biri ötekinden hiç ayrılamaz. Ayrıldığı gibi, ikisinin de değeri düşer.
Aydınlatmanın aynası pratiktir. Pratiğin aynası aydınlatmadır. Yani bir
Aydınlatmanın (açıklamanın) ne olduğunu, o Aydınlatmaya göre yapı-
lan pratikte görürüz. Pratiğin ne olduğunu da, o Pratiğe göre yapılan
aydınlatma temeliyle anlarız.
Felsefede eski Antika Mantık, okullarda okunan Mantık, yalnızca Ay-
dınlatma ile uğraşırdı. Hem onu da, öldürerek, yani aydınlatılacak şeyin
ruhu olan Çelişkileri yok ederek yapardı. Birtakım bayağı ve üstünkörü,
ufak görünüşlere kapılarak sadece insan kafası içinde küp küp üstüne
kurardı. Hâlbuki, sırf insan kafası içinde kalan, hele o "Çelişki yok"
kanunu ile işleyen düşünce, ilk bakışta doğru görünebilecek, lâkin uy-
gulamaya geçilince saçmalığı meydana çıkacak neler ileriye süremez-
di? Diyalektik Mantık ise, yalnız asıl sebep zembereği olan Çelişkileri
kavrayarak Aydınlatmayı terslikten kurtarmakla, ayakları üstünde yü-
rütmekle kalmaz; ayrıca Aydınlatmanın insan hayatındaki, toplumdaki
rolünü ve anlamını da gerçek temelleri üzerine, iş üzerine kurar.
Aydınlatma, bize bir gerçek göstermeli ve o gerçek bizim işimize
yaramalı değil midir? Evet. Buna kimse hayır diyemez. Ama, Aydın-
latmanın bize yeni bir gerçek ve yararlılık getirdiğini nereden anlarız?
Antika Mantık, bu soruya cevap bulmak için, gene birtakım başka "Ay-
dınlatma: Açıklama"lara başvurur, bir düşünceyi sırf başka bir düşünce
ile ölçer, kafadan çare arardı. Diyalektik Maddecilik bu zihin spekülas-
yonuna (düşünce vurgunculuğuna) son verdi. Düşünce ve Mantıkla
yapılan her Aydınlatmanın bize yararlı bir gerçek getirip getirmediğini
ispat edecek şey: Pratiktir, dedi.
"Bütün insan pratiği, gerek gerçeğin kriteryumu olarak, gerekse
eşyanın insana lâzım olan bağlarını pratik alanında belirleyen şey ola-
rak, bütün insan pratiği eşyanın tam "tarif"ine gitmelidir."(Lenin, Bir
Kere Daha Meslek Teşekküllerine Dair, C. XVIII, s. 60, (Collected
Works, C. 32. s. 94))
Gerçeği arayıp bulan insandır. İnsanın arayıp bulduğu gerçek, ge-
nellikle ne gelişigüzel bir tesadüf, ne bir kişinin bireysel dehasıdır; belki
toplumsal emeğin zorunlu gereğidir. En rastgele buluş, en harikulâde
sanılan gerçekler bile, yakından bakılınca, belirli bir zorunluluk olarak
belirirler. Filân gerçeğin keşfi, falan kişi için (tek insana göre) ihtimal
bir tesadüf yahut bir deha ürünü gibi gelebilir. Lâkin, Toplum için iş
böyle değildir. Buharın, makinenin keşfi -her kim tarafından yapılmış
olursa olsun- ancak Bezirgân toplumunun Kapitalist toplumu haline
geçtiği devrede mümkün olmuştur. Ne 10. Yüzyıl Avrupa'sında, ne 19.
Yüzyıl Türkiye'sinde buhar kuvveti ve makine aleti keşfedilmiştir.
Şu halde, herhangi yeni bir gerçeğin aranıp bulunması, hatta akla
gelmesi, ancak toplumsal emeğin ve dolayısıyla da, Toplumun belirli bir
gelişimine ve belli ilişkilerine bağlıdır. Her yeni gerçek, toplumsal insan
emeğinin top ateşi altında teslim olur; insan emeğinin erişebildiği yer-
lerde akla gelir. İnsan pratiği ötesinde gerçek aranamaz. Ama, tekrar
edelim: Buradaki insan emeği ve insan pratiği, soyut tek adamın değil
-öyle şey zaten yoktur; soyut, toplumsal bağlarından kopmuş insan
olamaz-, söz konusu toplumsal olarak insan emeği ve pratiğidir.
Demek, bugünkü toplumda bütün maddi değerlerin özü nasıl insan
emeği ise, tıpkı öyle, bütün manevi değerlerin, yani gerçeklerin de
anası gene insan emeğidir. Dolayısıyla, kafada aydınlığını bulan her
gerçeğin değeri, bütün değerlerin ölçüsü olan insan emeğiyle ölçü-
lebilir. Mademki, kafamızda yeni bir gerçeğin kavramını yaratan se-
bep, emeğimizin birikip ulaşma ve olgunlaşma derecesidir; o gerçeğin
doğruluk derecesi de, onu kafamıza aksettiren, kafamızda şekilleşti-
ren emeğimize uygunluk derecesiyle anlaşılır.
Onun için, "Bütün insan pratiği, şeylerin tam 'tarifi'ni yaparken" iki
yöne bakılır:
1- Gerçeğin yararlılığı: Yani gerçek dediğimiz şeyin, gerçekten
doğru (hakikat) olup olmadığını kavramak için pratiğe başvurmak, dü-
şünceyi işin mihenk taşına vurmak, aydınlatmayı pratikleştirmek, iş ile
ispat etmek, düşüncenin doğruluğunu uygulamasıyla göstermek... Buna
"Gerçeğin Kriteryumu" (hakikat mısdakı [ölçütü], kıstası) denir.
2- Pratiğin yararlılığı: "Eşyanın insana lâzım olan bağlarını pratik
alanında belirle"mekle olur. İnsan emeği, yalnız gerçeğin gerçek oldu-
ğunu ispat etmekle kalmaz. O gerçeğin eşya içindeki görünümlerini
kavrayarak, şeylerin insana yararlı taraflarını da bulup kullanışlı hale
getirir. Başka deyişle iş yalnız gerçeğe yaramakla kalmamalı, insana
da yaramalıdır. Çünkü, en sonunda gerçek de, iş de insana göredir ve
ancak insan için vardır... Yalnız anarşistin uydurduğu "Ben"e göre değil,
toplumsal insana göre. Buna da "Pratiğin Kriteryumu" diyebiliriz.
I- GERÇEĞİN KRİTERYUMU
(DÜŞENCEYİ İŞLE BİRLEŞTİRMEK)
Bir şeye dair, herhangi bir fikir ediniyoruz. Acaba edindiğimiz fikir
doğru mu? Yani olaya, olana uygun mu? Gerçek bildiğimiz şey sahi-
den gerçek mi?.. Anlamak için yapacağımız ilk iş o fikrimizi olanlar
üzerinde denemek, teoriyi pratik ile tecrübe etmektir. İş pek basit
görünür. Lâkin, bu basit iş daima, hele bilinçli bir surette gereği gibi
yapılmış ve yapılmakta mıdır?.. Hayır
-
.
Ortaçağa bakalım. Orada Sanayi üretimi küçük esnaf işidir. Esnaf
işinde teori ile pratik -sırf göreneğe uymak ve az bilinçli bulunmakla
beraber- gene bir aradadır
-
. Aynı adam, hem üretim işini görür, hem
de gördüğü işe dair az çok genel birtakım bilgilerle uğraşır. Onun için,
Dostları ilə paylaş: |