Tanıl Bora Sol, Sinizm, Pragmatizm



Yüklə 355,86 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə42/71
tarix06.02.2018
ölçüsü355,86 Kb.
#26294
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   71

tıyordur:  “Emperyalistlerin serveti bizim de servetimizdir.” Av­
rupa ve Kuzey Amerika’nın sınır duvarlarını yükseltme ve göç­
menleri ‘eleyerek’ alma politikaları bağlamında kendini hatırla­
tan bir Fanon fikri, bu da!
Efendi-köle ve şiddet
Frantz Fanon’un alâmet-i farikasına gelelim:  Şiddet üzerine dü­
şünceleri. Onun bütün eserini bir kenara bırakan ‘meşhur’ met­
ni,  Yeryüzünün  Lânetlileri’nin  “Şiddete  Dair”  başlıklı  ilk bölü­
müdür.  Tabii, Jean Paul Sartre’ın bu kitaba yazdığı Önsöz’deki, 
“Bir Avrupalıya  vurmak,  bir  sineklikle  iki  sinek  birden  avla­
maya benzer”  gibi provokatif sözlerin kuvvetlendirici katkısıy­
la beraber...  Fanon, bu  metinden  ötürü,  “şiddeti  meşrulaştıran 
ve  öven ideolog”  olarak nam kazanmıştır.  Böylesi -olum lu ve­
ya  olum suz- namlara  ve  damgalara  bakmadan,  onun  şiddetin 
rolüne dair çözümlemesinin bir özetini yapalım.
Fanon’un  şiddet  üzerine  düşüncelerinin  felsefî  dayanağı, 
Hegel’in efendi-köle diyalektiğindedir. Hegel’e göre kişi, kendi­
ni  çevresinden  ayrıştırarak fark ve  idrak edebilen bir bilinç  ta­
şır.  Bu bilinç,  kendini nesnelerden  farklılaştırarak kavramasıy­
la,  negatif bir varlığa  sahiptir.  Aynı  zamanda,  nesneleri  değiş­
tirmek,  biçimlendirmek ya  da  yok  etmek  isteyişiyle,  bir  arzu­
dur o.  Kişinin  arzu  temelli negatif varoluşu  içindeki bilincinin 
bir Benlik duygusuna, bir öz-bilince, yani kendisi-için bir bilin­
ce erişmesinin koşulu, onun başka bir öz-bilinç, başka bir arzu 
tarafından tanınmasıdır.  Arzunun hedefi, zaten-varolan bir şey 
değil, başka bir arzu  tarafından da  arzulanandır.  Karşılaşan  iki 
özne bu  tanınma  talebini  son  noktasına  vardırırlarsa,  bu  artık 
bir ölüm-kalım mücadelesi olur.
“İnsanın zorunlu  olarak  tanıyan ve  zorunlu  olarak  tanınan” 
bir varlık olduğunu vurgulayan  “Erken”  Hegel’e göre,  dışlanan 
kişinin/tarafın yıkıcı tepkisinin temelinde de,  ötekinin dikkati­
ni  “tekrar  kazanma”,  yani  tanınma  talebi yatıyordur.  (Şiârlaş- 
tınrsak;  bu  bağlamda,  şiddet,  tanınma  talebidir.)  Burada  artık 
onun  meselesi  “kendisini  [kimliğini]  kurmak/inşa  etmek  de­


ğil,  kendinin bilgisini  kurmak/inşa  etmek,  yani  tamnmak”tır. 
Hegel’in  çözümlemesinde;  dışlanan  veya  bu  anlamda  saldırıya 
uğrayan  özne,  uğradığı  fizikî  zararın  karşılığını  almak/vermek 
üzere değil, bu dışlama/saldırının teşkil ettiği hakaretten ötürü 
tepki  gösterecek;  ve  karşısındaki  tarafından  tanınmanın,  ken­
di fizikî varlığından daha önemli oluşunun ifadesi olarak da bu 
tepki bir ölüm-kalım mücadelesi niteliğinde olacaktır.
Bu karşılaşmada, ölüm korkusunun ağır basmasıyla özneler­
den biri geri çekilir ve  diğer  özneyi  tanırsa,  efendi-köle  ilişkisi 
doğar.  Köle efendiyi  tanır.  Buradaki paradoks, efendinin köleyi 
özerk bir özbilinç olarak görememesinden dolayı onun tarafın­
dan  tanınmanın  tatminini  de  duyamamasıdır.  Tanınma  talebi 
ve  efendilik  arzusu  gemlenmiş  olan  köle  ise,  kendini  çalışma­
sına/emeğine verir.  Emek süreci, efendi öz-bilinci ile doğa  [ha­
li]  arasındaki  dolayımı  sağlıyordur;  köle,  bu  dolayımla,  emek 
sürecinin efendisi olur.  ‘Kendini gerçekleştirme’ diye uyarlaya­
bileceğimiz  tanınma-özbilinç kazanma mücadelesinde yeni bir 
gelişme basamağıdır bu.  (Bu diyalektik, kapitalist rasyonaliteyi 
ve Protestan etiği  temellendirir.)
İşte,  Fanon,  Hegelci  efendi-köle  diyalektiğini  sömürgecilik 
bağlamında yeniden yorumlar ve kitle psikolojisi temelinde ge­
nişletir.  Fanon’a göre,  Hegel’de  efendi-köle ilişkisinin karşılık­
lılığına mukabil,  sömürgeci efendinin köle  tarafından  tanınma 
gibi  bir  derdi  yoktur;  orada  insan-insan  arasında  değil  insanla 
insan-olmayan arasında bir mücadele sözkonusudur.
Sömürgeleştirilmiş  ezilenler,  içinde  bulundukları  nesneleş- 
tirilme  durumunun ve  aczin  çaresizliği içinde, şiddet üretiyor- 
lardır zaten.  Fakat açık baskının doğurduğu bu şiddet, -söm ür­
geciden duyulan korkunun da  etkisiyle- kriminaliteye ve ken­
di  aralarındaki ‘töresel’ çekişmelere akmaktadır.  “Yaban”  halk­
ların  medeniyetten  uzaklığına  dair  sömürgeci  klişeleri  de bes­
leyen bir şiddettir bu.  Fanon,  bağımsızlık  mücadelesinin  baş­
lamasından  sonra  kriminal  şiddetin  büyük  çapta  gerilediğine 
dikkat  çeker.  Ona  göre  sömürgeciliğe  ve  sömürgecilere  kar­
şı şiddet,  sömürgeleştirilmiş olanların sahiden ‘özne’ olabilme­
sini,  mâduniyetten/tâbilikten  çıkıp  özbilinç  ve  özgüven  kaza­


nabilmesini  sağlayacaktır.  Sembolik  anlamıyla  beraber şiddet, 
örgütlenmenin,  direnişin  bir  rüknüdür.  Şiddetin  katarsis  sağ­
layıcı  niteliği  de  Fanon’un  kabulüdür.  Esas  olarak  Fanon’da 
sömürgecilik  karşıtı  şiddet,  Hegelci  efendi-köle  diyalektiğin­
de  kölenin  çalışmaya/emeğe  yönelmesine  tekabül  eder;  tanın­
ma  talebini ifade  eden ve bizzat anlam üretici bir emek süreci­
dir:  “Çalışmak demek, sömürgeci efendiyi öldürmeye çalışmak 
demektir.”  Hegel’de  İnsanî-tarihsel  gelişmeyi  ‘sırayla’  belirle­
yen  şiddet  ve  emek  unsurları,  örtüşürler  böylece.  Fanon’un, 
şiddete  ‘demokratikleştirici’  bir işlev yüklediğini  de  ekleyelim: 
Şiddete  dayalı  mücadelede  özgüven ve  inisyatif kazanan  kitle­
ler,  önderlik  konumundakilerle  eşitlenecek,  kimsenin  kendi­
ni  “kurtarıcı”  olarak  takdim  etmesine  izin vermeyecektir.  Öy­
le olacağını umar.
Fanon eleştirileri
Fanon’un  bazı  Marksist  eleştiricileri  -ortod ok s  olmayanları 
da-,  onun  kapitalizmi  ihmal  ettiğini  söylerler;  sömürgeciliğin 
ve  sömürgeleştirilmekten  kurtuluşun  imkânlarının  tarihsel ve 
iktisadî-toplumsal  bağlamına  ilişkin  çözümlemesinin,  ‘kimlik 
meselesi’yle kısıtlandığını ileri sürerler.
Ama  biz  yine  asıl  şiddet  meselesiyle  ilgili  tartışmaya  baka­
lım.  Hannah  Arendt,  1970’de  yayımlanan  Şiddet  Ü zerine’d e, 
Fanon’u  şiddet yüceltisiyle  itham  etmişti.  Onun  şiddeti  katar- 
tik bir hal olarak tasvir edişine,  tecavüze uğrayanın/mazlumun 
hiddet  dolu  intikam  düşleri  (dahası,  bir anlığına  da  olsa  onun 
yerine  geçme  düşleri)  üzerine  bir  fikir,  bir  politika  inşa  etme­
nin imkânsızlığına ve onun “kötü belâgat aşırılıkları”ndaki “so­
rumsuzluğuna”  çatar.  Son  olarak  “sorumsuzluk”  ithamını  an­
mamın nedeni şu:  Başka bazı eleştiricileri gibi Arendt de, belki 
Fanon’dan  çok,  onun  alımlanma  biçimine,  uyandırdığı  etkiye 
kızarlar. Arendt, Fanon’un kendisinin “şiddet konusunda, hay­
ranlarından daha  kuşkulu”  olduğunu  not eder.  Yine Arendt’in 
naklettiği bir başka yorumcu (Barbara Deming), Fanon’un met­
ninde  şiddet  sözcüğünün  rahatlıkla  “radikal  ve  ödünsüz  ey­


Yüklə 355,86 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   71




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə