yönden de muhterem Bilgin modern gericiliğe bilim cübbesini giydirip
saygı dilenmekle meşguldür. Bu anlayış, ancak yığınların bilgisizliği
yüzünden ve o bilgisizlik uğruna, bir Bilgini, bilim adına o derece hayâ-
sız bir manevi sefalete düşürüyor. Burada bilginden "intikam"ını alan
"tabiat" değil, kitledir. Çünkü bilgin, kitleyi cahil, bilgisiz ve görgüsüz
bırakacağım, yığınlara göz açtırmayacağım diye, bütün insanlığın bin-
lerce yıldan beri ihtirasla biriktirdiği en orta malı bilgi kazançlarını
toptan inkâra kalkışıyor. Çünkü, yalancının nasıl yalanını tutturmak
için az çok samimi olması gerekse, tıpkı öyle, cahilliği tavsiye eden
Bilgin'in de her şeyden önce bilgiden samimiyetle korkması, yani bi-
raz bilerek veya isteyerek gönüllü cahil olması lâzımdır. Bu sözlerde
onun da kokusu yok değil.
Aynı adam, kara düşüncelerini şu birbirini tutmaz lâkırdılarla per-
çinlemeye çalışır:
"Devrimiz", der, "aynı zamanda hem fazla teknik, hem de ihtiraslı
bir karakter taşıyor. Muvazeneyi [Dengeyi] insanın meziyetlerini kül-
türde aramak lâzımdır, sanıyorum."
Lâkin burada harcanan kocaman "Kültür" sözüne bakıp da sakın
korkmayalım. Herkesin bildiği Kültür; gerek maddi yaşayış, gerek bil-
gi seviyesi bakımından bir milletin veya bir bireyin yükseliş temposu-
dur. Hâlbuki "Fransız Enstitüsü azasından meşhur bilgin, muharrir ve
profesör"ün kastettiği Kültür, ne maddi refah, ne bilgi seviyesi ister.
Onun her şeyi anlayışı gibi, Kültür anlayışı da bambaşkadır. Ona göre
Kültür iki temele dayanmalı: 1- Keramete, 2- Bilgisizliğe... Evet:
1- Bilgisizlik ve Gerilik dileğini şöyle kurallaştırır:
"Her şeyin öğrenilebileceğini sanmak bir hatadır. Tekniğe karşı
gösterilen emniyette [güvende] biraz mübalağa vardır."
İnsan bilgisi mutlak bir amaca varıp durmaz, sürekli gelişmek-
tedir; bu belli. Lâkin, bilgimiz gelişiyor diye her şeyi öğrenemeyiz
denilebilir mi? Bilimin ulaşmadığı gerçeklerden söz edilemez; bu belli.
Fakat, bilimin vardığı her şeyi insanlar niçin öğrenemesinler? Çünkü
profesör bunu tehlikeli buluyor. Onun için, Medeniyetin başlıca iki şar-
tı olan Bilgiye de, Tekniğe de güvenmemeli. Gerçek bilgi gibi, teknik
de kolu bükülmez devrimcilerdendir. O halde neye güvenelim?
2- Keramet türünden Dehaya: Profesör, "Deha mesleğin ye-
rini tutabilir, fakat meslek dehanın yerini tutamaz" der. Ve ben uy-
durmuyorum; "meşhur âlim, muharrir", Deha'nın vücudunu [nasıl
deha olunabildiğini] ispat için şu büyük gerçeği söyler: "İnsan an-
cak doğuştan iyi kebapçı olur." (Ulus gazetesi, agy.) Ve muhterem
muharrir "iyi kebapçı " olmak isteyenlere bir de reklam sunar; "Bu
adamları (idareci kebapçıları) hangi mektepte yetiştirmeli?" diyenle-
re bedavadan "Ecole française des sciences politique"i salık verir!
Fikirleri "iyi çorba" eden bu "iyi kebapçı" meşhur bilginlerin koca
Fransa'yı nasıl Hitler'e teslim ettiklerinde artık anlaşılmayacak ne ka-
lır? Ren ırmağının öte yanında Faşizm sürekli olarak en son model
Fransız örneklerini, Fransız milyoneri Şnayder'den alarak harıl harıl
tank, tayyare yaparken, beride Fransız Enstitüsü'nün bülbülleri: Her
şey öğrenilmez! Tekniğe güven göstermeyelim! diye çığrışıyorlardı.
Tekniğe inanmayalım, bilgiye güvenmeyelim, ya kime güven göste-
relim?.. Bu sorunun cevabını Fransa'daki olaylar verdi: Allah tarafın-
dan yeryüzüne yeni düzen vermeye vekil tayin edildiğini yahut ana-
sının mahbelinden ( Hayvanda gebelik süreci) Muhammet'in torunu
olarak göbeğinde yeşil kuşakla doğduğunu dünyaya radyolarla yayan
Hitler'in kerametine ve dehasına!
İşin faciası, bizim hocalarımızın bu soysuzlaşmış burjuva bilimsel
şarlatanlığını ellerinden gelse keyiflerinden sırt üstü düşüp ayaklarıyla
da alkışlamaya kalkışmalarında değil mi? Kendisini "idareciler" mes-
leğinden sayan ve belki de dâhi bir devlet adamlığını uman Nurettin
Artam, Ulus'un 19-3-1940 günlü sayısında, cayırtılı bir üslupla, pro-
fesörü; "Volter'in diliyle konuşmuştur." diye övüyor. Gerçi Volter de
Fransızca dilini konuşurdu. Lâkin 18. yüzyılın ileri maddeci ve devrim-
ci filozofu Volter'le 20. yüzyılın "insan doğuşta iyi kebapçı olur" diyen
gerici bilim şarlatanını bir tutmak niçin? Çünkü, o "halka hazmedeme-
yeceği bilgileri vermekten kat'iyyen kaçınmalı" demiştir... Ve çünkü
halk, kendi sırtında, bilgin ve bilgiç diye beslediklerinin ne derece halk
düşmanı olduklarını bilmiyor... Bilim diye bir acayip argo: "Arapça bi-
len yok ya... uydur, uydur söyle..."
İşte, bugünün toplumsal konularında en ciddi görünen, en çok al-
kışlanan bilgi akıntıları ve bilgin zihniyetleri bu olunca, manzara kar-
şısında, kitlelerin alacağı durum kendiliğinden anlaşılır: Halk, artık işi
"cidden" maskaralığa dökmüş olan ve kendisini hâlâ ahmak yerine
koyan bilimden de, bilginden de tiksiniyor. Kendisine hiçbir yeni ufuk
açmayan, tersine, ister istemez açılmış bütün ufukları karartmaya ve
gözleri köreltmeye uğraşan bilim de, bilgin de kitlenin en büyük mah-
kûmiyet kararını hak eder: Halkın ilgisizliğiyle yüz yüze gelir. Halk
artık onlara kızmayı bile çok görür, sadece aldırmaz. Kitle onları oku-
maya ve dinlemeye tahammül etmez. Basit insanlara, bir en bayağı
uçkur peşkir edebiyatı bile, sahte Bilgin'in fikir fahişeliğinden daha
namuslu gelir. O zaman resmi ve özel basında yazarların şaşkın ümit-
sizliklerine rastlarız. İkide bir isterik telaşlarla, hiçbir şeyden haberi
olmayanlara mahsus yapmacıklarla sorulur:
"Ciddiden korkuyor muyuz?" "Bizde "ciddi"ye karşı bir çekingen-
lik, ciddi eserden, hatta ciddi sohbetten bir kaçma, bir korkma var."
(Ulus, K. Z. Gençosman, 5-1-1942)
Dostları ilə paylaş: |