nabilmesini sağlayacaktır. Sembolik anlamıyla beraber şiddet,
örgütlenmenin, direnişin bir rüknüdür. Şiddetin katarsis sağ
layıcı niteliği de Fanon’un kabulüdür. Esas olarak Fanon’da
sömürgecilik karşıtı şiddet, Hegelci efendi-köle diyalektiğin
de kölenin çalışmaya/emeğe yönelmesine tekabül eder; tanın
ma talebini ifade eden ve bizzat anlam üretici bir emek süreci
dir: “Çalışmak demek, sömürgeci efendiyi öldürmeye çalışmak
demektir.” Hegel’de İnsanî-tarihsel gelişmeyi ‘sırayla’ belirle
yen şiddet ve emek unsurları, örtüşürler böylece. Fanon’un,
şiddete ‘demokratikleştirici’ bir işlev yüklediğini de ekleyelim:
Şiddete dayalı mücadelede özgüven ve inisyatif kazanan kitle
ler, önderlik konumundakilerle eşitlenecek, kimsenin kendi
ni “kurtarıcı” olarak takdim etmesine izin vermeyecektir. Öy
le olacağını umar.
Fanon eleştirileri
Fanon’un bazı Marksist eleştiricileri -ortod ok s olmayanları
da-, onun kapitalizmi ihmal ettiğini söylerler; sömürgeciliğin
ve sömürgeleştirilmekten kurtuluşun imkânlarının tarihsel ve
iktisadî-toplumsal bağlamına ilişkin çözümlemesinin, ‘kimlik
meselesi’yle kısıtlandığını ileri sürerler.
Ama biz yine asıl şiddet meselesiyle ilgili tartışmaya baka
lım. Hannah Arendt, 1970’de yayımlanan
Şiddet Ü zerine’d e,
Fanon’u şiddet yüceltisiyle itham etmişti. Onun şiddeti katar-
tik bir hal olarak tasvir edişine, tecavüze uğrayanın/mazlumun
hiddet dolu intikam düşleri (dahası, bir anlığına da olsa onun
yerine geçme düşleri) üzerine bir fikir, bir politika inşa etme
nin imkânsızlığına ve onun “kötü belâgat aşırılıkları”ndaki “so
rumsuzluğuna” çatar. Son olarak “sorumsuzluk” ithamını an
mamın nedeni şu: Başka bazı eleştiricileri gibi Arendt de, belki
Fanon’dan çok, onun alımlanma biçimine, uyandırdığı etkiye
kızarlar. Arendt, Fanon’un kendisinin “şiddet konusunda, hay
ranlarından daha kuşkulu” olduğunu not eder. Yine Arendt’in
naklettiği bir başka yorumcu (Barbara Deming), Fanon’un met
ninde şiddet sözcüğünün rahatlıkla “radikal ve ödünsüz ey