54
55
|
Temmuz 2016
|
Sayı 19
BURSA
’
DA ZAMAN
|
Temmuz 2016
|
Sayı 19
BURSA
’
DA ZAMAN
çevreleyen kocaman duvarın dibindeyim!
Görülebildiği kadarıyla ilk dönem camilerine
benziyor ancak minarede veya cami duvar-
larında bir kitabe, bir işaret yok. Gerçi, cami
çevresi özel mülk, etraf kocaman duvarlarla
çevrilmiş ve içine girmek imkansız. İçine
girebilseydik belki bir kitabe, bir işaret, bir
yazı bulabilirdik ama bu mümkün olmadı.
Çevresini dolaşırken, müştemilat yapısının
altından geçerken tepemizde bir hareket
farkettik; müştemilat penceresinin kenarın-
da güneşlenen oğlaklar!!
Fotoğrafladığımı gören oğlakların yerlerin-
den kalkıp yapının içine atlaması ve gelen
zil (çan) seslerine bakılırsa içeride başka
hayvanlar da var, muhtemelen bir keçi
sürüsü.
Camiye bitişik durumdaki müştemilat yapı-
sının ahır veya ağıl olarak kullanıldığı belli.
Caminin de aynı şekilde kullanılıp kullanıl-
madığını görmeye, öğrenmeye çalıştık ama
nafile; kapı kapalı, kale bedeni gibi duvarları
aşamadık. İster TİKA, ister devletimizin baş-
ka bir kurumu, adanın ortalarında yer alan
Filia Köyü’ndeki bu tarihi camiyi kontrol
etmesi gerekir. Yalnız, harabe, virane halleri
anlamak kolay ama işlevi ile hiç uyuşmayan
ve hatta saygısızlık denebilecek bir işleve
mahkum etmek, hangi medeniyete ait
olursa olsun bir ibadethane için olmaması
gereken bir durum.
TİKA demişken, Ada’da başka tarihi eserler
de var bu kurumun ilgisini bekleyen. Bun-
lardan biri, Ada’nın kuzeyinde yer alan ve
Orta Çağ kenti olarak anılan Molyvos’un
aynı adla anılan kalesi.
Molyvos’un yanındaki Petra kentinin ka-
lesine de Sultan Abdülmecit’e ait olduğu
tahmin edilen bir tuğranın işlenmiş olduğu
kapıdan giriyorsunuz.
Aynı şekilde Midilli Kalesi de onarım ve ila-
veler yaptığımız, girişinde ve başka muhtelif
noktalarında mührümüzün olduğu bir yapı.
Örneğin kalenin girişindeki kitabe. Girdikten
sonra sizi bir cami karşılıyor; Kule Camii.
Her yanı yıkılmış, mihrabın ayakta kalan
küçük bir parçası buranın bir cami olduğu-
nu anlatıyor ziyaretçilerine.
Kalenin devamında ecdat muhteşem
eserler yapmış. Çeşmesi, mescidi, tekke-
si… Tümüyle yıkılmasını önlemek için bir
müdahaleden geçmiş, restore edilmişler
ancak tamamının ayağa kaldırılması gerek.
Devasa bir kalenin orta yerinde ‘ben Türk-
ler’den kaldım, Osmanlı eseriyim’ diyen
yapılar topluluğu..
Hasılı şu; burnumuzun dibindeki Midilli’de
bizden olanlar bizden ilgi bekliyor. Arna-
vut kaldırımlı köy sokaklarını, eşşeklerini,
Osmanlı çeşmelerini, köy meydanlarını,
camilerini ve kalelerini görmek ve de tabii
taze balıklarını tatmak için bir hafta sonunu
ayırmak yetiyor.
CAMİYİ AĞIL YAPMIŞLAR
Sadece bir geliş bir gidişten oluşan ada
içi yollar bizi birbirinden güzel köylerden
geçiriyor. Bunlardan biri de Filia. Bir vadinin
içinde, kartpostal gibi. Köyün girişinde
araçtan inip bu eşsiz manzarayı izlerken
gözlerim birşeyi farketti. Köyün alt kısım-
larında, şerefe kısmından yukarısı yıkılmış
bir minare ve çevresinde virane yapılar…
Dikkatli baktım, fotoğraf makinası ile en bü-
yük boyda fotoğraflayıp ekrandan baktım,
evet bu bir minare ve etrafındaki yapılar da
bir camii ve müştemilatı.. Hemen aracı o
yöne sürdüm, köyün dar sokakları camiye
varmamı bir hayli zorlaştırdı ama sonun-
da cami, minare ve çevresindeki yapıları
Tarihin İzinde; Midilli / Saffet YILMAZ
56
57
|
Temmuz 2016
|
Sayı 19
BURSA
’
DA ZAMAN
|
Temmuz 2016
|
Sayı 19
BURSA
’
DA ZAMAN
Geleneksel Sporlar / Bursa’da Ata Sporu Heyecanı / İsmail CENGİZ
BURSA’DA
ATA SPORLARI HEYECANI
Göçmen, savaşçı ve avcı bir millet olan
Türkler, bulundukları coğrafyanın nimet-
lerini korumak ve hiç eksilmeyen düşman
saldırılarına karşı kendilerini savunmak
dürtüsüyle tarihin her döneminde askerin
dinamik kalmasını sağlayan ‘stratejik savaş
oyunları’na önem vermiştir.
“Ata binmeyene, güreş tutmayana, askere
gitmeyene kız vermeyen” ecdadımız, sürekli
zinde omak ve dinç kalmak için kuvvet-
li olmak, çevik olmak zorundaydılar. Bu
nedenledir ki, birçok spor dalıyla sürekli
uğraşmışlardır. Hem barış zamanında hem
de savaş esnasında “güreş müsabakaları,
at ve kılıç oyunları” düzenlenmiş, böylece
askerlerin sürekli dinç kalmaları ve savaşa
hazır olmaları sağlanmıştır.
Avcı bir millet olan Türkler, avcılık ve savaş
sanatıyla ilgili tüm “askeri oyunları”nı aynı
zamanda eğlenceye, şölene dönüştüre-
rek 7’den 70’e halk arasında kadın-erkek
demeksizin yaygınlaşmasını sağlamıştır.
Türklere “doğuştan asker millet” denilmesi-
nin sebebi de budur.
Hunlar, Göktürkler, Oğuzlar, Uygurlar, Ça-
ğatay Hanlığı, Timur Hanlığı, Altınordu, Sel-
çuklular ve Osmanlı dönemlerinde; avcılık,
güreş, atıcılık, okçuluk, binicilik, kılıç, düz
koşuculuk, yüksekten atlama, tırmanma,
sıklet kaldırma, lobut atma, gürz ve topuz
kullanmak, cirit, çöğen, kökbörü, tepük,
tomak, kayak ve matrak gibi spor dalları
Türk coğrafyasının her köşesinde zevkle
oynanmış ve o günün idarecileri tarafından
destek verilerek teşvik edilmiştir.
GÜREŞ: Türklerin en eski ata sporların-
dan biri olan “Güreş” sözcüğünün kö-
keni, Türkistan coğrafyasında kullanılan
“küreş” kelimesinden gelmektedir. “Küreş”,
“küreş kılmak” sözcüğü günümüzde Türkis-
tan coğrafyasında “mücadele”, “mücadele
etmek” anlamlarında kullanılmaktadır.
Yüzyıllardan bu yana erkeği, kadın ve ço-
cuğuyla Türklerin güreşi sevmesi, güreşciye
sevgi ve saygı duyması ve isim yapmış
pehlivanlara ayrıcalıklı muamele gösterme-
si, şüphesiz ki, Türk’ün ruhundaki avcılık,
kahramanlık ve mertlik duygularından
kaynaklanmaktadır.
Günümüzde; güreşcilerin sırtlarına “aba”
giyerek ve bellerine kuşak bağlayarak yap-
tıkları “Aba Güreşi”, bele sarılan iki metre
uzunluğundaki kumaşlardan tutarak yapılan
“Kuşak Güreşi”, sporcuların birbirlerinin
tenlerine daha fazla temas etmeden üzer-
lerine yağ dökerek el ve ayak oyunlarıyla
yapılan “Yağlı Güreş”, sürekli hareket ha-
lindeki atlar üzerinde yapılan “Atlı Güreş”,
kısa şalvar giyilerek yapılan “Şalvar Güreşi”
geleneksel olarak devam edegelen gele-
neksel güreş oyunlarıdır. Bunların dışında
“Deve Güreşleri” ile “Boğa Güreşleri” de
yapılmaktadır.
OKÇULUK: Okçuluk, Türklerin ünlü spor-
larındandır. M.Ö. 5000’den itibaren Al-
tay ve Tanrı Dağları ve çevresinde ortaya
çıkan, daha sonra da İç Asya’ya tamamen
egemen olan “Atlı Bozkır Kültüründe” atla-
ra ve okçuluğa büyük önem verilmektedir.
Tüm dünya uluslarınca benimsenen gerçek
de, ok-yay ve okçuluğun Türklerce dünya-
ya tanıtılmış olmasıdır. Ok ve yay, mızrak
gibi, bıçak gibi tarih içerisindeki ilk mekanik
savunma ve saldırı silahıdır. Ergenekon ve
Oğuz destanlarında, Dede Korkut söylen-
celerinde; binicilik, kılıç ve güreş oyunları
ile birlikte okçuluk da Türkler tarafından
dünyaya tanıtılmış ve yayılmıştır.
Çok eski zamanlardan beri harp sahasında
kendileriyle karşılaşanlar, Türklerin ok atma-
daki ustalıklarından hayranlıkla söz etmiş-
lerdir. Türkler, kısa fakat çok kuvvetli yaylar
kullanırlardı. Oku gerek piyade ve gerekse
süvari olarak kullanmakta emsalleri yoktu.
Süratle giden bir atın üzerinden, hareketli –
hareketsiz hedeflere isabetli ok atarlardı.
Anna Komnena bu konu hakkında şöyle
demiştir: “Bir Türk kovalamaya geçmiş-
se, düşmanını ok atarak haklar. Kendisi
kovalanıyorsa, okları sayesinde üstün gelir.
Fırlattığı ok uçarak ata veya atlıya saplanır.
Ok çok güçlü bir elle gerilmişse, gövdeyi
delip geçer. Türkler gerçekten çok usta
okçulardır.” (www.gelenekselfed.gov.tr)
Günümüzde “hareketsiz okçuluk”, “hare-
ketli okçuluk” ve tarihi “atlı okçuluk” sporu-
na ilgi tekrar artmaya başlanmıştır.
ATÇILIK VE BİNİCİLİK:
M.Ö. 6000’li yıllarda atı ilk evcilleştiren ve
eğiten Türkler için atçılık sporu adeta bir
yaşam biçimi olmuştur ve kadın gibi, kılıç
gibi, bir yiğidin olmazsa olmaz kutsalların-
dandır.
Yabancılar şu kısa sözle Türk’ü tarif etmiş-
lerdir. “Türkler at üstünde doğar, at üstün-
de ölür.” Gerçekten de at’a hakim olma ve
biniciliklerindeki ustalık, Türkleri savaş mey-
danlarında zaferden zafere koşturmuştur.
At ile bütünleşen, at’ın bir parçası olabi-
len ve eğersiz atan binmekte mahir olan
Türkler’de yakın geçmişe kadar atı olmayan
erkeğe iyi gözle bakmazlar, ata binmesini
bilmeyenlere kız vermezlerdi. Bu arada
kızların da erkekler kadar ata binmekte, at
koşturmakta usta olduklarını da belirtmek
gerekir.
Günümüzde uygulanan at ve binicilik
tekniklerinin bir çoğu, eski Türklerde uy-
gulanan teknikler olup, gerçekten de, at’a
binmek, at yetiştirmek, at’ı eğitmek Türkler
için bir sanat olarak kabul edilmiştir.
ÇÖĞEN/POLO OYUNU:
Sınırları belirlenmiş toprak bir alan içerisin-
de, at üzerinde oynanan bir spor oyunudur.
At üzerindeki oyuncuların, ucu kıvrak olan
ve “Çöğen” adı verilen opalar ile “Giy” de-
nilen topu, rakip kale içine atarak oynanan
bir takım oyunudur.
Günümüzde Hindistan, Pakistan ve Avrupa
ülkelerinde oynanan “Polo oyunu”nun
esasını teşkil eden “Çöğen Oyunu”nun
yeniden canlandırılması noktasında adımlar
atılmalıdır.
BEYGE/BABİGA OYUNU:
Özellikle Kırgız Türkleri arasında kırsal ke-
simlerde oynanan damat adayını belirleme
oyunudur. Bir köyde bulunan bir genç kızın
birden fazla isteyenini olduğu durumlarda
ve kız tarafının da kararsız kalması halinde,
kızı isteyen damat taraflarının kırılmaması
ve gelin adayına da tercih şansının veril-
mesini sağlayan at üzerinde oynanan bir
oyundur.
KÖKBÖRÜ:
“Kökbörü” veya “Oğlak Tartış” olarak
bilinen ve “Buzkaşi” olarak da adlandırılan
Orta Asya coğrafyasında oynanan eski stra-
tejik Türk savaş oyunudur. Göçebe savaş-
çıların ciritle birlikte idman oyunu olarak
oynadığı kökbörü, geniş bir düzlükte ta-
kımlar halinde veya bireysel olarak oynanır.
Amaç, başı kesik ve içi boşaltımış bir oğlağı,
at üstünde taşıyarak belirli mesafeyi aşmak
Bursalılar; ecdadımızın yüzlerce yıldır barış ve savaş dönemlerinde oynadığı akıl ve savaş oyunlarını
22–24 Temmuz 2016 tarihlerinde Kocayayla’da düzenlenecek şenlikte görme imkanı bulacak. Atlar
üzerinde müthiş şovlar size bekliyor…
İsmail CENGİZ
Kökbörü