487
Çuhacıyan ve Haydar Bey Tanzimat Dönemi Türk Tiyat-
rosunda müzikli oyunlar besteleyen en önemli isimler-
dir. Devamında gelen Meşrutiyet Dönemi’nde, Tanzimat
Dönemi’nin müzikli oyunlarının temsil edilmesinin
yanı sıra yeni oyunlar besteleyen besteciler karşımıza
çıkmaktadır. Bu isimlerin en önemlilerini Metin And şu
şekilde belirtmiştir; Muallim İsmail Hakkı Bey, Leon
Hancıyan, Kaptanzade Ali Rıza Bey, Udi Fahri Kopuz,
Kazım Uz, Dr. Suphi Ezgi ve Muhlis Sabahattin. (And,
1971, s.262) İsmi geçen bu bestecilerin hepsi Klasik Türk
Musikisi formlarında eserler vermiş ve müzikli tiyatro
oyunlarında da bu türü benimsemişlerdir.
Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu ve
Müzikli Oyunlar
Cumhuriyet Dönemi’ne gelindiğinde ise, başlangıç dö-
neminde Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde oynanan
müzikli oyunların temsiline devam edilmiştir. Daha son-
raki süreçte kendi besteci ve oyun yazarlarının ortaya
koydukları müzikli oyunlar temsil edilmeye başlamıştır.
Ayrıca Cumhuriyet Dönemi, müzikli oyunlar açısından
en üretken olunan ve halen devam eden bir süreçtir. Bu
dönemin ilk evrelerinde, müzik ve sahne sanatlarına
Atatürk’ün kültür ve sanat alanındaki politikaları yön
vermiştir. İlyasoğlu bu durumu şöyle değerlendirmek-
tedir: Atatürk, geleneksel Türk müziğine olan tutkusu
bir yana çoksesli evrensel müziğe de son derece önem
veren bir liderdir. İran Şahı’nın Türkiye’ye gelmesi üzeri-
ne Ahmet Andan Saygun’dan Özsoy operasını yazmasını
istemiştir. Daha sonra Ankara’ya gelişinin 10. Yılı kutla-
maları çerçevesinde Ahmet Adnan Saygun (Taşbebek) ve
Necil Kazım Akses (Bayönder) adlı operalarını yazılmış-
tır. (İlyasoğlu, 1998, s.13) Böylece Cumhuriyet Döne-
mi’nin ilk opera örnekleri sahnelenmiştir. Genç Türkiye
Cumhuriyeti’nin her alanda olduğu gibi müzik ve sahne
sanatları alanında da batıya özgü yaklaşımı benimsediği
söylenebilir.
Müzik ve tiyatro alanlarında getirilen yabancı uzman-
lar hem müzik hem de tiyatro alanında yeni bir akımın
öncüleri olmuş ve dönemin sanat politikalarına yön
vermişlerdir. Bu bakımdan müzik ve tiyatro sanatları
önem verilen başlıca dallar olarak karşımıza çık-
maktadır. Cumhuriyet Dönemindeki kurumsallaşma
tiyatro ve müzik sanatlarının akademik bir ortamda
değerlendirilmesine, dolayısıyla da akademik bir eğitim
verilmesi imkanını tanımıştır. Tiyatro alanında İstanbul
Büyük Şehir Belediyesi bünyesinde faaliyetlerini devam
ettiren ve Darülbedayi’nin devamı olan Şehir Tiyatroları
kurulmuştur. Metin And Darülbedayi’nin o dönemdeki
durumunu şu şekilde değerlendirmektedir: “Meşru-
tiyet’ten miras kalan Darülbedayi 1923’ün başlarında
dağınık bir durumdaydı. 1926’da vali Muhittin Üstündağ
Darilbedayi’ye bir çeki düzen vermek istedi; tiyatronun
başına Celal Esat (Arseven) getirildi, sanatçılar aylığa
bağlandı. Rusya’dan yeni görgülerle gelen Muhsin Er-
tuğrul tiyatronun başına geçti ve topluluk ilk kez bir var-
lık gösterebildi. 1934’de Darilbedayi adı yerine İstanbul
Şehir Tiyatrosu adı kondu.” (And, 1970, s.270-271) Köklü
kurumlarımızdan biri olan ve halen faaliyetlerini devam
ettiren Şehir Tiyatroları, Osmanlı mirasının devamı
niteliğindedir.
Osmanlının bir diğer önemli eğitim kurumu ve dönemin
konservatuvarı olan Darülelhan Cumhuriyet dönemin-
de Belediye konservatuvarına dönüşmüş daha sonra
İstanbul Üniversitesine bağlanmıştır. Aynı paralelde
yapılan çalışmaların bir diğer odak noktası 1924 yılında
Ankara’da kurulan Musiki Muallim Mektebi’dir. Metin
And Musiki Muallim ve sonrasında yapılan çalışmaları
şöyle özetlemektedir: “İlk önce 1924 yılında Ankara’da
bir Musiki Muallim Mektebi kurulmuştu. İkinci bir adım
Musiki ve Temsil Akademisi kurulmasıdır. 1934 yılında
Milli Musiki ve Temsil Akademisi, ertesi yıl da Güzel
Sanatlar Genel Müdürlüğü kurulmuştu. Akademini
amacı hem müzik öğretmeni, müzik ve sahne sanatçısı
yetiştirmekti hem ulusal müziği işlemek, yükseltmek,
yaymaktı.” (And, 1970, s.277-278) Sanat alanının ku-
rumsallaşması çerçevesinde atılan bu adımlar Cum-
huriyet döneminin en önemli adımlarıdır. Yeni eğitim
kurumlarının açılmasını sürecini Kurtuluş şu şekilde
değerlendirmektedir; “Şüphesiz Türk Tiyatrosunun
Cumhuriyet dönemindeki en büyük kazancı, akademik
bir hüviyet kazanması yolunda Devlet Konservatuvarının
açılması olmuştur. 1936’da Ankara’da kurulan Milli Mü-
zik ve Temsil Akademisi, 1940’da Devlet Konservatuvarı
haline gelmiş, 1948 yılında da bale ve opera bölümleri
bu müesseseye dahil edilmiştir.” (Kurtuluş, 1987, s.88)
İşte bu doğrultuda müzik alanında yetişen besteciler
müzikli tiyatro alanında da eserler vermişlerdir.
Dönemin başlangıcında müzik ve sahne sanatları anla-
yışını değerlendirecek olursak; yönünü tamamen batıya
çevirmiş çoksesli bir müzik anlayışının benimsendiğini,
sahne sanatları bakımından ise çoksesli müzik anlayışı
ile birlikte sergilenen opera ve operet türünde eserler
verildiğini görmekteyiz. İlerleyen süreçte ise artık adına
operet denilmeyen müzikli tiyatro oyunu olarak eserler
karşımıza çıkmaktadır. Kendi repertuvarını oluşturma
çabası içinde olan genç Türkiye Cumhuriyet’i önceki dö-
nem müzikli oyunlarını da repertuvarına dahil etmiştir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında müzikli oyunların duru-
muna baktığımızda, Özdemir Nutku bu durumu şöyle
değerlendirmektedir; “Cumhuriyet’in kuruluşundan
beş yıl öncesinden başlayarak, Cumhuriyet’in ilanından
sonraki ilk dönemde gelişme olanağı bulan müzikli
oyuna yönelenlerin başında Musahipzade Celâl gelir.
1917’de yazdığı ve onun ilk müzikli oyunu olan İstanbul
Efendisi’inden sonra yazdığı çoğu oyunları şarkılı ve
müziklidir. Ancak Musahipzade’nin müzikli oyunlarında
da ağırlık sözlü tiyatrodadır. Bu yapıtlarda ilginç olan
gerek söz gerekse biçim açısından çağdaş olanla gele-
neksel olanın içiçeliğidir. Her ne kadar, onun oyunları,
döneminde operet olarak kabul edilmişlerse de, bunlar