lehime işlediğini hissediyordum; altmışların ve yetmişlerin çok satan yazarları eninde sonunda ya ölecek ya da ihtiyarlıktan dolayı kenara çekilip benim gibi yenilere yer açacaktı.

Yine de, Cavalier, Gent ve Juggs'm ötesinde fethetmem gereken dünyalar olduğunun farkındaydım. Hikâyelerimin doğru mecralara ulaşmasını istiyordum ve bu da, kendi ısmarlamadığı hikâyeleri basmayan ama iyi para ödeyen (mesela o sıralar pek ço"k hikâye yayınlayan Cosmopolitan gibi) mecralara giden sıkıntılı yolu

") Kadınlar Kulübü.

(2> Angela'nın Külleri (Epsilon).

247

Stephen King



aşmam gerektiği anlamına geliyordu. Bu sorunun yanıtı bir temsilci edinmekmiş gibi geldi bana. Gelişmemiş ama tam anlamıyla da mantıksız olmayan düşünce tarzımla, eğer yaptığım iş iyiyse bir temsilci benim bütün dertlerimi halledebilir, diye düşünmekteydim.

Bütün temsilcilerin iyi olmadıklarını ve iyi bir temsilcinin de, Cosmo'mm kurgu editörünün öykünüze bakmasını sağlamakta değil, para işinde yararlı olduğunu ancak çok sonra keşfedebildim. Ama genç bir adam olarak, henüz yayıncılık dünyasında insanın gözünden sürmeyi çekecek insanlar -pek az da sayılmazlar- olduğunun farkında değildim. Benim açımdan bu önemli bir sorun değildi, çünkü ilk birkaç romanım gerçekten iyi satana dek çalınacak pek bir şeyim yoktu.

Bir temsilciniz olması gerekir ve işiniz satacak nitelikteyse bir temsilci bulmanız da fazla zor olmaz. Sadece umut vaat eden şeyler yazmış olsanız da bir temsilci bulursunuz muhtemelen. Spor menajerleri genç müşterilerinin ilerleyeceği umuduyla, temelde ekmek parası karşılığında oynayan alt liglerden oyuncuları da temsil ederler; aynı sebeple edebiyat dünyasındaki temsilciler de henüz fazla bir şeyi yayınlanmamış yazarlarla çalışma arzusu duyarlar. Yazdıklarınız sadece dergi vererek ödeme yapan "küçük dergilerde" yayınlanacak damgası yemiş olsa bile, bir temsilciniz olabilir; bu tür dergiler temsilciler ve yayıncılar için yeni yetenek yetiştiren topraklar sayılır.

İşe kendi kendinizin avukatı olarak başlamanız gerekir, bu da, sizin yazdığınız türde öyküler basan dergileri okumak anlamına gelir. Ayrıca pazara yeni giren bir yazar açısından en değerli araçlar sayılacak Writer's Market almanız ve yazarlarla ilgili dergileri de toplamanız gerekir. Bunlara yetecek paranız yoksa, yeni yıl hedi-

248

Yazma Sanatı



yesi olarak birinden isteyin. Hem dergiler hem de WM (kalın bir kitap olmasına rağmen fiyatı makuldür) hem kitap ve dergi yayıncıları listesi yayınlar, hem de her pazarda hangi tür öykünün iş yaptığını net olarak belirtir. Ayrıca satış imkânı en yüksek uzunluklar ve editörlerin isimleri gibi bilgileri de bu yayınlardan edinebilirsiniz.

Yeni başlayan bir yazar olarak, kısa öykü yazıyorsanız en çok "küçük dergiler" ilginizi çekecektir. Eğer bir roman yazmışsanız ya da yazmaktaysanız, edebiyat temsilcileri listesini not etmeniz gerekir. Referans rafınız için bir tane de LMP (Literary Market Place) almak isteyebilirsiniz. Temsilci veya yayıncı ararken çok dikkatli ve özenli olmanız gerekir ama -burası tekrarlamaya değer- kendiniz için yapabileceğiniz en önemli şey pazarı okumaktır. Writer's Di-gest'teki özet bilgilere ("...genelde 2000-4000 kelimelik, klişe karakterlere ve sıradan aşk öykülerine dayalı, orta karar öyküler yayınlar...") bakmanın yararı olabilir, ama sonuçta bunlar sadece özettir. İlk okuma yapılmadan öykü teslim etmek, karanlıkta dart atmaya benzer; hedefi vurma şansınız her zaman vardır ama bunu hak etmezsiniz.

Adına Frank diyeceğim hevesli bir yazarın öyküsünü anlatacağım. Aslında Frank, tanıdığım genç iki erkek ve bir kadın yazarın karması. Üçü de yirmili yaşlarında yazar olarak bazı başarılar kazandı; ama hiçbiri bu kitap yazılırken Rolls-Royce kullanmıyordu. Muhtemelen üçü de kırklı yaşlarında başarıya ulaşacak ve kitapları düzenli olarak yayınlanacak (ve muhtemelen birinin içki sorunu olacak).

Frank'ın üç yüzü tamamen farklı ilgi alanlarına sahip, farklı biçimde, farklı tonda yazıyor ama sorunlara ve kitabı yayınlanan yazar olmaya yaklaşımları çok benzer olduğu için, onları tek bir ad

249

Stephen King



altında birleştirmekten rahatsız olmuyorum. Ayrıca, yeni başlayan diğer yazarların da -mesela sen sevgili Okur- Frank'ın ayak izlerinden gitmekten beterini bile yapabileceğini düşünüyorum.

Frank öykülerini daha üniversite öğrencisiyken dergilere sunuyordu; İngiliz Edebiyatı dersleri alıyordu (yazar olmak için İngiliz Edebiyatı dersleri almak şart değil ama bir zararı da olmaz). Çeşitli yaratıcı yazarlık dersleri almış ve yaratıcı yazarlık hocalarının tavsiye ettiği pek çok dergiye abone olmuştu. Tavsiye edilsin edilmesin, Frank her dergideki tüm hikâyeleri dikkatle okuyor ve kendi öykülerini de her birinin uyacağını düşündüğü dergilere sunuyordu. "Üç yıl Story adlı dergide yayınlanan tüm hikâyeleri okudum," der ve güler. "Belki de Amerika'da bunu yapmış tek kişi benimdir."

Her ne kadar yarım düzine civarında öyküsü kampusun edebiyat dergisinde yayınlanmış olsa da (ona da Quarterly Pretension diyelim), istediği kadar dikkatle okusun, üniversiteye giderken o dergilerde Frank'ın herhangi bir öyküsü yayınlanmamıştı. Başvurduğu dergilerden, Story (Frank'ın dişi versiyonu, "Bana bir not borçluydular!" demişti) ve The Georgia Review dahil kişisel ret notlan almıştı. Bu zaman zarfında Frank Writer's Digest's, de The Writer's, de aboneydi, ikisini de dikkatle okuyor, ajanlar ve ajan listelerini dikkatle inceliyordu. Edebi ilgi alanlarının ortak olduğunu düşündüğü isimleri daire içine alıyordu. Özellikle de, gerilim öykülerine ya da daha sanatsal bir ifadeyle "Büyük mücadele" öykülerine ilgi duyduğunu belirtenlere dikkat ediyordu. Frank da gerilim öykülerine ve ayrıca suç ve doğaüstü olaylarla ilgili öykülere meraklıydı.

Üniversite bittikten bir yıl sonra Frank ilk kabul mektubunu aldı; mutlu bir gündü. Pek az bayide satılan, çoğunlukla abonelere

250

Yazma Sanatı



dağıtılan küçük bir dergiden gelmişti; hadi o derginin adına da Kingsnake diyelim. Derginin editörü, yirmi beş dolar artı bir düzine yazar kontenjanı dergi karşılığında, Frank'ın bin iki yüz kelimelik "The Lady in the Trunk"(1) adlı kısa hikâyesini almayı öneriyordu. Frank tabi ki mutluluktan havalara uçmuştu. Hoşlanmadıkları da dahil (bence özellikle hoşlanmadıkları) bütün akrabalarını aradı. Yirmi beş dolar ne kirayı öder ne de Frank'la karısının bir haftalık mutfak masrafını karşılardı ama tutkusunun ödülüydü ve -sanırım buna yazdığı bir şey yeni basılan tüm yazarlar katılır- paha biçilmezdi: Benim yazdığım şeyi birisi istiyor! Yaşasın! Tek yaran bu da değildi. Aynı zamanda bir itibar, dibe ulaştığında kardan kaya olacağı umuduyla Frank'ın tepeden aşağı yuvarlamaya başlayacağı bir kartopuydu.

Altı ay sonra, Frank Lodgepine Review (bu da Kingsnake gibi bu da takma bir ad) bir öykü daha sattı. Sadece "Satmak" iddialı bir sözcük olabilir, Frank'ın "Two Kinds of Men"(2) adlı öyküsüne teklif edilen karşılık yirmi beş adet yazar kontenjanı dergiydi. Ama bu da itibardı. Frank kabul formunu imzaladı (imza için bırakılan boşluğun altındaki ÇALIŞMANIN YAZARI sözcükleri yüzünden sevinçten ölebilirdi) ve ertesi gün geri yolladı.

Trajedi bir ay sonra ortaya çıktı. Ortaya çıkışı da bir mektup şeklinde oldu, mektubun başlık kısmında Sevgili Lodgepine Review Yazarı diyordu. Frank mektubu yüreği sıkışarak okudu. Bir bağış yenilenmemiş ve Lodgepine Review gökyüzündeki o büyük yazar seminerine gitmişti. Bir sonraki yaz sayısı son sayı olacaktı. Frank'ın hikâyesi de, ne yazık ki, sonbahar sayısına adaydı. Mektup, Frank'a hikâyesi için başka bir mecrada iyi şanslar dileği ile son buluyordu. Sol

0) Bagajdaki Kadın. (2> İki Tür Adam.

251

Stephen King



alt köşeye de birisi el yazısıyla, bunun için SON DERECE ÜZGÜNÜMyazısını karalamıştı.

Frank da SON DERECE ÜZGÜNDÜ (hatta ucuz şarap sarhoşluğu ve ucuz şarap sonrası sersemliği yüzünden Frank'la karısı daha bile üzgündüler) ama bu hayal kırıklığı, hikâyesini geri alıp tekrar sağa sola yollamasına engel oluşturmadı. O noktada, dergileri dolaşan yarım düzine hikâyesi vardı. Hangisinin nerede olduğunu ve aldığı yanıtları büyük bir dikkatle not ediyordu. Ayrıca, söz konusu kişisel bağlantı elle karalanmış iki satır yazı ve kahve lekesinden ibaret olsa bile, çeşitli kişisel bağlantılar kurduğu dergilerin de peşindeydi.

Lodgepine Review'den gelen kötü haberden bir ay kadar sonra, Frank çok güzel bir haber aldı; daha önce hiç duymadığı bir adamdan gelen bir mektuptu bu. Bu şahıs, Jackdaw adındaki yeni bir küçük derginin editörüydü. O anda ilk baskı için hikâye ısmarlamakla uğraşıyordu ve eski okul arkadaşlarından biri -yani, yakınlarda kapanmış olan Lodgepine Review'm editörü- Frank'ın iptal edilen hikâyesinden söz etmişti. Eğer Frank onu başka bir yere vermemişse, Jackdaw'm editörü mutlaka görmek istiyordu. Herhangi bir söz vermiyordu, ancak...

Frank'ın sözlere ihtiyacı yoktu; çoğu yeni yazar gibi tek istediği bir parça yüreklendirilmek ve sınırsız pizza ısmarlayabilmekti. Hikâyesini bir teşekkür mektubuyla birlikte yolladı (tabi ki bir teşekkür mektubu da eski Lodgepine editörüne göndermişti). Altı ay sonra "Two Kinds of Men" Jackdaw'm ilk sayısında arzı endam etti. Yayıncılıkta da tüm sektörlerde olduğu gibi büyük rol oynayan Şu Bizim Çocuk Ağı yine zafer kazanmıştı. Frank'a hikâyesi karşılığında on beş dolar para artı on tane derginin yanı sıra önemli bir itibar daha verildi.

252

Yazma Sanatı



Ertesi yıl, Frank bir lisede İngilizce öğretmeni olarak işe başladı. Her ne kadar, gündüzleri ders verip öğrencilerin ödevlerini düzeltmek ve sonra geceleri kendi işleriyle uğraşmak çok zor gelse de, devam ediyor, yeni kısa hikâyeler yazıp dergilere yolluyor, ret cevaplarını biriktiriyor ve ara sıra da hatırlayabildiği yerlerden hikâyelerini geri alıyordu. "Sonunda koleksiyonumda güzel duracaklar," diyordu karısına da. Kahramanımız bir iş daha bulmuştu, yakın bir kentin yerel gazetelerinden birinde kitap ve film eleştirileri yazıyordu. Meşgul, çok meşgul bir çocuktu. Yine de, zihninin gerilerinde bir roman yazma fikri belirmeye başlamıştı.

Hikâyelerini ortaya çıkarmaya yeni başlamış genç bir yazarın unutmaması gereken en önemli şey nedir diye sorulduğunda, Frank birkaç saniyede cevap vermişti. "Güzel sunum".

Pardon?

Başını salladı. "Kesinlikle güzel sunum. Hikâyeni gönderdiğin zaman, önde kısa bir kapak yazısı olmalı, o yazıda editöre daha önce nerelerde hikâyelerinin yayınlandığını belirtmeli ve ekteki hikâye hakkında da bir iki satır laf etmelisin. Ve, hikâyeni okuyacağı için önceden teşekkür etmen gerekir. Bu çok önemlidir.



"Hikâyeni kaliteli beyaz kâğıtta göndermelisin -o silinebilen kaygan kâğıtlar olmaz. İki aralıklı yazılmış olmalıdır ve ilk sayfanın sol üst köşesine adresini yazman gerekir- telefon numaranı da eklemenin bir zararı olmaz. Sağ köşeye de yaklaşık kelime sayısı belirtilmelidir." Frank duraklar, güler ve, "Hile yapmaya kalkışmamalısın, çünkü çoğu dergi editörü sayfalara bir göz atınca hikâyenin uzunluğunu söyleyebilir."

Frank'ın bu cevabına hâlâ bir parça şaşarım; ben biraz daha temel ilkelerden söz eder sanmıştım.

253

Stephen King



O ise, "Hayır," demişti. "Okuldan çıkınca kendine bir işin içinde bir yer edinme telaşıyla pratik olmayı öğrenirsin. Benim ilk öğrendiğim şey de, bir profesyonel gibi görünmediğin sürece hiç kimseden bir cevap alınmadığı oldu." Ses tonundan, benim artık ilk başta işlerin nasıl zor olduğunu hatırlamadığımı düşündüğünü sezdim ve belki de haklıydı. Ne de olsa, yatak odamdaki çiviye tutturduğum ret cevaplarının üstünden neredeyse kırk yıl geçmişti. "Kimseyi hikâyenden hoşlanmaya zorlayamazsın," diye bitirdi Frank sözünü. "Ama en azından hoşlanmalarını kolaylaştırabilirsin."

Ben bunu yazarken, Frank'ın hayat hikâyesi de gelişme sürecini devam ettiriyor ama geleceği parlak görünüyor. Şimdiye kadar altı tane kısa hikâyesi yayınlandı ve onlardan biriyle gerçekten itibarlı bir ödül kazandı -her ne kadar benim Frank karmamın Minnesota ile hiç alakası olmasa da, buna da Minnesota Genç Yazarlar Ödülü diyelim. Nakit ödül beş yüz dolardı ki bu Frank'ın şimdiye kadar almış olduğu en yüksek ücret. Romanı üzerine çalışmaya da başladı ve bitirdiği zaman- 2001 ilkbaharı başında bitmiş olacağını tahmin ediyor, itibarlı genç bir ajan olan Richard Chams (bu da bir takma ad) romanla ilgileneceğine söz verdi.

Frank roman konusunda ciddi bir karar verdiği dönemde ajan aramaya da ciddi ciddi başlamıştı. "Bunca işe kalkışıp sonra da o lanet şeyi nasıl satacağımı hiç bilmediğim gerçeğiyle yüzleşmek istemiyorum," demişti bana.

LMP'deki araştırmalarına ve Writer's Marlçet'teki ajan listelerine bakarak bir düzine mektup gönderdi, başlık hariç mektupların hepsi aynıydı. Şablon şuydu:

254

Yazma Sanatı



19 Haziran 1999

Sayın.....

Ben, yirmi sekiz yaşında genç bir yazarım ve ajan arayışı içindeyim. İsminizi Writer's Digest'in "Yeni Çağın Ajanları" başlıklı makalesinde gördüm ve birbirimize uyacağımızı düşündüm. Romamm üzerine ciddi olarak düşünmeye başlamadan önce altı tane öyküm yayınlandı. Öyküler şunlar:

"The Lady in the Trunk" Kingsnake, 1996 kış (25 dolar artı dergi)

"Two Kinds of Men", Jackdaw, 1997 yaz (15 dolar artı dergi)

"Christmas Smoke", Mystery Quarterly, 1997 sonbahar (otuz beş dolar)

"Big Thumps, Charlie Takes His Lumps" Cemetery Dance, 1998 Ocak-Şubat (50 dolar artı dergi)

"Sixty Sneakers" Puckerbrush Review, Nisan-Mayis 1998, (dergi)

"A Long Walk in These" "Yere Woods" Minnesota Review, kış 1998-1999, (70 dolar artı dergi)

Arzu ederseniz bu hikâyelerden herhangi birini ya da şu sırada satmaya uğraştığım diğer altı hikâyemi gönderebilirim. Özellikle, Minnesota Genç Yazarlar Ödülü kazanan "A Long Walk in These 'Yere Woods" ile gurur duyuyorum. Plaket oturma odamızın duvarında çok güzel duruyor ve ödül parası -500 dolar- da bir haf-

255

Stephen King



tadır banka hesabımızı süslüyor (dört yıllık evliyim; eşim Marjorie de ben de okul öğretmeniyiz).

Tarafınızdan temsil edilmeyi arzu etmemin nedeni bir roman üzerinde çalışıyor olmam. Yaşadığı küçük kentte yirmi yıl önce işlenmiş bir dizi cinayet yüzünden tutuklanan adamla ilgili bir gerilim hikâyesi. İlk seksen şayiası tamamlanmış sayılır ve arzu ederseniz bunları da size gösterebilirim.

Yazdıklarımdan herhangi birini görmek isterseniz lütfen benimle temas kurun. Bu arada, mektubumu okumaya vakit ayırdığınız için teşekkürlerimi sunarım.

Saygılarımla,

Frank mektuplara adresini ve telefon numarasını da ekliyordu ve mektup yolladığı ajanlardan biri (Richard Chams değil) sahiden de telefon etti. Üçü ödül kazanmış ormanda kaybolan avcı öyküsünü görmek istediğini belirten mektup gönderdi. Yarım düzine kadarı da romanının ilk seksen sayfasını görmeyi istedi. İlgi büyüktü başka bir deyişle -mektup yolladığı ajanlardan sadece bir tanesi, o da müşteri portföyü çok kabarık olduğu için Frank'ın çalışmalarına ilgi göstermemişti. Ve, "Küçük dergiler," dünyasındaki belli belirsiz tanışıklıklar dışında, Frank yayıncılık hayatından hiç kimseyi tanımıyordu- hiçbir kişisel bağlantısı yoktu.

"Çok şaşırtıcı," diyordu. "Gerçekten çok şaşırtıcı. Beni isteyen kim olursa -tabi biri çıkıp da isterse- onunla çalışmayı ve kendimi şanslı addetmeyi bekliyordum. Oysa içlerinden seçmek durumunda kaldım." Olası ajanları çeşitli şeylere dikkat ederek tavlamıştı. Birincisi, gönderdiği mektup iyi yazılmıştı ve yeterli bilgi içeriyordu ("Rahatlık dozunu doğru ayarlayabilmek için dört taslak ve ka-

256

Yazma Sanatı



rımla iki konuşma yapmam" gerekti demişti Frank). İkincisi, yayınlanmış hikâyelerinin listesini sunabilmişti ve içlerinden biri gerçekten değerliydi. Üçüncüsü, ödül kazanmıştı. Frank anahtarın burada olduğunu düşünüyordu. Öyle midir değil midir bilemem ama zararı olmadığı kesindi.

Frank ayrıca Richard Chams'a ve tüm öteki ajanlara referans listelerini sorma akıllılığını da göstermişti -müşteri listesi değil (zaten bir ajanın müşteri listesini açıklaması iş ahlakı açısından uygun mudur, bilmiyorum) ama ajanın kitap sattığı yayınevlerinin ve kısa öykü sattığı dergilerin listesiydi istediği. Temsil edilmeyi çok arzu eden bir yazarı kandırmak kolaydır. Yeni başlayan yazarların, birkaç yüz doları olan herkesin, kendine edebiyat ajanı diyerek Writer's Digest'te kolayca yer alabileceğini unutmaması gerekir... baro sınavı vermek gibi bir şey değildir bunu yapmak.

Özellikle de yazdıklarınızı ücret karşılığı okumayı öneren ajanlara karşı uyanık olmanız gerekir. Bunu yapmalarıyla ün salmış bazı ajanlar vardır (Scott Meredith Ajansı ücret karşılığı okurdu; hâlâ öyle midir bilmiyorum) ama bunların çoğu beş para etmez kişilerdir. Eğer illa bir şey yaymlatmak istiyorsanız, ajan avcılarına başvurabilir veya yayıncılara yazabilir ve kendi paranızla kitap bastırabilirsiniz. Böylece hiç olmazsa paranızın karşılığını almış olursunuz.

-16-


Neredeyse sonuna geldik. Daha iyi bir yazar olmak için ihtiyaç duyduğunuz her şeye temas ettiğimden kuşkuluyum ve tüm sorularınıza yanıt vermediğimden eminim, ama yazı hayatının en

257 F: 17

Stephen King

azından özgüvenle söz edebileceğim yanlarından bahsettim. Yine de belirtmem gerekir ki, bu kitabı yazarken en az hissettiğim şey özgüvendi. Uzun süren ise fiziksel acı ve kendi kendimden kuşkuya düşmek oldu.

Scribner'deki yayıncıma, yazı yazmak üzerine bir kitap fikrini önerdiğimde, konuyla ilgili çok şey bildiğimi sanıyordum; kafam söylemek istediğim bir sürü farklı şeyle doluydu. Ve belki sahiden de pek çok şey biliyorum, ama bunların bir kısmı atıl kaldı ve geri kalanların çoğunun da "Daha yüksek düşünce" üzerine değil, içgüdü üzerine olduğunu keşfettim. O içgüdüsel gerçekleri aktarmak çok zor geldi. Ayrıca, kitabın yarısında bir şey oldu... hayatı değiştiren türden bir şey. Zamanı gelince onu da anlatacağım. Şimdilik, lütfen elimden geleni yaptığımı bilin.

Tartışılması gereken bir mesele daha var, hayatı değiştiren o konuyla doğrudan ilgili ve daha önce de değindiğim ama dolaylı olarak değindiğim bir mesele. Şimdi onunla birebir yüzleşmek istiyorum. Bu, insanların bazen kibarca bazen de kabaca sordukları fakat her zaman aynı anlama gelen bir soru: Sen bu işi para için mi yapıyorsun tatlım?

Cevap hayır. Ne şimdi ne de başka bir zaman. Evet, kitaplarımdan oldukça iyi para kazandım ama hayatım boyunca tek bir kelimeyi bile para kazanacağım düşüncesiyle yazmadım. Bazı işlerimi dostlarıma iyilik olarak yaptım -argo tabiriyle kıyak yaptım, yani- ama çoğu zaman bir tür bartır yaptığım söylenebilir. Yazdım çünkü yazmak beni tamamlıyor. Belki o para evin ipoteğini ödememe ve çocukların üniversite masraflarını karşılamama yetti, ama bu tür şeyler bir yana, ben bu mesleği uçmak için yaptım. İşin

258


Yazma Sanatı

zevki yüzünden yaptım. Ve bu işi zevk için yaparsanız, sonsuza kadar yapabilirsiniz.

Yazı yazma eyleminin bir teselli anlamına geldiği, derdime deva olduğu dönemler de oldu. Bu kitabın ikinci bölümü de o ruh haliyle yazıldı. Çocukken dediğimiz gibi, yiğitliği elden bırakmadım. Yazı yazmak hayat demek değildir ama bence bazen hayata dönmenin yolu olabiliyor. Bu, 1999 yılı yazında, mavi bir minibüs kullanan bir adam neredeyse beni öldüreceği zaman keşfettiğim bir şey.

259


YAŞAM ÜZERİNE BİR ZEYİLNAME

Yazma Sanatı

-1-

Batı Maine'deki yazlık evimizdeyken -Bag of Bones'te, Mike Noonan'ın döndüğü eve çok benzer bir ev- çok yağmur olmadığı sürece günde beş kilometre yürürdüm. Bu yürüyüşün üç buçuk kilometresi, rüzgârın ağaçların arasında dolandığı toprak bir yolda; bir buçuk kilometresi de, Bethel ile Fryeburg'u bağlayan iki şeritli asfalt Route 5'te geçerdi.



1999 Haziranı'nın üçüncü haftası karımla benim için çok mutlu bir dönemdi; artık büyümüş ve ülkenin dört bir yanına dağılmış olan çocuklarımızın hepsi evdeydi. Neredeyse altı aydır ilk kez hepimiz aynı çatı altında toplanmıştık. Fazladan, üç aylık olan ilk torunumuz da aramızdaydı, ayağına bağlanmış bir balonu neşeyle savurup duruyordu.

Haziranın on dokuzunda, New York'a dönmek üzere olan oğlumu Portland Havaalanı'na götürdüm. Eve döndüm, kısa bir şekerleme yaptım ve sonra günlük yürüyüşüme çıktım. O akşam, ailece, New Hampshire Kuzey Conway yakınlarındaki bir sinemada The General's Daughter*^ filmine gitmeye niyetliydik ve milleti

(1> Generalin Kızı (Altın Kitaplar).

263


Stephen King

toparlamadan önce ancak yürüyüşümü yapacak kadar vaktim olduğunu düşünmüştüm.

Hatırlayabildiğim kadarıyla yürüyüşe çıktığımda saat dört gibiydi. Tam anayola çıkmadan önce (Batı Maine'de, ortasında beyaz çizgiler olan tüm yollar anayol sayılır) ağaçların arasına girip tuvaletimi yaptım. Bir daha ayakta durup o işimi görebilmem için aradan iki ay geçmesi gerekecekmiş meğer.

Anayola çıkınca kuzeye yöneldim ve çakıl döşeli bankette, trafiğin geliş yönüne doğru yürümeye başladım. Yanımdan kuzeye giden bir araba geçti. Yaklaşık dokuz yüz metre kadar ileride, o arabayı kullanan kadın açık mavi bir Dodge minibüsün güneye doğru geçtiğini fark etmişti. Minibüs yolda sürücüsünün zor toparlayabildiği zikzaklar çiziyordu. Arabayı kullanan kadın, yanındaki kişiye dönüp, "Yanından geçtiğimiz kişi Stephen King'di," demişti. "Umarım şu minibüsteki adam ona çarpmaz."


Yüklə 0,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə