80
Türklerde Ölüm Anlayışı (Ölüm Estetiği)
anlamına gelir. Türklerde en eski devirlerden itibaren var olduğu bilinen me-
zar geleneği, bedenin gömülmesi ilkesine bağlıdır. Bu ilke ile gelişen mezar
anlayışında, ölülerini yakan kabileler bile külleri gömerek mezar oluşturmuş-
lardır(Roux,1999:220).
İlk Türk mezar tiplerinin, mezarların üstüne toprak ve taş yığmak sure-
tiyle oluşturulmuş tümsek şeklinde olduğu bilinmektedir. Bu tip mezarların
Bakır ve Tunç çağlarına ait olduğu Radloff’un Sibirya’da yaptığı araştırma-
larda karşımıza çıkmaktadır(Radloff, 1994: C.3,94).Bu mezar tipleri hem gök
kubbeyi hem de dağı temsil eden mezar tipleridir. Radloff’un tasvir ettiği taş
ve toprakla oluşturulan tümsekler ilk modeller arasında kabul edilmektedir.
Çin yıllıklarının alınan bilgilere göre, “Türkler, mezarın üzerinde, içinde öle-
nin tasvirini ve yaşarken iştirak ettiği savaşların temsillerini resmettikleri bir
ev inşa etmektedirler”(Roux, 1994:231) Kül Tigin’in mezarının bu şekilde
yapıldığı bilinmektedir. Kurganların üzerine mezar taşı heykeller ya da bü-
yük taşlar dikildiği, (Rubruk, 2001:43) Uygurların ev tipi mezar yaptıkları ve
duvarlarına resimler çizdikleri, Rubruk tarafından bildirilmektedir(Rubruk,
2001:74). Bu bilgiler ışığında kurganların dışında ev tipi mezarlarında yapıl-
dığı anlaşılmaktadır.
Mezar, ölen kişinin kimliğinin sembolü olması sebebiyle, hem bedeni hem
de ruhu ifade etmektedir. Ruhun bedenden ayrılıp, Tanrı’nın yanına gittiğine
inanılmakla birlikte mezar, yalnızca bedenin mekanı olarak görülmez. Aksine
mezar, tam olarak kişiyi ve onun kimliğini açıkça ortaya koyan bir yapıdır.
Mezar başka bir zaman ve mekan boyutunda, kutsal olanda yaşayan insana
seslenilen, dilekler ulaştırılan kutsal merkez, sabit bir nokta olarak görülmüş-
tür(Eliade, 1991:2).
Türk mezarı, merkezinde insanın yer aldığı evren tasavvurunun ontolo-
jik olarak gerçekleştiğinin göstergesi olarak kutsal bir merkezdir. İnsanın bu
merkezde yer alması, hem insana hem evrene hem de mezara verilen öneme
işaret eder ki, insanın bu dünyadaki varoluşunun sürekliliğinin bir anlatımı-
dır. Ölen kişiyi temsil eden en önemli unsurlardan birisi olan mezar taşları o
yerin bir mezar ve mezarında bir insana ait olduğunu göstermeleri açısından
önemli bulunmaktadır.
Eski Türkçe’de mezar taşını ifade etmek için sin, tuli ve bengü terimleri
kullanılmıştır. Emel Esin; Bengü (ebedi) taş deyimini kullanan Kırgızların,
ölen kişinin anısına bir taş diktiği, taşın üzerine ölenin sureti ile katıldığı sa-
vaşları kazıdığı ve ağıtlarla bezediğini bildirmektedir(Esin, 1978: 104). Me-
zarlara verilen bir diğer ad da sın, ya da sın (insan sureti şeklinde) taşıdır
81
Ahmet Hakan YILMAZ
(Esin, 1978: 104). Mezar taşlarına bazen o mezarla ilgili oldukça kısa bir
açıklama (tanım) yazılır, bazen de sadece tamga şeklinde, hayat ağacı, hay-
vanlar, ilahlar, canlı veya soyut resimler kazınmıştır(Roux, 1994: 234).
Göktükler’de de Hunlar’da olduğu gibi ölümden sonraki hayatın varlığına
inanıyorlar bu inancın bir yansıması olarak, öldükten sonra hizmet etmesi için
hizmetkarlarını ve atlarını da gömüyorlardı(Aslanapa,1993 :33). Mezarların
başına, kendilerine hizmet etsin diye- hayatta iken öldürdükleri düşman sayısı
kadar balbal adı verilen şekillendirilmiş taş dikiyorlardı. Dirilişe inanıyorlar-
dı ve Cennet-Cehennem fikirlerine sahiptiler. Yapmış oldukları heykel ve süs-
lemelerinde, inanca ve ahirete yönelik sembolik ifadeler yer almaktadır. Ör-
neğin Kültigin mezar külliyesinde 3.75 boyundaki anıtın altında kaide olarak
Kaplumbağa heykeli konulmuştur. Kaplumbağa uzun yaşamı temsil etmekte
ve kötü ruhları uzaklaştırmaktır(Aslanapa, 1993:41). Taş heykeller, genellik-
le üst seviyedeki kişiler için dikilmiştir. Malzeme olarak taşın bulunmadığı
yerlerde, bir tahta parçasının da taşın yerine mezarlarda yer aldığı görülmüş-
tür(Roux, 1994: 217). Mezar taşı dikmekteki asıl amaç, insanın gök ile yerin
arasındaki varlığına ve yerine işaret etmektir. Ağaç, taş kadar uzun ömürlü
olmasa da ağacın taşıdığı anlam, ölüm anlayışında önemli bir yer tutar. Türk-
ler de ağaç, hayatiyetin, uzun ömrün ve sonsuzluğun sembolü, göğe uzanan
bir yol olarak mezarlıkların asli unsurlarından birisi olarak kabul edilmiştir.
Ağaç, ölüm ve yeniden doğuşun simgesi olarak kabul edildiğinden mezar,
mezarlık ve cenaze törenlerinde yer almıştır(Roux, 1994: 232). Mezara diki-
len sembolün taştan ya da ağaçtan olması çok önemli değildir; önemli olan,
ölen kişinin temsilidir. Mezar taşları, insanın dünyadaki sınırlı var oluşunun
sembolü ve sonsuz halidir. Ölen insanın bu dünyada ki varlığı ya aile efradı
tarafından hatırsının canlı tutulması ya da kişinin dünyadaki var oluşunun
sürekliliğini sağlayan mezar ve mezar taşı yapılmasıyla mümkün olabilmek-
tedir. Kişiye ilişkin hatıralar dan hiç bir şey kalmasa dahi, mezar taşı, orada
bir insanın yattığına ve bir zamanlar buralarda yaşadığına hükmeder. Ayrıca,
taş kutsal kabul edilip ona ebedilik özelliği de yüklendiğinden, ebedi olan in-
sanın, ebedi bir unsur olan taşla temsil edilmesi, insana gösterilen saygının da
bir ifadesi şeklinde yorumlanabilir. Mezar taşı, göğe yükselen ruhların dün-
yadaki yerlerini belirlemektedir. Taşın üzerine kişinin adının ve künyesinin
yazılması, kişinin bu dünyadaki var oluşunu belgelemektedir.
82
Türklerde Ölüm Anlayışı (Ölüm Estetiği)
İslami Dönem Türk Sanatları
Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra ki ölüm anlayışının sanata yan-
sımasına en açık örneklerden olan türbeler ve mezarlar, bu eski geleneğin
izlerini de barındırmakla birlikte İslamiyet’ten sonra da dikkatle izlenmesi
gereken anlamlar taşımışlardır. Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Os-
manlılardaki bu türbe mimari formlarında dikkat çeken en önemli özelliğin;
üst örtünün konik veya kubbe biçiminde olduğudur. Bu konik veya kubbe bi-
çiminin, kökleri ise İslamiyet’ten önceki Türklerdeki çadır geleneğine kadar
uzanır. Türklerde ölülerin ilk mezarları hiç şüphesiz kendi çadırları idi. Bu
yüzden Türklerin yerleşik hayata geçmelerinden sonra mezarları ister kerpiç,
ister tuğla ister taş yapı olsun çadır biçimlerini korudukları dikkatten kaç-
mamaktadır. Selçuklularda “kümbet”, Osmanlılarda “türbe” adını taşıyan bu
mezar yapıları geleneksel çadır kalıplarını taşır(Aslanapa, 1993:36). Türkler
ölüme ve ölüye o kadar önem vermişlerdir ki, önemli kişilerin mezarlarının
yanında sade vatandaşların mezarları dahi sanat tarihinde önemli yer tutacak
özelliklerle karşımıza çıkmaktadır. Müslüman Türkler ilahi gerçeği “Küllü
nefsin zaikatü’l- mevt” (Bütün nefisler ölümü tadacaktır) ayetiyle mezar taş-
larına aktararak, ölüm ötesi hayatın varlığına işaret etmişlerdir. Mezar taşları
üzerine yazılan hadislerde ise insanların ölümden korkmamaları ve her nefsin
bir gün ölüm acısını tadacağı vurgulanmaktadır. Yazılı mezar taşları aynı za-
manda çeşitli motiflerle de bezenmiştir. Mezar taşları diğer bütün sanat dal-
larına göre örf ve adetlerimizi daha fazla yansıtan kültür malzemeleri olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç
Tarihi seyri içerisinde insanların karşılaştıkları en büyük sorunlardan bi-
riside ölüm olmuştur. Birçok sorunlarına çare bulunduğu halde ölüme çare
bulmak mümkün olmamıştır. Her kültür kendine göre bir ölüm yorumu ge-
liştirirken, felsefi ve dini görüşlerle ölüm korkusu yenilmeye çalışılmıştır.
Ölüm karşısındaki korku ve kaygıyı yenmek için geliştirilen düşünceler za-
manla yerini estetik bir algıya bırakmıştır. Bu algılayış biçimi de doğal olarak
toplumların sanatlarını etkilemiştir. İnsanın evrendeki yerini belirleme de ve
merkeze insanı alma konusundaki düşünce ve inanışlar estetik kaygıyla birle-
şerek zamanımıza kadar ulaşabilmiş eşsiz sanat eserleri bırakmıştır.
Dostları ilə paylaş: |