TBNA2014
48
dışında tüm bireylere boşanmaya
gerekçe olabileceği
düşünülen çeşitli ifadeler okunmuş ve bu durumun
kendileri açısından tek başına boşanma nedeni olup
olmayacağı sorulmuştur. Burada yüksek oranda gelen
yanıtlar aldatma, yüz kızartıcı suç, kötü muamele ve
kötü alışkanlıklara işaret etmektedir. Bu da yanıtların
toplumsal norm ve kabullere uygun biçimde
verildiğini göstermektedir. Öte yandan toplumsal
cinsiyet normları (işbölümü vb), diğer aile fertleriyle
ilişkiler gibi unsurların tek başlarına boşanma
nedeni olarak daha düşük oranda ifade edilmiş
olması bunların önemsiz olduğuna değil genellikle
diğer nedenlerle birlikte ortaya çıktıklarına işaret
etmektedir. Bireylerin kendi durumlarına
ilişkin
olarak daha gerçekçi yanıtlar verirken ilgili olmayan
durumlar için daha normatif tutum sergiledikleri
dikkat çekmektedir (ATHGM, 2011).
2006 ve 2011 yıllarını karşılaştırmalı olarak
inceleyen Türkiye Aile Yapısı Araştırması
Tespitler ve Öneriler adlı çalışmasında
Doç. Dr. Alanur Çavlin Türkiye’de boşanma düzeyi,
boşanmayla sonuçlanan evliliklerin özellikleri,
boşanan bireylerin demografik ve sosyoekonomik
özellikleri, boşanma nedenleriyle boşanmaya
gerekçe oluşturabilecek durum ve davranışlarla
ilgili tutumları incelemiştir. Çavlin, boşanmaların
evliliklerin ilk yıllarında yoğunlaştığını ve evlilik
süresinin uzunluğuyla çocuk sayısının artışının
boşanma olasılığını azalttığından söz etmiştir.
Çalışma ayrıca günümüzde Türkiye’de boşanma
oranlarının düşük olduğu ancak ilerleyen yıllarda
boşanma oranlarındaki artışın devam edeceğine
işaret etmektedir. Bu
kapsamda boşanma süresince
ve sonrasında hem çiftlere hem de çocuklara yeni
bireysel ve aile yaşamlarını kurabilmelerine imkân
sağlayacak sosyal politikaların oluşturulmasının
öneminin altı çizilmiştir (ATHGM, 2014).
Boşanmaya dair veriler sunan ulusal çaptaki
diğer bir araştırmaysa Türkiye Nüfus ve Sağlık
Araştırmaları’dır (TNSA 2003 ve TNSA 2008). Bu
araştırma en az bir kez boşanmış ve medeni durumu
boşanmış olan doğurganlık çağındaki kadınların
sosyoekonomik ve demografik açıdan analizine
imkân tanımaktadır.
3.5. Boşanmaya Teorik Bakış: Yükleme Teorisi
(Attribution Theory)
Boşanma nedenleri üzerine yapılan araştırmalar
incelendiğinde sosyoloji alanında yapılan
çalışmaların bu durumu yaş, cinsiyet, sosyoekonomik
statü, toplumsal yapı ve bireylerin evlenme yaşları
gibi yapısal ve yaşam süreciyle ilintili olgularla
açıklamaya çalıştıkları görülmektedir (Amato ve
Preveti, 2003). Psikoloji alanında gerçekleştirilen
çalışmalarsa boşanma nedenlerini bireylerin evlilik
süreçlerindeki iletişimleri
ve de bireylerin kişisel
özellikleri üzerinden açıklamaktadır (Gottman,
1994; Leonard ve Roberts, 1998).
Öte yandan, bu çalışmalar bazı ortak paydalar
kullanarak farklı modellemeler yaratmış ve
boşanma süreçlerini bu modeller üzerinden
okumayı hedeflemişlerdir (Guttman, 1993).
Kimi modeller boşanma sorununu açık olarak
irdelemeyi hedeflemekteyken (Bohannan, 1968),
bazı çalışmalarda halihazırda kullanımda olan
psikolojik modellemeler üzerinden ilerlenmiştir
(Rice & Rice, 1986; Smart, 1977; Wiseman,
1975). Psikososyal modellerse bir aile krizi olarak
başlayan olayların, evlilikte yaşanan sorunlarla
ilgili duygu ve düşüncelerin boşanmaya doğru
evrildiğini söyler. Bu kötü duygu ve düşüncelerin
azalıp yerini boşanmak
isteyen bireyin kendini
daha iyi hissetmek istemesiyle birlikte çözülme
sürecinin sonlandığına işaret eder. Guttman’ın da
değindiği üzere (Guttman, 1993), “gerçekleştirilen
tüm modellemelerin hemfikir olduğu nokta,
boşanmanın bir aile krizi olduğu kadar kişisel
bir kriz anı” olduğudur. Boşanma üzerine
gerçekleştirilen çalışmaların bir bölümü aile
ilişkilerinin çözülmesini ve boşanma sebeplerini
daha nesnel bir yaklaşım içinde ele alıp yaşam
seyri teorisi
4
kapsamında değerlendirilen yaş,
cinsiyet, sosyoekonomik statü gibi değerler
üzerinden okunması yoluna gitmiştir. Boşanma
üzerine yapılan araştırmaların
başka bölümüyse
4 Yaşam seyri teorisi, birey ve çevresi arasında dinamik değişme ve
etkileşim olduğunu temel alan bir yaklaşımdır. Yaşam seyri teorisinin
amacı kişilerin yaşam deneyimleri ve bunların etkilerini araştırmak
üzere kurgulanmıştır.
Kavramsal Çerçeve
49
daha öznel sebepler üzerinden okuma yapmış ve
boşanan bireylere “neden boşandıkları” sorusunu
yönlendirerek bu durumu anlamayı hedeflemiştir.
White, öznel nedenlere dayandırılarak yapılan
çalışmalar sonrasında evlilik esnasında eşler
arasında yaşanan sorunların neler olduğunun
anlaşılmasının boşanmanın sebeplerinin
belirlenmesinde yardımcı olacağının altını
çizmiştir (White, 1990:908).
Bu alanda gerçekleştirilen çalışmaların genel
sonuçları, kadınlar ve erkeklerin gerek evliliği
gerekse boşanmayı farklı şekilde deneyimledikleri
sonucuna işaret etmektedir (Bernard, 1972;
Kitson, 1992; Thompson ve Walker, 1989, Amato
ve Rogers 1997).
Boşanmayı anlamaya odaklanan araştırmalar,
kadınların erkeklere göre
daha fazla oranda ilişkiye
ya da duyguya dayalı sebepler gösterdiklerine
işaret etmiştir: Eşler arası uyumsuzluk, evlilik
esnasında mutsuz olma, evli oldukları eşlerinin
kişilikleriyle ilgili yaşadıkları sorunlar ve
genel olarak çiftler arasındaki sevgi eksikliği
kadınlar tarafından sıklıkla işaret edilen sebepler
arasında yer almaktadır. Kadınların işaret ettiği
diğer nokta da sorunların çoğunlukla eşlerinin
davranışlarından kaynaklandığı yönünde ifadeleri
olmuştur. Fiziksel şiddet, madde bağımlılığı,
erkeğin kendi arkadaşlarıyla sıklıkla görüşmesi, evi
ihmal etmesi / ilgisizlik, çocuklara
gereken özeni
göstermemesi gibi sebepler kadınların erkeklere
yönelik olarak dile getirdikleri boşanma sebepleri
arasında yer almaktadır (Bloom, Niles &Tatcher,
1985; Cleek&Pearson, 1985; Kitson, 1992 [Amato
ve Preveti, 2003]). Erkeklerinse genellikle iş veya
akrabalarla ilgili durumlar gibi dış etkenlere işaret
etme eğiliminde olduğu belirtilmiştir. Erkeklerin
boşanmalarına çoğu zaman neyin sebep olduğunu
bilmediklerini söyledikleri de kaydedilen bir diğer
önemli nokta olmuştur.
Sosyal bilimlerin, özellikle de sosyoloji ve sosyal
psikoloji alanlarının “ne” sorusuna ek olarak “neden”
sorusuna daha fazla yönelmesiyle birlikte insan
davranışlarının temelini öğrenmeyi hedefleyen
yaklaşımlar ortaya atılmış
ve nedensellik ilişkisini
kuran farklı çalışmalar gerçekleştirilmiştir.
Bireylerin davranış biçimleri ve yaşadıkları
olaylara olan tutum ve algıları arasında nasıl
ilişki kurulabilir? Bireyler yaşadıkları durumların
sebeplerini açıklamak için bahsettikleri,
nedensellik ilişkisi kurdukları durumlara ne
tür anlamlar yüklemektedir? Bu sorulara yanıt
vermeyi hedefleyerek geliştirilen Yükleme Teorisi
(
Attribution Theory) farklı alanlarda ve farklı
branşlarda uygulama alanı bulmuştur.
Yükleme Teorisi temel olarak bireyin düşüncelerini,
davranışlarını, tutum ve değerlerini nasıl
ilişkilendirdiği ve olayları nasıl yorumladığıyla
ilgilenmekte ve bu sorulara yanıt vermeyi
hedeflemektedir. Böylelikle davranışların geçmişi
ve sonuçları üzerine derinlemesine inceleme
sağlamaktadır. İlk olarak Heider’in 1958 yılında
ortaya attığı bu teori yıllar içinde farklı teorisyenler
tarafından geliştirilmiştir: Weiner, (1979, 1986);
Jones, Davis ve Kelley, (1972); Lewis & Pintrich &
Blumenfeld (1985); Daltroy (1990); Daly (1996);
Gredler (2001) bu teorinin geliştirilmesinde
yardımcı olan isimler arasında yer almaktadır.
Weiner’ın sosyal psikoloji alanına tanıttığı sosyoloji,
psikoloji ve sosyal psikoloji alanlarında çeşitli
saha araştırması sonuçlarını yorumlama amacıyla
yaygınca kullanılan Yükleme Teorisi
bireylerin
kendilerinin ve diğer kişilerin davranışlarını
nasıl yorumladığına odaklanmaktadır. Heider’in
Yükleme Teorisi’ni geliştirirken farklı aşamalardan
geçtiği izlenmektedir. İlk olarak “sağduyu
psikolojisi” (
common sense psychology) teorisi
ile yola çıkmış ve bireyler arasındaki karşılıklı
ilişkinin anlaşılmasını hedefleyen bir önerme
sunmuştur. Bu önerme, bireylerin olayları farklı
açıklamalarla incelediğini, analiz ettiğini ve
yorumladığını söylemektedir. Heider, bireylerin
olaylara getirdikleri açıklamaların gruplandırılarak
incelenmesinin, olaylara ne tür “yüklemeler”
yapıldığını anlamakta yararlı olacağını ve bu
nedenle içsel (kişisel) veya dışsal (durumsal) olarak
iki ayrı başlık altında incelenebileceğini ileri sürer.