hatta, kapitalizmin ilk zamanlarında bütün önemli teknik keşifleri bil-
ginler değil, basit esnaflar ve işçiler yaptı.
Kapitalist üretim tarzı yeni işbölümleriyle başladı. Bu işbölümleri
(Marks'ın "Kapital"in Kooperasyon bölümünde kuvvetle belirttiği gibi)
iş ile bilgiyi, işçi ile bilgini birbirinden ayırdı. Bilim ve bilgin göklere
doğru yükseldi. Aydın zümre maaşlı bilim adamlığıyla övünerek işçiliğe
ve işe yukarıdan baktı. İşçiler, eski medeniyetlerdeki çalışanlara oranla
daha konforlu olmakla beraber, modern çağdaki toplumsal verim ve
genel medeniyet seviyesine oranla nasıl gittikçe daha az kişisel gelir
ve refah bulduysalar, tıpkı öyle, toplumsal bilgi ve genel kültür seviye-
sine oranla da gittikçe daha az kişisel bilgi ve kültür sahibi oldular.
Bilim ile iş, bilginle işçi arasındaki bu ayrılık ve uzaklaşma yalnız
ameleyi ve ameli (işçiyi ve işi) kötü ve geri bir halde bırakmakla kalma-
dı. Bizzat bilgini ve bilimi (bilginlerle bilgiyi) de tecrit [soyutlama] fan-
tezisiyle kuşa döndürdü. İnsanların, en basit şeylerde deryalar kadar
tartışma ve palavraya karşılık, bir zerre bilimsel açıklık, bilgi aydınlığı
bulmaları müşkül dava haline geldi. Bugünkü bilimsel araştırmaların
ve bilginlerin dünyasının hali, önce Babil Kulesi'ni andıracak kadar bir
kargaşalık, ondan sonra insan kafasını parçalayacak kadar bir zihinsel
sürmenaj (aşırı yorgunluk) halidir. Ve bütün o sözde "teorik" harâb
türâb olma (Harâb türâb olma: Bütünüyle yıkıma uğrama. Burada:
Kendini tüketircesine çalışma.) sonunda ele geçen bilim ilerleyişi ve
buluşları, keşifler ve icatlar, mevcut imkânlara göre, dağın fare doğur-
ması türündendir. O kadar değilse bile, modern bilim uğraşması, çok
defa bir dirhem bal için bir çeki odun çiğnemeye döner. Hele Toplumsal
bilgi sahasında, Tarih ve Hukuk Bilimlerinde bütün gayret, mızrağı çu-
vala sokmak veya kazı koz göstermekten ibaret kalır
-
.
Niçin? Bugünkü bilimlerin âciz ve kötü niyetli yahut bilginlerin hep
samimiyetsiz birer sahtekâr olduklarından mı? Asla. Pek o kadar ileriye
gitmemeli, bilimin soysuzlaşmasına, başka birçokları arasında, en baş-
lıca sebep, bilgi ile işin ve bilgin ile işçilerin ayrılması, bir tutam zama-
ne, ulemâ aydın adama karşılık geniş kitlelerin adeta karacahil bırakıl-
masıdır. Onun için, modern bilimin Bâbil Kulesi diliyle konuşması, yani
anlaşılmaz olması ve bir sürmenaj mahşeri haline gelmesi, birbirinden
çıkma şu iki sebepten ileri gelir: 1- Bilenlerle işleyenlerin kopuşması;
2- Bilgi ile işin kopuşması...
a) Kitlesiz Bilgi Olmaz
Olursa da yarım yamalak yahut boğuntuya getirilmiş olmaktan
kurtulamaz. Bugün, bilgi adına yapılan bütün vurgunculukların (spe-
külasyonların) temelli şartı, kitlelerin koyu bilgisizlik batağına gömül-
müş olmasıdır
-
.
Etrafımıza şöyle bir bakalım. Türkiye 18 milyon baş adam. 1940
yılında bilim seviyesine erişmek isteyen, yani üniversite öğrenimi ya-
pabilen Türk gençliği: Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde 682,
Hukuk'ta 2019, İstanbul Üniversitesi'nde 7135... Topu: 9836... Yuvar-
lak hesap, 18 milyon kişiye 10 bin kişi; yani bin sekiz yüz kişide biri
bilimle uğraşma adayı!.. Bu adayların o aşamaya nasıl gelebildikleri
üzerinde durmayalım. Yeni Üniversite Nizamnamesi'nin [Tüzüğü'nün]
birinci maddesi, hali vakti yerinde olmayanlar için yüksek öğrenimi
lüks saymakla bu durumu beliğ [açık] şekilde anlatır. Bir sözle; bili-
min kapısı ancak zenginliğin altın anahtarını elinde tutan bahtiyarlara
fiilen açıktır. Müstesnaları ve teoriyi bırakalım. Pratikte olan kural bu-
dur. Kaba Türkçesi, toplumsal yaşayışta olduğu gibi, bilgi dünyasında
dahi, resmen ve kural olarak; parayı veren düdüğü çalar.
Dahası var. Bari bu düdük çalma hakkını keseleriyle benimseyen
bahtiyar "Aday"lar, ileride cidden kendilerini bilime verebilecekler mi?
Bin sekiz yüzde bir kişiciğimiz olsun "bilgin" olacak mı? Heyhat! Bu
konuda yetki ve tecrübe ile konuşan Profesör Salih Murad'a göre: "Bi-
lim adamı adayının, 15 sene süren çetin ve yıpratıcı bir öğrenimden
sonra, o da şansla ve ne kadar devam edeceği belli olmayan 30 ilâ 40
lira arasında bir vâridat'tan [gelirden] başka çıkarı yoktur. Yani, bilgin
adaylarının kaderi memurluğa dayanır. Memurluk bizde geliri belli,
resmen siyasetle uğraşmaktan memnu [yasaklı], işi evrak masası
ile tavla masası aralığında kalan bir otomatlık, bir makine-adamlıktır.
Memurlukta bilginleşmek şöyle dursun, bildiğini unutmak vardır
-
. Şu
halde, yüksek öğrenim denilen bostan dolabı bile, gençleri dizi dizi
çarkına takıp da bilim ırmağına kadar indirdikten sonra, hayata çıka-
rırken, bu gençler, dibi delik kovalar gibi, asıl bostanı, milleti sulaya-
cak ark başına gelmeden boşalıp kuruyorlardır.
E! Türkiye'de bilimle uğraşacak hiç mi kimse yok? Sayalım: 166
profesör, yani patentli "bilgin" ile 112 doçent, yani patent alacak bilgin
adayı... Hepsi birden 278 kişi, hayatlarında sırf bilimle, fakat bilimin
de yalnız bir tek kolcağızıyla uğraşma tekeline sahiptirler... Demek
ülkemizin 64.726,6 kişide 1 kişisi bilime kendini verebiliyor. Bu 64
bin 726 buçuk kişide 1 talihlimiz, mevcut cahiller ummanı [okyanusu]
içinde nasıl deniz fenerliği yapar? Ancak Avrupa'daki meslektaşlarının
yazıp çizdiklerini kafa göz yararak Türkçeye tercüme veya daha kolay
deyimiyle "nakl"ederek bin sekiz yüzde 1 kişiye, yani ileride maaş
avcılığına çıkacak "şanslı" talebelerine ezberletirler.
Bu profesör ve doçentler dışında hiç mi başka bilgin yoktur? Olabi-
lir. Mesela, son zamanlar, bizde bazı Avrupa kılıklı "Bilimsel" dernekler
kuruldu. Bir tanesi, sosyal bilimlere bakan "İktisat Toplumu" 11. top-
lantısını yaptı. "İktisadi kanunlar" konusunu araştıran bir zat:
Dostları ilə paylaş: |