KİNDÎ METAFİZİĞİ
55
zarf olmasını sağlayan gerçeklikleridir. Pekâlâ,
mevcudun gerçekliği ne
demektir Cevap şudur: Bir şeyin dışta bulunmasının sebebi, dışı zarf ka-
bul etmeyi sağlayan varlık anlamıdır. Varlık anlamı salt varlık anlamı ola-
rak düşünüldüğünde şeyin dışta bulunuşunu ifade eden “mutlak varlık”
ifadesinden farklı olarak mutlak varlık yükleminin dayanağını oluşturan
şey demektir. Çünkü mutlak varlık, şey ile dış arasındaki izafet kavrandı-
ğında yüklem yapılabilen bir anlamdır. Bu sebeple mertebece hem dışı hem
de dışın bir şeye zarf olması anlamında mutlak varlığı önceler. Bu bağlam-
da cümlenin ilk kısmının anlamı şöyle olacaktır: Dışın herhangi bir şeye
zarf olmasının ve zarf olmayı
sürdürmesinin sebebi, yalın varlık anlamıdır.
Bu bakımdan cümle, sonraları İbn Sînâ metinlerinde bütünlüklü bir anlatı-
ya kavuşacak olan varlık-mahiyet ayrımının erken ifadesi olarak görünür.
Nitekim akıl yürütmenin ilerleyen sürecinde İbn Sînâcı varlık-mahiyet ay-
rımıyla yapılan Tanrı kanıtlamalarının Kindî’de aynıyla “hak” ve “birlik”
kavramlarıyla yapıldığı görülecektir.
Cümlenin ikinci kısmının anlamı da böylesi tefekkürle belirginleşir. Zira
varlık anlamı, mevcudiyet kazandığında zorunlu olarak “hakikat” haline
gelecektir. Buna göre “inniyeti olan her şeyin bir hakikati vardır” ifadesi,
dışta mevcut olan her şeyin bir hakikati vardır demektir. Bilindiği gibi “in-
niyet” kelimesi bilhassa erken dönem felsefe eserlerinde mevcut anlamın-
da kullanılmaktadır. Böylece Kindî, dışın zarf olması anlamında varlık ile
dışta var olan mevcudun mutlak varlıkla nitelenen hakikatini ayrıştırmak-
tadır. Bu durum bize Kindî’nin niçin varlık (vucûd) kelimesine sahip olma-
sına rağmen delili “hak” kavramı üzerine kurduğunun nedenini de verir.
Zira “hak” kelimesi, yukarıda açıklandığı şekilde gerçeklik anlamına gel-
diği gibi dışta bulunan şey için kullanıldığında onun taayyün ve temeyyüze
(belirginlik ve ayrışma) sahip olduğunu ifade eder. Dolayısıyla
bir şeyin
“hak” olması bir hakikate sahip olmasını da gerektirir. Yahut akıl yürütme
tersinden de kurulabilir: Dışın bir şeye zarf olması, onun mevcut olmasını
gerektirir. Şeyin mevcut olması, onun ayrışmış bir hakikati bulunduğunu
gösterir. Hakikat ise özel bir varlık anlamı olduğuna göre bir hakikate sahip
olmak, şeyin bir varlık anlamı olmasını gerektirir. Dolayısıyla var olan her
şey hak’tır.
Bu durumda felsefe “şeylerin hakikatlerini
insan gücü ölçüsünce bil-
mek”, filozof ise “hakkı bilen ve hakla amel eden” kimsedir.
3
Dikkat edilir-
se felsefe tanımı, şeylerin hakikatlerini dile getirmekle bu hakikatlere nis-
pet edilen “hak”ların birbirinden ayrışmış olmasını gerektirmektedir. Aynı
şekilde filozof da bu hakikatleri bilmeyi ve onlara uygun davranmayı
amaçlayan kimsedir. Şayet hakikatler ve hak’lar birbirinden ayrışmışsa
bunlar arasında sebep-sonuç ilişkisi kurabiliriz demektir. Kuşkusuz dışta
3
Kindî, “Fi’l-felsefeti’l-ûlâ”, 126.
DİYANET İLMÎ DERGİ
·
CİLT: 54
·
SAYI: 2
·
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2018
56
tahakkuk etmiş varlık anlamları arasında sebep-sonuç ilişkisi bir ilke ola-
rak kabul edilse bile peşinen garanti edilmiş değildir. Bu sebeple Kindî,
birlik ve hareket kavramlarına dayalı tahlil ve kanıtlarında olduğu “hak”
kavramına dayalı tahlil ve kanıtında mantıktaki beş tümeli kullanır. Meta-
fiziğin temel meselelerini ele aldığı risalelerinin tamamı incelendiği açıkça
görüleceği üzere Kindî için beş tümel sadece tanım teorisinin yapı taşlarını
oluşturmaz, aynı zamanda metafiziği inşaya imkân veren bir tahlil yönte-
midir. Bu yöntem Kindî’ye nedensellik ilkesini
beş tümelin yüklem olduğu
şeylerin tamamına tatbik ederek ilk ilkeye ulaşma imkânı verir. Fakat diğer
tahlillerinin aksine “hak” kavramına ilişkin tahlilden İlk Hakk’a vardığı
akıl yürütme oldukça kısadır ve zikredilmemiş ara cümleler barındırır.
Kindî bu incelemeye her bir mevcudun gerçekliğinin bir nedeni oluşuyla
başlar.
1. Felsefe “hakkın bilgisi” ve “filozof da hakka uygun davranan kimse”
olduğundan yapılması gereken şey, hakkın bilgisine ulaşmaktır. Hakkın
bilgisi ise nedenleri bilmeden elde edilemez (
). Her şeyin varlığı ve sürekliliğinin nedeni ise “hak” olduğuna göre
(
) bütün felsefî bilgi dağarcığı
hakka ilişkin bilgi
olacaktır. O halde hakkı bilmek demek, nedeni yahut nedenleri bilmek de-
mektir. Bu, meşşâî geleneğin meşhur “şeyi bilmek, nedenlerini bilmek de-
mektir” ilkesinin faklı bir ifadesidir.
2. Neden olan her şey ise madde, sûret, fâil ve gayedir.
Bu nedenleri
bilmek için sorulan sorular da dörde ayrılır: Var mıdır (hel) Nedir (mâ)
Hangisidir (eyyu) Niçindir (lime) Bu soruları, Kindî’yi izleyerek sıra-
sıyla varlık sorusu, cins sorusu, fasıl sorusu ve tamlık nedeni sorusu olarak
ifade etmek mümkündür. Nedir ve hangisidir soruları birleştiğinde şeyin
türünü sorduğundan soruların toplamıyla şeyin hakikatini oluşturup hem
beş tümel altına giren şeylerin araştırması hem de şeyin dışında
olan illetler
sorulabilmektedir. Kindî’nin de belirttiği gibi “biz şeyin unsurunu (madde-
sini) bildiğimizde onun cinsini bilmiş oluruz. Suretini bildiğimizde onun
türünü bilmiş oluruz ve türün bilgisinde ise faslın bilgisi içerilir. Şeyin un-
surunu, suretini ve tamlık illetini bildiğimizde ise onun tanımını bilmiş olu-
ruz. Tanımlanan her şeyin hakikati onun tanımındadır.”
4
Bu açıklamalar aslında dört nedene ve dört bilimsel soruya ilişkin bütün
felsefî
geleneğin ortak görüşleridir, ilk bakışta herhangi bir istidlâle elve-
rişli görünmez. Fakat Kindî bu ortak görüşlerden hareketle farklı bir sonu-
ca varır:
3. “Şu halde ilk illetin bilgisine ‘ilk felsefe’ adının verilmesi haktır. Çün-
kü felsefede bulunan şeylerin tamamı, ilk illetin bilgisinde dürülüdür. Öy-
leyse ilk illet, yücelikte ilktir, cins olmak bakımından ilktir, şeyin kesin
4
Kindî, “Fi’l-felsefeti’l-ûlâ”, 127.