Sonuçlara bakalım. Orada belki de Vedat Nedim'in ağzını o kadar
sulandıran şeyleri görürüz:
"Haftada 56 saat iş hesabıyla 35 dolar" kazanan "otuz kadar çıplak
kız... koşuya çıkacak atlar gibi çıplak ayaklarıyla yeri eşiyorlardı."
Neşet Halil Atay bunlardan birine sokuluyor. Anket merakı... Kızca-
ğızın vücudu gibi, yüreği de çırçıplak açılıyor:
"Anamın yanında oturuyorum. Babam işsiz. 9 aylık hasta bir ço-
cuğum var. Buraya gelmeden fotoğraf modelliği yapıyordum. İş yü-
rümedi. Çıktım... İdealim; çocuğumun ilacını almak, anamın karnını
doyurmak ve bir köpek gibi sokakta açlıktan ölmemek! Enteresan
değil mi? Parlak değil mi?"
Kız bunu Vedat Nedim'e değil, "ideal"den konuşan Neşet Halil Atay'a
soruyor. Lâkin o, cevapla değil, müşterilerine "enteresan..." ( Bir kelime
okunamadı.) toplamakla meşguldür. İşte Vedat Nedim beyin Amerika
cennetinde, bir yeşil ağaca tırmanmış olgun bir meyve:
"18 yaşında Friedlich... Haftalığı 35 dolara... Ağacın üzerindeki
kız hop, diye önümüze atladı ve... düşmüş gibi çayırın üzerinde kıv-
ranmaya (bu işe ne fena alışmışlar), ağrıyan yerlerini uğuşturmaya,
müşterilere verdiği gibi bize de pozlar vermeye başladı. Sonra kedi
gibi yuvarlandı. Sander'in ayaklarının dibinde boylu boyunca yere
uzandı... Babası ölmüş, kendisine, anasına ve kardeşine bakıyor-
muş... Kabiliyeti olmadığı için hep fena şeyler yapıyor. Çırçıplak..."
(Ulus, 27-2-1940)
Elhasıl, Tanrı, Türk inciri satan Vedat Nedim beye tıkız [dolgun]
maaşlar, sık Amerikan harcırahları, uzun New York sergileri ve bol
iştahlar versin: "Amerikan toplumunda menfi" ne gezer?
Bu "müspet" manzaralı kapital arz-ı mev'udunda bilim edinme im-
kânları, yüksek öğrenim ne merkezdedir? Kısacık bir pasaj:
"Senede 1500 dolardan aşağı kazanan bir işçi (Amerika nüfusunun
% 40'ı) en basit ihtiyaçları için dahi, daimi kazancından fazla sarf et-
meye mecburdur. Hâlbuki Amerika'da bütün ailelerin dörtte üçü yılda
2500 dolardan daha aşağı kazanırlar... Bu aileler, ne yaşında olursa-
lar olsunlar, çocuklarının hiçbir türlü ihtiyaçlarını, özellikle çok pahalı
olan yüksek öğrenim masraflarını tediye edemezler [ödeyemezler]."
(agy., 27-2-1940)
Tabiî, o yüzde yetmiş beş Amerikalı için yüksek öğrenim "lüks"
hale gelir. İdeal, bilim değil, çıplak kızın deyimiyle "bir köpek gibi so-
kakta açlıktan ölmemek!"tir.
"Enteresan değil mi? Parlak değil mi?" Bay Vedat Nedim'in Ameri-
kası! Bilim adına orada dahi, parayı veren düdüğü çalar.
Lâkin, Bay Tör işin orasında değil... Ona göre, ne 15 milyon işsiz,
ne çıplakların faciası, ne açlık, ne hastalık değil:
"Amerikalıların en büyük ıstırabı, mâzilerinin pek kısa, pek güdük
olmasıdır." (Ulus, 21-2-1940)
Bu 150 senelik milletin kültürü de, özellikle toplum bilimlerinde
pek ampirik ve güdük sayılacağı için, Amerikan bilginlerini bırakalım.
Bay Tör gibi:
"Şöyle bir arkasına bakınca en aşağı yedi bin senelik bir tarihi
oluşun asaletini taşıdığı için... bir kültür mirasına mâlik olmanın bahti-
yarlığını ve şerefini kana kana tadan" Fransa'dan, o sırada Türkiye'ye
gelmiş, meşhur profesör ve bilginlere kulak asalım. Bunlar o vakit
henüz Fransa'yı Hitler'e peşkeş çekmemişlerdi. "Fransız Enstitüsü
azasından meşhur âlim, muharrir ve profesör A. Siegfried Ankara
Halkevi'nde" sıra ile iki konferans verdi. Bunlardan biri:
"Sınaî devrimin zamanımız meseleleri üzerinde akisleri"dir... Bilgin
burada mümkün mertebe objektif bir aydınlatma yapmaya uğraşır. Mo-
dern sanayide çalışan kitlelerin durumunu şöyle anlatır:
"İşçi makinenin hizmetkârı, uşağıdır. Makinenin temposu kendine
has bir tempodur, bu tempo verimli, fakat gayr-ı insanî ve şaşmaz bir
intizama sahiptir." "Dünkü Fabrika: Müessesenin başında bir patron,
mütehassıs işçi ve memurlardan mürekkep [oluşan] bir grup ve bir yığın
alelâde işçiden ibaretti." "Bugünkü Fabrika: Başında girift bir erkân-ı har-
biye [kurmay], bunun altında yarı mütehassıs işçilerden mürekkep koca
bir kütle vardır. Nihayet, iş müfettişi, makine tamircisi ve kollektif çalış-
manın nâzımı [düzenleyicisi] denilen yeni iş unsurları ortaya çıkmıştır."
"Bu şartlarda: İşçide artık lüzumsuz olan teknik ihtisas aranmaz, ondan
aranan, hareketlerde sür'at, bedenî tahammül, dikkat ve itinadır... İş
ekseriya usanç vericidir, bu işe lâyıkıyle kendini verebilmek için bazen
bir nevi üretim mistiği, kendinden çok daha büyük bir işte hissesi olduğu
duygusuyla tahammülünü arttırmak lâzımdır." (Ulus, 19-3-1940)
İşte, Bilgin'in gözlem ve aydınlatma yaparken görmemezlikten ge-
lemediği şeyler bunlar. Yani bugünkü düzende, ileriye doğru atılan her
adım, işçiyi tahammüllü bir hayvan, bir otomat haline sokar. Çalışan
kitlenin, kültür ve bilimle değil, hayatla, hatta vücudunun bütün or-
ganlarıyla dahi bilinçli surette ilgilenmesine imkân ve lüzum kalmaz.
Bu objektif ve somut gözlemden hangi sübjektif sonuçlar çıkabi-
lir? Çalışan insanı ve insanlığı bu çıkmaza sokan toplumsal şartların
değiştirilmesi lüzumu değil mi? Hayır. Profesörümüz, o şartların (yani
patronlu erkân-ı harp ile sömürücü fabrika sisteminin) önüne geçil-
mez, mukadder [alınyazısı, kader] ve meş'um [uğursuz, kötü] bir zo-
runluluk olduğuna inanır. Bilgin, önce medeniyet ve kültür adına şöyle
fatalist [kaderci, yazgıcı] birtakım timsah gözyaşları döker:
"Hazırlıksız olan makinenin zanaatkârlıkla teması, eski ve hürmete
layıkan'anelerin zararına olarak vukua gelmektedir... Bundan insanlık
Dostları ilə paylaş: |