Xvi. YÜZyil türk edebiyati ünite 1 16. Yüzyılda Siyasal, Kültürel ve Edebi Hayat



Yüklə 135,24 Kb.
səhifə6/6
tarix20.08.2018
ölçüsü135,24 Kb.
#63671
1   2   3   4   5   6

Tahir İle Zühre Hikâyesi

Türkçenin konuşulduğu hemen her yerde bilinmektedir. Çeşitli dillere çevrilmiş, opera ve filmlere de konu olmuştur. Fikret Türkmen’in doçentlik tezi bu hikâye hakkındadır (bu çalışmada hikâyenin 24 varyantı, epizotları, motifleri ele alınmıştır). Hikâye, öncelikle çocuksuzluk motifi üzerine kurulmuştur. Tahir’in ırmağa atılması önemli bir detaydır. Tayyizaman, tayyimekân ve cadı, dikkat çekici motifleridir.


Özet: Çocuğu olmayan padişah ve aynı dertten mustarip lalası kıyafet değiştirerek yolculuğa çıkarlar. Karşılarına çıkan derviş onlara elma verir. 9 ay kadar sonra padişahın bir kızı, lalanın ise oğlu olur. Tahir ile Zühre, birlikte büyürler, okula giderler. Zühre’nin su kenarında (bazı varyantlarda su üzerinde)bahçesi ve sarayı vardır. Sarayın bahçesinde birbirlerine türküler söylerler. Padişahın Arap Köle’si Tahir ile Zühre’nin birbirlerine âşık olduğu haberini herkese yarar. Babası kızı Tahir’e vermeye razıysa da anne razı olmaz ve büyücüden yardım ister. Büyü işe yarar ve Zühre, Tahir’den soğur. Zühre, bir köşk yaptırıp dadısıyla birlikte köşke taşınır. Dadı, Zühre’ye annesinin yaptıklarını anlatır. Yeniden Tahir’le görüşmeye başlar. Padişah, durumu öğrenince sevdalıları yakalar. Tahir, Mardin’e sürgün edilir. Aradan 7 yıl geçer. Kervancı (Keloğlan), Zühre’nin Tahir için söylediği türküyü işitir ve bu türküyle ilgili haberleri Mardin’deki Tahir’e ulaştırır. Zühre’nin darda olduğu düşüncesiyle daralan Tahir dua eder. Hz. Hızır gelir ve Tahir bir anda kendini Zühre’nin yanında bulur. Ne var ki Zühre Tahir’i tanıyamaz. Tahir’i dilenci sanan Zühre, ona sadaka vermek ister. Tahir ailesine kavuşur ve yeniden Zühre ile görüşmeye başlar. Arap Köle, padişahı durumdan haberdar eder. Padişah askerlerini Tahir’in üstüne salar. Birçok askeri öldüren Tahir işin sonunun gelmeyeceğini anlar ve teslim olur. Teslim olan Tahir, bir sandığa kapatılarak nehre atılır. Göl Padişahının kızına mektup yazan Zühre, sevgilisinin kurtarılmasını ister. Kız Tahir’i görüp âşık olur ancak karşılık bulamaz. Tahir yine Hz. Hızır’ın yardımıyla Zühre’ye kavuşur. Ne var ki Zühre bir başkasına verilmiştir. Tahir’i düğün evinde gören Arap Köle, padişahı durumdan haberdar eder. Tahir yine yakalanır ve bu defa canını alması için Allah’a yalvarır. Tahir oracıkta ölür. Zühre’de dua edip ölüverir. Arap Köle intihar eder. Âşıklar defnedilir. Tahir’in mezarından kırmızı, Zühre’ninkinden beyaz gül biter. Arap Köle’nin mezarından da karaçalı çıkar. Güller birbirine kavuşacakken karaçalı aralarına girer.
Arzu İle Kamber Hikâyesi

Türkiye dışında Musul, Kerkük ve Balkanlarda bilinmektedir. Doğuş yeri olarak Kerkük gösterilir. Hikâyenin manzum kısımları mani şeklindedir. Esma Şimşek’in yüksek lisans tezi bu hikâye ile ilgilidir. Göçebe hayatından izler taşıması bakımından önemli bir hikâyedir. Hikâyenin kurgusunda dua çok önemli bir yere sahiptir.


Özet: Çoban Ahmet’in erkek çocuğu olmaz. Koyunlarını otlatırken ırmağın üzerinde sandık bulur. Sandıkta bir çocuk bulur. Adını Kamber koyar. Kamber, Ahmet’in kızı Arzu ile birlikte büyük. Birbirlerini kardeş sanırlar. Kamber okuldan eve dönerken rastladığı yaşlı bir kadından Arzu’yla kardeş olmadıklarını öğrenir. Arzu ile Kamber birbirlerini sevmeye başlarlar. Sevdalıları gören kocakarı, aralarını bozmak için şölen tertip eder. Arzu’nun annesinin sütü ile yemek yapılıp Kamber’e yedirilecektir. Arzu’nun kardeşi olanları duyar, Arzu’ya haber eder, Arzu’da Kamber’i uyarır. Kamber şehirde bir ağanın yanında çalışmaya başlar. Ağanın oğlu bir yol Arzu’yu görür ve âşık olur. Babasını Arzu’ya dünür gönderir. Babası Arzu’yu oğlana verir. Kamber olanları duyunca dayısı Araz Bey’in yanına gider. Dayısı Kamber’e kırk atlı verir Arzu’yu kaçırması için. Kendi atı olan Düldül’ü de Kamber’e vermiştir. Atlıları gören kocakarı mezarlığa gider ve ağlamaya başlar. Ne olduğunu soran Kamber’e Arzu’nun öldüğünü söyler. Bayılıp düşen Kamber kendine geldikten sonra dağa çıkar. Bir zaman sonra mezarlığa gider ama Arzu’ya ait mezarı bulamaz. Oradaki çiftçiden Arzu’nun ölmediğini, ağanın oğluyla düğününün yapıldığını öğrenir. Düğün evinde Kamber’i tanımazlıktan gelirler. Kamber beddua eder. Düğünden sonra gelini götürmek için at ararlar. Arzu’nun bindiği bütün atların beli kırılır. Sadece Kamber’in atı sağlam kalır. At, Kamber’den başkasını yanına yaklaştırmaz. Kamber atı tutar ve Arzu ata biner. Yolda Arzu atı mahmuzlayınca at Kamber’in ayaklarına basar. Kamber’in çizmeleri kanla dolar. Kanı silsin diye Arzu Kamber’e mendil uzatır. Kamber Arzu’yu öper ve oradan uzaklaşır. Arzu, ağanın evine gelin gider ama Kamber’in bedduası sonucu damat ölür. Şehirde yas ilan edilir. Diyar diyar gezen Kamber Arzu’nun dizinin dibinde ölmek ister ve şehre döner. Arzu’nun yanına varır. Çok yorgun olduğunu söyleyerek kızın dizine yaslanır. Sabaha kadar bekleyen Arzu, Kamber’in öldüğünü nihayet anlar. Kamber’in ölümüne dayanamayan Arzu ölmek ister ve dileği kabul olur. Kızın babasıyla beraber, Arzu’yu aramaya çıkan kocakarı, bir gül ağacının dibinde bulur âşıkları. Olan biteni kızın babasına anlatır. Sinirlenen baba, kocakarıyı öldürür. Âşıklar defnedilir. İkisinin mezarı üzerinde birer gül biter ancak aralarına giren karaçalı kavuşmalarını engeller.
Hurşit İle Mahımihri Hikâyesi

 Türkiye ve Balkanlar dışında Türk devletlerinde bilinmemektedir. Saim Sakaoğlu ve Ali Duymaz’ın hikâye ile ilgili yayımlanmış kitapları vardır. Göçebe hayatı üzerine alegorik bir hikâyedir.


Özet: Hurşit, Padişahın oğludur. Evlilik çağına geldiğinde kendisine denk bir kız bulanamayacağını düşünür. Hurşit kibirlidir bu konuda. Mahımihri ise Uçma’an şehrinin beyinin kızıdır. Bey, kızına layık erkek olmadığını düşünmektedir. Hurşit, rüyasında Murat Tepesi’ndedir. Orada kırklarla karşılaşır. Kırklar ona Mahımihri’nin suretini gösterir ve bade içirir. Hurşit bayılır. Kırklar Hurşit’e bu rüyadan kimseye söz etmemesini tembihleyerek kaybolurlar. Hurşit, derdini kimseye açamaz. Öte yandan Mahımihri’nin aşkından divane olur. Hıde kenarındaki sarayında turnalara sevgilisinin yerini sorar. Aylar geçer, Hurşit dertlidir. Şehrin içinden yedi sarhoş padişaha gelip Hurşit’in derdine çare bulabileceklerini söylerler. Meclis kurulur, sazını eline alan Hurşit içini döker. Anlattıklarını dinleyenler onun aya âşık olduğunu sanırlar. Kırkların vaat ettiği süre dolunca Hurşit, gösterilen yere gider. Geylani Yaylası’nda kurulu çadırları görür. Av yakalamak için şahinini salar. Obanın erkekleri Kara Han ile savaşmaya gider. Obada sadece kadınlar vardır. Şahini arayan Hurşit, Mahımihri’yi görür, düşer bayılır. Hoca çağrılır, çadır kurulur. Mahımihri, Hurşit’e sarılır ve baygın olan ayılır. Sazını eline alıp derdini söyler. Sevdalılar sözleşip ayrılırlar. Padişah kızın evine dünür gider. Kızın kardeşleri kırk gün süre isterler. Otuz gün sonra yedi kardeş, Mahımihri’yi alarak uzaklara gider. Bunu haber alan Hurşit deliye döner. O da gurbete çıkar. Bir çeşme başına ocak taşının altında sevdasının mektubunu bulur. Mektupta, sevgilisinin Yüzbaşı Han ile evlendirileceğini öğrenir. Yola düşen Hurşit Uçma’an şehrinde yaşlı bir kadına misafir olur. Yaşlı kadın Hurşit’i Hasbahçeye götürür. Hurşit burada beyin kızı Boz Kula’yı görür. Derdini anlatır. Burada bulunan Hasret Hatun Hurşit’e yardım eder. Kara Han’ın üç oğlundan, Hurşit’e yardım etmelerini ister. Kara Han, Hurşit’i hazinedarının yanına yardımcı olarak yerleştirir. Kara Han’ın huzurunda derdini anlatır. Kahvede meclis kurulur. Hurşit, sazı elinde söylemeye devam eder. Kadehçibaşı, şerbetlere rakı katar ve herkes sarhoş olur. Hasret Hatun, Mahımihri’yi Hurşit’in yanına getirir. Sevdalılar kaçarlar. Yolda düşmanlarını alt ederler ama kırk haramilere yakalanmaktan kurtulamazlar. Bir Arap, Hurşit’i öldürmekle görevlendirilir. Arap, Hurşit’in babasının adamıdır. Arap, Hurşit’e yardım eder, ikisi birlikte kırk haramileri öldürürler. Yurtlarına dönüp evlenirler.

Ünite 6
Dede Korkut Meddah ve İstanbul Hikâyeleri
Dede Korkut Hikâyeleri

İki yazmasından biri Almanya’da Dresden’de diğeri Vatikan’dadır. Dresden yazması 1815 yılında H.O. Fleischer tarafından bulundu. Yazmayı bilim dünyasına H.F. von Diez tanıtmıştır. Vatikan nüshası 1950 yılında Ettore Rossi tarafından bilim dünyasına tanıtıldı.

Birinci hikâye, Dirse Han Oğlu Boğaç Han ve on ikinci hikâye İç Oğuzun Dış Oğuza Asi Olup Beyrek’in Öldürülmesi, Oğuzların kendi aralarındaki mücadeleleri konu edinir. Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü Hikâye ile Duha Koca Oğlu Deli Dumrul Hikâyesi ise Oğuzların olağanüstü güçlerle mücadelelerini konu edinir. Salur Kazan’un Evinin Yağmalanması, Kam Püre Oğlu Beyrek, Kazan Bey’in Oğlu Uruz Bey’in Esir Düşmesi, Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı, Kazılık Koca Oğlu Yigenek, Begil Oğlu Emren, Uşun Koca Oğlu Segrek, Salur Kazan’ın Tutsak Olup Oğlu Uruz’un Kurtarması ise Oğuzların komşuları ile olan mücadelelerini anlatır.

Bekir Çobanzade, 1936 yılındaki bir makalesinde 13. hikâyenin Leningrad şehrinde şarkiyat enstitüsündeki yazmalar arasında olduğundan söz etmişse de bu bilgi doğrulanamamıştır.

Kazakistan kaynaklarına göre Dede Korkut, Kızılordalıdır ve mezarı Sirderya Irmağı kenarındadır. Doğumu 36 ayda gerçekleşmiştir. O doğunca mevsim değişmiş. Ölünce de olağanüstülükler olmuş. Rivayete göre 295 yıl yaşamıştır. Öleceğini anlayınca dört bir yana at sürmüş ve sonunda Sirderya Irmağı kenarında seccadesini serip ibadet etmiş. Bir yılan onu sokmuş. Irmağın dalgaları onu mezarının olduğu yere bırakmıştır.

Adam Olerarius, 1638 yılında Demirkapı Derbenti’ndeki mezarları araştırmış. Mezarlardan birinin Dede Korkut’a ait olduğunu söylemiştir. Barthold bu bilgiyi doğrulayamamıştır.

Bayburt ili de Dede Korkut’a ev sahipliği yapmak istemiştir (Bamsı Beyrek ve Tepegöz’e de sahip çıkmaktadır).


Dede Korkut hikâyeleri, 9 ve 11. yüzyıllarda oluşmuştur. 15. yüzyıl sonlarında yazıya geçirilmişlerdir.

Hikâyeler, hanlar hanı Bayındır Han veya Salur Kazan’ın verdiği ziyafetle başlar. Oğuz Beyleri izin alıp ava giderler. Bu sırada yurtları düşman saldırısına uğrar. Mallarını kaybederler. Bir bir avdan dönen Oğuz Beyleri düşmanları yenerek yurtlarını kurtarırlar. Hikâyenin coğrafyası Hazar Denizi’nin iki yakasıdır. Kazılık Dağı ve Ala Dağ, Hazar Denizi’nin doğusundaki yerlerdendir. Dede Korkut, Oğuzların akıl hocasıdır. Çocuklara ad koyar, bekârları evlendirir. Aynı zamanda kopuzu icat eden kişidir, ozanların piridir.

Hanlar Hanı Bayındır Han ne üst mevkidedir. Salur Kazan, ondan sonra gelir. Her beyin bir divanı vardır. Çocuklara avlanıp, kuş kuşladıktan ve baş kestikten sonra beylik verilir. Bunları yapamayan çocuklara ad verilmez. Hikâyelerde beylerin yanında 300, çocukların yanında ise 40 yiğit vardır. Hatunların yanında da 40 ince belli kız vardır.
Hikâyelerde Oğuzlar Müslümandır ancak din kuvvetli bir unsur olarak öne çıkmaz. Sefere çıkmazdan iki rekât namaz kılarlar. Düşmana saldırırlarken salavat getirirler. Düşman kalelerindeki kiliseleri camiye çevirirler. Keşişleri öldürüp ezan okuturlar. Hikâyelerde dört büyük melek, Hz. Musa ve Hz. Muhammed, üç halife (Hz. Ömer hariç diğerleri) ve Kur’an-ı Kerim’in bazı surelerinden söz edilir. İslamiyet’in yasakladığı içkiyi içerler. At eti yerler. Deli Dumrul Allah tanımaz ve onunla savaşmak ister.

Hikâyelerde aile çok kuvvetlidir. Bamsı Beyrek dışında bütün Oğuz beyleri tek eşlidir. Kadınlara karşı saygılıdırlar. Alp tipi evlilik vardır. Beşik kertmesi evlilikler de vardır. Hikâyelerde ikiyüzlülük yoktur. Erkekler ve kadınlar merttir. Hikâyelerdeki tek yalancı Yalancıoğlu Yaltacuk ise konu gereği hikâyede geçmektedir(Bamsı Beyrek).  Anne hakkı çok değerli tutulur. Erkek çocuk tercih edilir. Hayat tarzı göçebeliktir. Tek varlıları sürüleridir. Kopuz hemen her Oğuz beyinin yanından eksik etmediği müzik aletidir. Bunun yanında savaşlara gidilirken davul çalınır. Tabiat çok etkindir, canlıdır, heybetlidir; dağlar geçit vermez. Hemen her hikâyede ava çıkılır. Önemli kararların pek çoğu da av alanında alınır.



Kilisli Muallim Rıfat, Orhan Şaik Gökyay, Muharrem Ergin, Saim Sakaoğlu, Osman Fikri Sertkaya, Semih Tezcan, Dursun Yıldırım, Keriman Üstünova, Güllü Yoloğlu, Ali Duymaz vs. hikâyelerle ilgili bilimsel çalışmalar yapmışlardır.
Tarihi Kaynaklarda Dede Korkut Hikâyeleri

Câmiü’t-tavrih: İlhanlı veziri Reşidüddin’in bir heyetle birlikte yazdığı eserin Târih-i Oğuz u Türkân u hikâyet-i cihangir-i u adlı bölümünde dört Oğuz hükümdarının çağdaşı olarak Korkut Ata’dan söz edilir.

Dürerü’t-ticân: Mısırlı tarihçi Ebû Bekr b. Abdullah b. Aybek ed-Devâdârî, bir Oğuzname ve Tepegöz hikâyesinden söz eder.

Selçukname: Yazıcıoğlu tarafından yazılan eserde 65 satırlık bir Oğuzname bulunmaktadır.

Hazihi er-risâleti min kelimâti Oğuznâme el-meşhur bi-Atalar sözi: 15. yüzyılda Emir Süleyman döneminde yazılmış eserde bazı hikâye kahramanlarından söz edilmektedir.

Târih-i âl-i Selçuk: Yazıcıoğlu Ali tarafından 15. yüzyılda II. Murat adına yazılan eserde Dede Korkut Hikâyelerinin girişindeki cümlelere benzer sözler yer almaktadır.

Câm-i Cemâyin: Tebrizli Hasan b. Mahmud Bayatî’nin eserinde Dede Korkut’un adı geçmektedir.

Nesâimü’l-mahabbe: Ali Şir Nevâî’nin Camî’nin Nefahatü’l-üns’den çevirme ve tamlama yoluyla yazdığı eserde Dede Korkut’tan söz edilmektedir.

Tevârih-i cedîd-i mir’at-i cihan: Bayburtlu Osman’ın eserinde hikâyelerdeki bazı kahramanlardan söz edilmektedir.

Şerefnâme: Şeref Han’ın 1597’de tamamladığı eserin girişinde Dede Korkut hikâyelerinde bahsi geçen Bügdüz Emen’in elçi olarak Hz. Peygamber’e gönderilmesi anlatılır.

Edirneli Ruhi: Hikâyelerde söz edilen Kayı Boyu ile ilgili cümlelerin benzerlerini Ruhi’nin eserinde de görmekteyiz. Aynı bilgileri Müneccimbaşı’da eserinde tekrarlamaktadır.

Şecere-i Terâkkime: Ebulgazi Bahadır Han’ın 1659-1660 yıllarında tamamladığı eserde Dede Korkut ve bazı hikâye kahramanlarından söz edilmektedir.

Târih-i Dost Sultan: Eserde Dede Korkut’tan söz edilmektedir.

Seyahatnâme: Evliya Çelebi’nin eserinde Dede Korkut’un Demirkapı Derbendi ve Ahlat’ta olduğu söylenen mezarları hakkında bilgiler vermektedir.

Tuhfetü’s-sürûr: Hafız Derviş Ali Çengî’nin eserinde kopuz ve bazı kahramanlardan söz edilmektedir.

Leyla – Mecnun: Kul Ata’nın mesnevisinde Dede Korkut özellikleriyle birlikte anlatılır.

Adam Olearius: Fransız oryantalisti bu zat 1638 yılında Demirkapı Derbendi’nden geçerken mezarlardan birinin Dede Korkut’a ait olduğundan söz etmiştir.  
Yaşayan Dede Korkut Hikâyeleri

Hazar Denizi’nin iki yakasında Bamsı Beyrek, Tepegöz ve Deli Dumrul hikâyeleri sözlü kaynaklarda anlatılmaya devam etmektedir. Bamsı Beyrek hikâyesi coğrafyamızda “bey arı”, “ak kavak kızı”, “bey börek”, babörek”, “bolbörek”, “bayram bey” gibi değişik adlar altında masal veya hikâye şeklinde anlatılmaya devam etmektedir. Aynı hikâye Hazar Denizi’nin doğusunda “alpamış”, “alpamışka”, “alıpmanaş” gibi adlar altında destani özellikler göstererek anlatılmaktadır. Âşık Garip hikâyesi ise Bamsı Beyrek hikâyesiyle benzerlikler gösterir.

Dede Korkut hikâyelerinden Kan Turalı ile Şah İsmail hikâyesi arasında da benzerlikler vardır: Kan Turalı, vahşi hayvanları güreşle yenerek Selcan Hatun’la evlenmeye hak kazanmıştır. İkisi birlikte yola çıkarlar. Kan Turalı’nın uykusu gelir ve Selcan Hatun’un dizinde yedi gün uyur. Geriden gelen Trabzon tekürünün askerleriyle Selcan Hatun bir başına savaşır. Şah İsmail hikâyesinde de Şah İsmail, Hindistan dönüşü yorgun düşer ve uyur. Geriden gelen Hint askerleriyle Arapüzengi savaşır.

Tepegöz’ün dünya genelinde yüzlerce varyantı vardır.



Konuyla ilgili olarak Metin Ekici’nin ayrıntılı bir çalışması vardır.
Dede Korkut Hikâyeleri ve Halk Hikâyeleri

Muharrem Ergin, Dede Korkut hikâyelerinin, Oğuzların yakın doğuya gelmeden önce Sirderya kıyılarında yaşarlarken, komşuları Peçenek ve Kıpçaklarla olan mücadelelerini konu ettiğini söyler. Boratav, destandan romana geçişte eşik olarak Dede Korkut hikâyelerini gösterir. Destan anlatan ozanların yerini 15. yüzyıldan itibaren âşıkların alması bu görüşü doğrulamaktadır.
Dede Korkut hikâyeleri ile halk hikâyeleri arasındaki benzerlikler: a)Her ikisi de nazım ve nesir karışımıdır (Dede Korkut hikâyelerinde boy sözcüğü hikâye anlamında kullanılmıştır). b) Aralarında konu ve motif bakımından benzerlikler vardır: 

a) Kırk ince belli kız / Dede Korkut hikâyelerinde beylerin yanında 40 yiğit, hatunların yanında da 40 ince belli kız vardır. Âşık hikâyelerinden Cihan ve Abdullah’ta ve Kirmanşah hikâyesinde Mahperi’nin yanında,  Sevdakâr Şah ile Gülenaz Sultan hikâyesinde Sevdakâr’ın yanında, Âşık İmdat Kapağan’ın anlattığı Salman Bey ile Turnatel Hanım hikâyesinde Turnatel’in yanında 40 kız bulunmaktadır. 

b) Kül tepeçük olmaz, gülyegü oğul olmaz / Dede Korkut hikâyelerinin girişindeki bu söz Âşık Şevki Halıcı’nın iki hikâyesinde karşımıza çıkmaktadır. 

c) At ayağı külüg ozan dili çevik olur / Bu kalıp ifade hikâyeye akıcılık kattığı gibi uzun bir sürede gerçekleşmiş olayların kısa bir hikâyede anlatılmasına da işaret etmektedir. Bu kalıp ifadenin benzerleri Âşık Şevki Halıcı, Âşık Laçin Aladağlı, Âşık Halik Sarıçay, Âşık İlyas Kaya, Âşık İslam Erdener ve Âşık Şeref Taşlıova’nın hikâyelerinde de vardır.  

ç) Av avladılar kuş kuşladırlar / Bu kalıp ifade, Ardahan, Kars ve Iğdır çevresindeki halk hikâyelerinde karşımıza çıkar. 

d) Açların doyurulması çıplakların giydirilmesi / Orhun Anıtlarında da karşımıza çıkan bu ifade sosyal devletin tanımı mahiyetindedir. Dede Korkut hikâyelerinde yılda bir kez düzenlenen toyda, açlar doyurulur, çıplaklar giydirilir. Âşık Şevki Halıcı’nın anlattığı Kerem ile Aslı’da doğum üzerine verilen ziyafette benzer etkinlikler gerçekleşir. Âşık İlyas Kaya’nın anlattığı Latif Şah hikâyesinde de aynı motif vardır. 

e) Deliler / Dede Korkut hikâyelerinde kahramanlık sıfatı olarak kullanılan deli tabiriyle üç kişi anlatılmaktadır: Deli Dündar, Deli Karçar veDeli Dumrul. Doğu Anadolu’da anlatılan hikâyelerde de benzer nitelikte Deli Becan karşımıza çıkar. Köroğlu’nun keleşlerinden Koca Arap ile Deli Karçar, Deli Dündar, Kanturalı ve Boğaç Han tiplerinde de benzerlikler vardır. 

f) Yas adetleri / Dede Korkut hikâyelerindeki ak çıkarıp karalar giyme, kavuğu yere çalarak ağlama şekilleri halk hikâyelerinde de vardır. 

g) Antlar / Kız ve erkek kahramanların uyumadan önce aralarına kılıç koymaları Dede Korkut hikâyelerinde sıkça karşımıza çıkar. Şah İsmail, Kirmanşah ve Yaralı Mahmut gibi hikâyelerde de benzer motifler vardır. 

h) İnsan başından kale yapma / Kan Turalı hikâyesinde Trabzon’da yaşayan Selcen Hatun’un insan başından yaptığı kale, Kirmanşah hikâyesinde de karşımıza çıkar. 

ı) Çocuksuzluk / Direse han oğlu Boğaç Han hikâyesinde Hanlar Hanı Bayındır Han’ın düzenlediği toyda, oğlu kızı olanlar ak çadıra, kızı olanlar kırmızı çadıra, çocuksuz olanlar kara çadıra oturtulur. Çocuksuzluk motifi Bamsı Beyrek hikâyesinde de karşımıza çıkar. Sevgi temalı halk hikâyelerinin hemen hepsinde de çocuksuzluk motifi vardır.
Meddah Hikâyeleri

Bir dönem şairliği, hekimliği, büyü işlerini bir arada yürüten ozan, baksı, kam ve şamanlar daha sonra kendi aralarında iş bölümü yaparak şiir söyleme ve kopuz çalmayı ozanlara; büyü ve hekimliği kam, baksı ve şamanlara bırakmışlardır. Ozanlar kopuz çalıp şiir söyledikleri gibi hikâye ve destan da anlatırlardı. 15 yüzyıldan sonra görülmeye başlanan meddah hikâyeleriyle halk hikâyeleri arasındaki farklılıklar: Meddah hikâyelerinin konusu gerçek olaylardır (diğerleri hayali ve fantastik olaylardır). Meddah hikâyelerini anlatanlar profesyonel sanatçılar gibidir (diğerleri ozanlar ve kopuzculardan başka, meddah ve hekâtçı dediğimiz kişiler tarafından anlatılır). Anlatımda süsleme yoktur (diğerlerinde süsleme amacıyla abartılı tasvirler yapılır). Meddah hikâyelerinin kahraman kadroları geniştir (diğerlerinde hikâye bir/iki kahraman etrafında kurgulanır). Meddah hikâyelerinde şehir kültürü ağırlığı belli eder (diğerlerinde halk kültürü öğeleri göze çarpar). Meddah hikâyelerinde mitolojik öğeler yok denecek kadar azdır (diğerlerinde mitolojik öğeler çok fazladır). Meddah anlatıcıları mendil ve sopayı aksesuar olarak kullanır (diğerleri sazıyla hikâye anlatır). Meddah hikâyeleri şiirsizdir (diğerleri şiir bakımından zengindir).


Meddah hikâyeleri büyük şehirlerde daha çok cami yakınlarındaki kahvelerde anlatılırdı. Evliya Çelebi’nin esrinde meddah geleneğinin 17. yüzyılda İstanbul, Bursa, Erzurum ve Malatya’da yaygın olduğunu biliyoruz. Bizim meddah dediğimiz kimselere Araplar “kıssas” Acemler “kıssadan” derlerdi (Köprülü).

Meddahlar halkı eğlendirmekle kalmaz aynı zamanda eğitirlerdi de. Padişahın sıkıntılı zamanlarında saraya çağırılan meddahlar duruma uygun hikâyeler anlatarak padişahı rahatlatırlardı bu bakımdan bugünün psikologları gibi bir işleve sahip oldukları da söylenebilir. İlk meddah I. Bayezid’in sarayında bulunan Kör Hasan’dır. Son meddah ise 1973’te vefat eden İsmail Dümbüllü’dür. Günümüzde bu işi yapanlar; Cem Yılmaz, Ata Demirer, Ferhan Şensoy gibi isimlerdir.

Fütüvvet teşkilatını, yapısını, usul, adap, erkân ve ilkelerini kapsayan nizamname niteliğindeki fütüvvet-nâme’de meddahların özellikleri: 

a) Üstün yetenek ve söz ustalıklarıyla Hz. Peygamber ve ehli beyti öven onlarla ilgili sözleri, hikâyeleri manzum olarak söyleyenler. 

b) Büyüklerin şiirlerini ve manzum eserleri okuyanlar ve halka yararlı olanlar. Bunlara râvî denilir ve meddah sayılırlar. 

c) Meddahlık yanında halka yararlı başka işler yapanlar (sakalık gibi). 

d) Çeşitli şiirleri bilenler. Bunlar bildikleri şiirleri kapı önlerinde okuyarak para dilenirler. Bu guruptakiler meddah görünümünde olsalar da meddah sayılmazlar.
Kitabî Mensur Realist İstanbul Halk Hikâyeleri

Tayyarezade, Cevri Çelebi, Sansar Mustafa, Hançerli Hanım, Tıflî ile İki Biraderlerin Hikâyesi adlarıyla bilinen bu hikâyeler IV. Murat döneminde oluşmuştur. Masal ve halk hikâyelerindeki olağanüstülüklerin yerini bu metinlerde tesadüfler alır. Daha çok masala benzerler (bütün hikâyelerin sonunda kötüler cezalandırılır, iyiler ödüllendirilir). Realist İstanbul hikâyeleri başlığı altındaki eserlerde kahramanlar gerçek hayattan kişilerdir (Sultan IV. Murat bu kahramanlardan biridir). Anlatım tarzları birbirlerine benzer. Hikâyelerde kısa da olsa manzum parçalar bulunur. Aruz veznindeki bu şiirlerin sanat değeri yüksektir. Köprülü, Özdemir Nutku, Boratav, Şükrü Elçin, Saim Sakaoğlu, Pakize Aytaç gibi isimler konuyla ilgili çalışmalar yapmışlardır.
Tayyarezade Hikâyesi

IV. Murat döneminin zengin defterdarı Hüseyin Efendi yalnızlık çekmektedir. Derviş Mahmut’un bulduğu Tayyarezade’yi evlat edinir. Bayram iznine giden Tayyarezade’ye yanlışlıkla uşak için hazırlanan bohça verilince buna alınır ve geri dönmemeye yemin eder. Tayyarezade’yi aramaya çıkan Hüseyin Efendi’de kayıplara karışır. Bir hafta sonra onun mühürlü kâğıdını getiren biri bin altın alıp gider. Olay tekrarlanınca Tayyarezade’den şüphelenilir. Karısı ve cariyeleri onu dövmek için hareketlenir ancak Hüseyin Efendi’yi gittikleri yerde bulamazlar. Tayyarezade’nin içine de kurt düşer. Para istemeye gelen adam takip edilir ve Hüseyin Efendi’nin Sultanahmet’te Fazıl Paşa Sarayı’nda batakhaneye düştüğü anlaşılır. Paşa’nın kızı Gevherli Hanım dul kaldıktan sonra sarayı batakhaneye çevirmiştir. Buraya düşen zengin adamlar soyulduktan sonra öldürülmektedir. Tayyarezade ve ona yetişen cariyeler, birlikte içeriye girerler.Tayyarezade’ye aşık olan cariye Sahba Kalfa, aslı işlerinin zengin adamları peşlerine takıp saraya getirmek olduğunu anlatır. Tayyarezade, Hüseyin Efendi’den alınan yüzükleri yapan dervişi bulmak üzere izin alıp dışarıya çıkar. Derviş kıyafeti içerisinde, yanında Tıflî’yla dolaşan IV. Murat’a rastlar, durumu anlatır, birlikte saraya dönerler. Padişahı kurban sanıp özel odaya almak isterler. Sultan sinirlenir ve Gevherli Hanım’ı öldürür. Esirler kurtulur. Hüseyin Efendi yeniden defterdar olur. Tayyarezade, Sahba Kalfa ile nişanlanır. Kendisine Gevherli’nin mallarının yanında 20 cariye bağışlanır. Bunun yanında sultana da musahip olur.


Sansar Mustafa

IV. Murat, musahibi Tıflî Efendi’den Tophane’de seyir günü olduğunu öğrenir. Mevlevi kılığında, Derviş Hasan ve Derviş Hüseyin adlarıyla seyre çıkarlar. Berber dükkânında gördükleri birini merak ederler. Adı Ahmet olan delikanlı ertesi gün işe gitmez. Babasının söylediğine göre lakabı “sansar” olan Mustafa onu kaçırmış ve Panayot’un meyhanesinin üstünde bir odaya kapatmıştır. Sultan emir verir, pek çok insan Ahmet’i aramaya çıkar. Ahmet, Dolmabahçe’deki bir evde Mustafa’nın bulduğu bir kadınla birliktedir. Kadın, Ahmet’ten hoşlandığı için yerlerini ihbar etmez ancak Mustafa yine de tedbiri elden bırakmaz ve kadını öldürüp denize atar. Dürbünle denizi seyreden Sultan tesadüfen olaya tanık olur. Mustafa ve Ahmet yakalanır. Bir gece Cumapazarı’nda uyumaktayken öldürdüğü iki arnavut’un elbiselerini giyip Mısır’a gitmek üzere Ahmet’le birlikte kalyona binerler. İskenderiye’de Kahveciliğe başlarlar. 5/6 yıl sonra, memleketini özleyen Ahmet İstanbul’a döner. Sansar yakalanır ve huzura çıkarılır. Her şeyi anlatan Sansar, Ahmet’in kardeşiyle evlendirilir. Ahmet’e de haremden bir kız verilir.


Cevri Çelebi

Cevri Çelebi, Yusuf Çavuş’un konağının penceresinde gördüğü Abdî’ye âşık olur. Yusuf öldükten sonra Abdî’ye yaklaşmaya çalışır. Bin altın karşılığında Abdî’nin tasvirini yaptırır. Tasvirin arkasında da güzel bir kız resmi vardır. Abdî’de bu kızın resmine vurulur. Kızın bulunması şartıyla Cevrî’yle dosluğa devam edeceğini söyler. Düşkünlükleri ikisini de hasta eder. Üzülen anneler kızı aramaya başlarlar. Hoca Mahmut’un kızı Rukiye’dir aranan. Anneler bir bahane kızın evine misafir olurlar. Abdî’nin tasvirini kıza gösterirler. Kız resme vurulur. Çengi kılığına giren Abdî Rukiye’yi alıp Hoca Mahmut’un yalısına gider. Cevri Çelebi’de yalıya çağrılır. Cevrî, bütün olup bitenleri IV. Murat’a anlatır. Abdî ile Rukiye evlendirilir. Cevrî’ye de saraydan bir kız verilir. Rukiye’nin babası da bezirgânbaşı olur.


Tıfî ile İki Biraderler

Hasan ve Hüseyin adlı iki arkadaş, babalarından kalan serveti tükettikten sonra evlenmeye karar verirler. Kayıkçılığa başlarlar. Hasa, Rumeli Hisarı’na müşteri götürürken Bebek’teki bir yalıdan gürültüler duyar. Dönüşte yalıya yaklaşan Hasan’ın kayığına bir kız atlayıverir. Nişanlısı Kazazoğlu’nun gönül eğlencelerinden usanan bu kız Musa Çelebi’nin kızıdır. Kızı ertesi gün baba evine götürmek üzere evine götürür. Kızı aşüfte sanan Hüseyin, kıza sarkıntılık eder. Hasan’da arkadaşını öldürüp cesedi denize atar. Kızı da babasına teslim eder. Müşteri beklerken uyuyakalan Hasan’ın kayığına IV. Murat ve Tıflî gelip binerler. Hasan anlatır başından geçenleri. Sultan, Hasan’a ev alı ve kızla evlendirir. Kızın eski nişanlısı ve halası (nişanlısı ile kızın halası aynı saftaydılar) sürgün edilirler.


Hançerli Hanım

Bedastanî Halil Efendi, IV. Murat döneminin sayılı zenginlerindendir. Ticareti bırakır, zamanını İbrahim Bey ile dostluk ederek geçirir. Ölümünden sonra oğlu Süleyman’ın etrafındaki serseriler bütün serveti tüketirler. İbrahim Bey onu bir dükkâna yerleştirir. Zengin bir kadın Süleyman’a âşık olur. Süleyman’da kadının cariyesi Kamer’e âşık olur. Süleyman’ı işten çıkaran Hançerli Hürmüz, annesine de bir konak alır. Kamer’in Süleyman’a yakınlığı sezip nice işkenceden sonra kızı ormana attırır. Süleyman, kızı kurtarır. Hançerli, onu da cezalandırmak ister. Ada gezisine çıkarlar. IV. Murat ve Tıflî’de Bekri Mustafa’nın kayığı ile ada yakınlarındadırlar. Süleyman’ı hançerleyip denize atan kadını görürler. Tıflî delikanlıyı denizden çıkarıp tedavisiyle ilgilenir. İyileştikten sonra da önce Mısır’a, sonra da Trabzon ve İran’a gönderir (kadının intikamından korunsun diye). Hançeli’nin işleri Sultan’a anlatılır, Hançerli cezalandırılırken Süleyman’ın ricasıyla affedilir. Hançerli, Kamer’i azat eder. Bütün malını sevdalılara vakfeder. Sevdalılar evlenir. Delikanlı saraya nedim olur.


Kitap Bitti (gerisi ek metinler)


Yüklə 135,24 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə