li orta-oyununun kaynaşması sonunda oluşmuş tulûat t i
yatrosunun minyatürleşmiş bir modeli sayılabilir. Tulûat
tiyatrosu ve orta-oyunu artık ölmekte — ya da tamamiy-
le ölmüş— birer sanat kolu olduğu halde, kukla hâlâ, hat
tâ Karagözden de canlı olarak yaşamakta devam ediyor;
özellikle çocukları eğlendirmek için, büyük şehirlerde rağ
betini sürdürüyor. İstanbul, İzmir gibi yerlerde, sünnet
düğünlerinde, bazı bayramlarda da parklarda, panayır
larda kukla oynatan sanatçılar bulunmaktadır.
Günümüzdeki yaygın kuklanın iki tekniği vardır; her
ikisi de aynı sanatçının, aynı gösteride başvurduğu tek
niklerdir: el-kuklası ve ipli-kukla. Türk kuklacıları, tıpkı
tulûat tiyatrosu gösterilerinin başındaki kantolar, düetto-
lar gibi «rakıs»lı numaraları ipli kuklalar ile, asıl «oyun»
bölümünü, yani bir maceranın temsilini el' kuklaları ile
icra ederler.
El kuklalarını oynatıyorsa kuklacı küçük bir sahne
nin altında gizlenir, iki eline geçirdiği iki kuklayı karşı
lıklı konuşturur ve onlara türlü hareketler yaptırır. Oyu
nun eğlendirici etkisinde büyük bir pay, sözlerden çok
şebeklerin karikatürümsü biçimlerinde ve hareketlerinin
tuhaflığındadır. İpli kuklada kuklacı sahnenin üstünden
ipleri çekecek surette, yine sahnenin gerisinde gizlenir.
Ama türk kuklasının bu iki çok tanr.mış tipi dışın
da kalan teknikleri ve biçimleri vardır. Bunlardan iki ör
nek biliyoruz; birincisini Metin And
şöyle
tanımlıyor:
«Anadolu'da bugün köylerde rastlanan kukla türünde (...)
■kuklacı yere, bir merdiven veya bir arabaya boylu bo
yunca yatar; her elinde bir kukla
olduğu
gibi dizle
rinde de bir kukla vardır; dizlerini büküp öne çekince
izlerine bağlı büyük kukla ellerindeki kuklaların arasına
girer böylece üç kuklayı birden hareket ettirir.» (Metin
And, Geleneksel türk tiyatrosu, s. 92-93). — İkinci tipi
biz, 1939 yazında Erzincan Eğitmen
kursundaki
köylü
204
eğitmen adaylarının bir gösterisinde görmüştük. Burada
kuklacı, boylu boyunca yere uzanıyor; yalnız başı ile, kuk
la kılığına girmiş bir kolunu dik tutuyor ve elindeki kuk
la ile kendi başmı iki aktör gibi oynatıp konuşturuyor.—
Anadolu köylü kuklalarının belki de daha başka çeşitleri
vardır; ilerdeki araştırmalar
bunları
meydana
çıkara
caktır.
Soru 8 5 : Türk kuklasının geçmişi üzerine neler
biliyoruz?
Uzun zaman, halk seyirlik oyunları incelemecilerince
gölge oyununun, eski Osmanlı İmparatorluğu toprakları
na Çin’den, Orta Asya-İran yolu ile geldiği kanısı be
nimsenmişti. Bu alanın en ünlü uzmanı alman orientalisti
Georg Jacob eserlerinde Karagöz’ün tarihindeki gelişi
mini böyle açıklamıştı. Türk yazarları da onun bu sonuç
larına katılmışlardı; Sabri Esat Siyavuşgil, 1941'de ya
yınladığı eserinde, bu sonuçları yeni türk kaynakların
dan belgelerle zenginleştirerek aynı görüşü desteklemiş
ti. Bu kanıyı ilk sarsan alman orientalisti Theodor Menzel
olmuştur; 1941'de yayınlanmış olan eserinde
(Meddah,
Schattentheater und Orta Ojunu, Prag 1941) bu bilim
adamı o güne kadar süregelen yanılmanın nereden ileri
•geldiğini açıkladı: uzmanlar hayâl kelimesini gölge anla
mında aldıkları için, eski kaynaklarda her rastladıkları
«hayâl oyunu» anlamına gelebilecek sözü, «gölge oyunu»
diye yorumlamışlar. Halbuki, hayâl kelimesi «hayâl-i zil»
şeklinde tamamlanmadığı zaman ancak sûret, şekil anla
mına gelir; böyle olunca da «hayâl» deyimi yüzde yüz göl
ge tiyatrosuna bir anıştırma olamaz; kuklaya (yani göl
gesi perdeye vurdurulan suretlere değil de üç boyutlu
:küçük insan sûretlerine) işaret olabilir. Öte yandan, haH<
205
seyirlik oyunlarının tarihini çizenlerin, Çin'den Osmanlı
ülkesine gölge oyununun geliş yolu diye gösterdikleri iki
bölgede, Orta Asya (Türkistan) ve İran'da gölge oyunu
nun yaşadığına tanık olacak belge yoktur; buna karşılık
üç boyutlu suretlerle oynatılan oyun (kukla) oraların ge
leneğinde yaşamıştır ve yaşamaktadır.—:
Seyirlik halk
oyunları üzerine araştırmaları ile tanınmış Metin And da
son eserinde bu oyunların tarihini çizerken bu açıkla
mayı yeğlemiş ve kuklanın türk seyirlik oyunları geçmi
şinde Karagöz’e baka eskiliği
görüşünü güçlendirecek
yeni birçok tanıkları sıralamıştır. Bu yazar, Menzel'in açık
lamasına kadar «gölge oyunu sureti» anlamında yorum
lanan Kcvurcak (Kabarcuk, korçak, v.b. varyantları da
var bu kelimenin) kelimesinin Türklerde ta Xl’inci yüz
yıldan beri «bebek» ve «kukla» anlamına geldiği ve Le
ningrad Müzesinde incelediği Orta Asya kuklalarının (Kol
Kurçak = «el kuklası», çadır hayâl adlarıyle gösterilen)
gölge oyunu ile ilgisi olmadığı olgularına da dayanarak
Türkler arasında kuklanın X lll’üncü yüzyıldan bu yana
oynanmış olacağı düşüncesini ileri sürüyor. Kukla oyu
nunun Türklerde bu tarihe çıkarılabileceğini Fuad Köprü-
lü'nün, Sultan Veled'in bir şiiri için yaptığı açıklamaya
dayanarak, kabul ediyor (Metin And, a.g.e. s. 86), daha
sonra-ki yüzyıllar için de, çeşitli incelemecilerin göster
dikleri tanıklara kendilerininkini de katarak, bu oyunun
Anadolu'da, Selçuk çağından başlayarak tanındığını be
lirten kesin bilgileri sıralıyor. Mevlâna’nın bir şiirinin yo-
jmlanmasından, onun çağında ipli kuklanın gece, el kuk
lasının gündüz oynatıldığı sonucuna
varmak mümkün
dür; 1430'da yazılmış bir Camaspnâme'deki:
Gördün ahî ol hayâlbâz oyum,
Bir kıl ile nice oynada anı.
206
Dostları ilə paylaş: |