zılar: "Artı Değer Üzerine Teoriler" ile "Kapitalizm-Öncesi Eko-
nomi Biçimlerinin Temelleri" vardır. Engels'in: "İngiltere'de İşçi
Sınıfının Durumu", "Anti-Dühring"in 2. cildi, Lenin'in: "Rusya'da
Kapitalizmin Gelişimi", "Emperyalizm, Kapitalizmin Son Kona-
ğı"... Stalin'in: "Köyün Kolektifleştirilmesi", "İki Bilanço", "İki
Dünya", "İnsan En Değerli Sermaye" eserleri diyalektik Ekonomi
Politiğin en bellibaşlı kitaplarıdır
-
.
Ekonomi Politik ayrı bir kitapta incelenecektir. Bu yazının özel ko-
nusu değildir. Ancak, gerektikçe Ekonomi Politikten genel olarak söz
edilecektir.
b) Üstyapı:
Toplumu bir yapıya benzetirsek, o yapının madde temeli ekonomik
ilişkiler, üst katları manevi (anlamcıl) ilişkilerdir. İnsanların Ekonomi
temeli üzerinde giriştikleri: Sınıf, Hukuk, Siyaset, Ahlâk, Bilim, Gü-
zel sanatlar, Felsefe, Din vb. ilişkilerine hep birden SÜPERSTRÜKTÜR:
ÜSTYAPI adı verilir.
"Sosyoloji" denilen bilimin metafizik metotlu okulları çoktur. Bun-
lar Toplumun yalnız üstyapı ilişkileriyle uğraşırlar. İçlerinden birisi:
Formalist Sosyoloji okulu ve özellikle Durkheimcılık, Ekonomi iliş-
kilerine de el atmak ister. Maksadı, elle tutulur Ekonomi ilişkilerini
Sosyoloji içinde kısıtlamaktır. Demek Metafizik Sosyolojiler, Ekonomi
ilişkilerini ya hiç ağızlarına almazlar yahut Toplum dışına aforoz etmek
için kullanırlar.
Diyalektik bakış, bütün Metafizik Sosyolojilerle taban tabana zıt
olmak üzere, Toplumun temelini üstyapısından ayırmaz. Bir yanda
hem Ekonomi, hem üstyapı ilişkilerini bütün olarak aynı önemde ve
hep birden ele alır. Öte yanda bu ilişkiler gerçekte nasılsalar öylece
[görülür, gösterilir] yani Ekonomi ilişkilerini üstyapı ilişkilerine temel
sayar.
Öyle ise, Diyalektik konusu, özellikle bir Ekonomi Politik bilimi ol-
mamakla birlikte, Ekonomi Politiğin bulduğu genel Ekonomi kanun-
larını önemli birer Toplum kanunu olarak ele alır ve bunları temel
kanunlar sayar.
Toplumun üstyapısına bağlı olan bütün; Sınıf, Hukuk, Politika, Ah-
lâk vb. ilişkilerini incelerken, tek başlarına tutmaz. Her üstyapı ilişki-
sini, öteki üstyapı ilişkileriyle ve Ekonomi ilişkileriyle aynı zamanda
karşılıklı etki ve tepki yaparlarken gözönünde tutar.
Diyalektik Metodu, genel olarak Sosyal Varlığın gerek maddecil
Ekonomi ilişkilerini, gerek üstyapı ilişkilerini güden bütün kanunları
gözden geçirir.
2- İnsan Düşüncesi:
İnsanın kendisi (vücudu ve kafası) sosyal bir varlıktır. Bu varlık
yaşarken, gerek Ekonomi temeli, gerek üstyapı üzerine birçok izle-
nimler edinir. Bunlara duygular, düşünceler denilir. Diyalektik daha
çok düşüncelerle uğraşır.
İnsan, Toplum ölçüsünde edindiği düşüncelerle, fikir ve kanılarla
evrene bakar. Yani düşünce insana kişi olarak doğuşundan gelmiş giz-
li bir güç değildir. Toplumdan gelmiş bir kalitedir [niteliktir]. Fikirler
gökten inmemiştir. Toplum olmasa, düşünce olmazdı. Nitekim, hiçbir
hayvan düşünemez. Çünkü, Toplum yaratığı değildir.
Öyle ise, insanın düşüncesi, ister istemez içinden çıktığı Toplumun
damgasını taşır. İnsanın şu veya bu fikri taşıması; içinde yaşadığı Top-
luma göre şöyle veya böyledir. Düşünce sosyal çevreye ve şartlara uy-
gun olur. Bu yüzden insanın yalnız Toplum üzerine olan izlenimleri sos-
yal bir damga taşımakla kalmaz. Doğa üzerine edindiği fikirler de ister
istemez bağlandığı Toplumun taktığı gözlüklerle görülür. İşte bütün o
Doğa ve Toplum üzerine edinilmiş sosyal izlenimlerin Duygu dışında
kalan topuna birden DÜŞÜNCE denir.
Sosyal Varlık; yani insanlar, ekonomi araçları ve insan ilişkileri,
Düşüncemizin dışında ve Düşüncemize uymayarak varoldukları için,
onlara OBJEKTİF (nesnecil) varlıklar diyoruz. Düşünce ise, tam tersine
SÜBJEKTİF (kimesnecil) [öznel] sayılır. (Osmanlıca'da objektife: Afaki,
sübjektife: Enfüsi adları verilmiştir.) Düşünce sübjektiftir, çünkü Fikir-
ler insan dışında, kimesnenin [öznenin] ötesinde bulunan Varlıktan,
yalnız insanın kafasında yankı uyandıran bir sıra izler ve izlenimlerdir.
İnsanın kafasındaki izlenimler mutlak ve her zaman aynı biçimi
almazlar. İnsan, içinde yaşadığı Toplumun şartlarına ve Toplum içinde
tuttuğu duruma ve savunduğu çıkara göre, kafasına çarpan izlenim-
lere biçim ve anlam verir. Yani, insanın kafası, beyni, ne bir fotoğraf
makinesidir, ne de bir gözdür. İnsan, Doğada ve Toplumda her gördü-
ğünü olduğu gibi almaz. Daha doğrusu her şeyi olduğu gibi görmez
yahut kavramaz. Ancak görebildiği gibi kavrar. Yani, görmek istediği
gibi, daha doğrusu kendisine gösterildiği gibi kavrar. İşte bütün bu
özellikler Düşüncenin sübjektif olmasını gerektirir.
Düşüncemiz niçin sübjektiftir?
Çünkü insanın her çabası gibi Düşüncesi de sosyal durumundan ve
tutumundan çıkar. İnsan, Toplumdan aldığı olanaklar ve müsaadeler
ölçüsünde görür, duyar, sezer, kavrar. İnsanın görmesi, kişi gözü ile
olmaktan çok, Toplumun ona verdiği düşünce yordamı ve düzeyi ile
belli olur. İnsan evreni Sosyal gözü ile görür.
Bir babanın çocuğunu kesmesi bugün en büyük cinayettir. İslâm-
lıktan önceki Araplıkta kutsal bir ibadet, bir tapınç töreni idi. Tek insa-
nın göz fotoğrafı için görünen şey, bugün de, İslâmlıktan önce de aynı
olaydır: Baba çocuğunu keser. Ne var ki, görülen çocuğun kesilmesi,
Sosyal gözümüz demek olan Düşüncemiz için aynı olamıyor. İçinde
bulunduğumuz Topluma göre, aynı olaya, ya cinayet yahut ibadet adı-
nı veriyoruz.
Denilecek ki, insan düşüncesi Sosyal olaylar önünde böylesine süb-
jektiftir. Ancak, Doğa olayları karşısında insanoğlu daha çok tarafsız
değildir. İnsan, Doğayı bile, Toplumdaki durumuna, Toplumun genel
karakterine göre kavrar. Doğada taş taştır, ağaç ağaçtır... Gelgelelim,
ilk insan taşı, ağacı kendi atası görmüştür ve saymıştır. Daha geniş
kavramlar Doğa görüşlerini büsbütün sübjektifleştirir. Örneğin, Toplum
içinde zıtlıklar kaynaşıp insanlar birbirlerine düştükleri zaman: Varlığı
madde olarak görmez, Maddeci felsefeyi dama atar, yerine İdealist
(fikirci) felsefeyi oturtur. Egemen kavram, evrende Varlığın özünü fikir
ve anlamda bulur. O zaman artık ne taş taştır, ne ağaç ağaçtır. Dağlar
taşlar "Ruh" kesilir.
Aynı Toplum içinde ilerleme ve gelişim yanlı insanlar Maddeci olur-
lar. 18. Yüzyılda Kapitalist sınıfı, 19. Yüzyılda İşçi Sınıfı, Varlığı sırf
madde saymıştır. Tersine, Toplum gidişinin ilerisinde tehlike gören in-
sanlar; ilerlemeye ve gelişime yan bakarlar. Bütün dünya gericileri ve
tutucuları Ruhçuluğa inanırlar. 19. Yüzyıla dek Maddeci olan Avrupa
egemen sınıfları, 20. Yüzyılda; İspritizma masalarında ruh çağırırlar,
Hint Fakirlerinden medet umarlar, Bergson (Henri Bergson: 1859-
1941 yılları arasında yaşamış idealist, sezgici Fransız düşünürü.) tipi
modern Dervişliklere özenirler.
Rönesans çağında gelişim ve ilerleyişi çıkarına uygun bulan bur-
juvaların sözcüsü Galile; Dünyanın döndüğünü görebildi. Zamanın
tutucu din ve dünya derebeylerini temsil eden Engizisyon papazları;
Dünya dönüyor sözünü geri alması için Galile'yi ateşte yakmaya kal-
kıştılar. Motorsuz uçağı Avrupalılar yeni keşfettiler. Türkiye'de, takma
kanatla Galata Kulesi'nden Üsküdar'a uçan yahut barut fişekleriyle
füze yapıp Sarayburnu'ndan Boğaziçi'ne uçan kişiler, ortadan kaldı-
rıldı. Çarlık Rusyası'nda tepkili füzenin bilimsel projelerini çizen genç,
Çar Aleksandır'a suikasttan asıldı.
Örnekleri her gün çevremizde rastladıklarımızla sonsuz kertede
uzatabiliriz. Düşüncemiz sübjektiftir, derken onu anlıyoruz: Düşünce
kişicil bir olay değildir, Toplumun kafamızda yaratıp işlettiği bir me-
kanizmadır. Onun için, başka başka Toplum biçimlerinde yaşayanlar,
aynı olay üzerine ayrı fikirler edindiler. Aynı Toplumda birbiriyle zıt
durumda geçinen insanlar, aynı olaylar üzerine zıt kanılara varırlar.
Öyle ise, "Ben KENDİ düşüncemle hakikati bulurum" sanmak yan-
lıştır, kuruntudur. Kişinin "kendi düşüncesi" sağlam ayakkabı değildir.
Dostları ilə paylaş: |