bilig, Bahar / 2009, sayı 49
162
192); Nergisî’nin Hamse’si, Veysî’nin Hâbnâme’si (Çaldak 2004, Açıkgöz
2004: 416) devrin siyâsî ve sosyal hayatını yansıtan önemli eserlerdir.
Klasik nesir geleneğini devam ettiren XVII. Yüzyılda, sanatlı nesrin
iki büyük
temsilcisi olan Nergisî ve Veysî; muhteva, dil ve üslûp bakımından önceki dö-
nem sanatçılarından ayrılırlar (Açıkgöz 2004: 415). Sanatlı nesir (süslü ne-
sir/inşâ) denince ilk akla gelen isim, şüphesiz Sinan Paşa ile başlamış olan gele-
neği zirveye taşıyan, yüzyılın önemli sanatçısı Nergisî’dir (ö. 1044/1635). Tan-
zimat dönemine kadar nesirde üstat olarak kabul gören Nergisî’nin (Çaldak
2004: XII) Arapça Risale, Horos-nâme, El-Vasfu’l-Kâmil fi-Ahvâli Vezîri’l-Âdil,
Münşe’ât (Esâlibü’l-Mekâtîb) adlı eserleri ile edebiyatımızda
türünün ilk ve tek
örneği olan ve “El-Akvâlü’l-Müselleme fî-Gazâvâti’l-Mesleme, Kânunu’r-Reşâd,
Meşâkku’l-Uşşâk, İksir-i Sa’adet (İksir-i Devlet) ve Nihâlistân” adlı eserlerinden
oluşan mensur Hamse’si vardır (Çaldak 2006: 560-561).
Nergisî, Hamse’si içerisinde yer alan
Meşâkku’l-Uşşâk’ı, kadılık yaptığı Elba-
san’da kaleme almış, H.1034/M.1625’te Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’ye sun-
muştur (124a). Eser, tercümeleri ile tanınan yazarın, ilk özgün eseri olma bakı-
mından değer taşır (Çaldak 2004: 101). Sanatlı bir dille yazılan
Meşâkku’l-
Uşşâk, Arap ve İran kaynaklı temalar yerine, Osmanlı coğrafyasına ait olayları
ve dönemin sosyal hayatını aksettirmesi bakımından orijinallik gösterir. Eserin
yurt içinde ve dışındaki kütüphanelerde yirmiden fazla yazma nüshası vardır.
Meşâkku’l-Uşşâk
, Hamse-i Nergisî içinde de üç defa basılmıştır.
Fahriye niteliğindeki altı beyitlik bir manzume ile başlayan eserde,
uzunca bir
mukaddimenin ardından on hikâye gelmektedir. Hikâyelerin olay örgüsü -
sırasıyla- şu şekildedir:
1. Hikâye: Osman adlı gence vurulan tüccar Hoca
Himmet’in, işini gücünü bırakıp divaneler gibi dolaşması, çektiği sıkıntılar
sebebiyle beşerî aşktan ilahî aşka ulaşması (129b).
2. Hikâye: Bir âşığın,
İstanbul’a giden sevgilisini uğurlamak amacıyla, dondurucu soğuğa rağmen,
bir ay boyunca sevdiğine eşlik etmesi, İstanbul sınırına
geldiği halde şehre
girmeden geri dönmesi (133b
). 3. Hikâye: Sevdiğinin, Âb-ı Hayât adlı mesire
yerinde arkadaşlarıyla eğlendiğini gören Merdâne Halife’nin çaresizlik içinde,
kendisini gayet yüksek Keçi Köprüsü’nden suya atması ve bu vesileyle sevgi-
lisinin gönlünü kazanması (135a).
4. Hikâye: İranlı şair Riyazî’nin, aşkının
gücünü ve sevgilisine sadakatini ispatlamak amacıyla, Şah
Melik Köp-
rü’sünden atlayıp canına kıyması (136a).
5. Hikâye: Şehre gösteri için gelen
cambazlardan birinin çırağına âşık olan riyakâr bir şeyhin, bir yıl onlarla
dolaştıktan sonra; cambazların şehirden ayrılmaları üzerine,
önceden sevgili-
sine hediye etmiş olduğu ihramı geri istemesi (137a).
6. Hikâye: Halkla iç içe
olan yaşlı bir şeyhin, ara sıra uğradığı bir kahvehanedeki genç çırağa okuma
yazma öğretmesi, kısa bir zaman sonra bu gence âşık olup dedikodulara
sebep olması (138b).
7. Hikâye: Bir ciltçi çırağına gönlünü kaptıran âşığın,
Selçuk,
Nergisî’nin Meşâkku’l-Uşşâk’ında Osmanlı Toplum Hayatından Yansımalar
163
kısa bir müddet sevdiğini göremeyince canına kıymak
istemesi, sonradan
gönülden yakarışları ve duaları sonucu sevgilisini yanına getirtmesi (142a).
8. Hikâye: Yaşlılık döneminde, İbrahim Dilkeş adındaki arsız bir gence âşık
olan varlıklı ve âlim bir zatın, sevdiğinin şehri terk etmesi üzerine, ayrılık
derdiyle yataklara düşüp son nefesinde “ah Dilkeş” diyerek can vermesi
(150b).
9. Hikâye: Güzelliği ile İstanbul’da şöhret
bulmuş olan yeniçeri Fer-
dî’nin, kendisine âşık olan bir kişiyi mecbur kalıp öldürmesi (153a).
10. Hi-
kâye: Ferdî’ye âşık olan bir yeniçeri ağasının, görevini ihmal edip maiyetin-
deki yeniçerileri başıboş bırakması; aşırı sarhoş bir haldeyken, kendisini çağı-
ran padişahın huzuruna zamanında gidememesi üzerine ölümle cezalandı-
rılması (154b).
Eserdeki on hikâyeden yedisi, ilk kez Nergisî tarafından kaleme alınmıştır. Hatta
eserdeki yedinci hikâye, yazarın kendi başından geçen bir aşk macerasıdır
(142a). İranlı şair Riyâzi’nin aşkının anlatıldığı hikâye ile Ferdî’ye âşık olan iki
kişinin ölümünü anlatan iki hikâye ise orijinallik göstermez. Ferdî’yle ilgili hikâ-
yeler, Âşık Çelebi’nin Meşâirü’ş-Şu’arâ’sından alınmıştır (Âşık Çelebi 1971:
188a). Ferdî’nin kendisine âşık olan kişiyi öldürdüğü hikâye, Atâyî’nin
Sohbetü’l-Ebkâr’ında da geçmektedir (Âtâyî 1999: 254-266).
Nergisî, hikâyelerini çevresinden duyduğu veya
bizzat şahit olduğu olaylar-
dan hareket ederek kaleme almıştır. İyi bir gözlem gücüne sahip olan yazar,
mahallî unsurları, karakterlerin duygu ve davranışlarını kendisine özgü bir
üslûpla yansıtmayı bilmiştir.
Nergisî, hikâyelerinde kurgusal olaylara değil, gerçek hayattan alınmış olayla-
ra yer verdiğini eserin giriş bölümünde belirtir: “hâlât-ı garîbe-i
hayret-
engîzün bi-tarîki’t-tesâmu’ ev ‘alâ vechi’l-muâ’yene karîn-i rütbe-i tahkîk ve
rehîn-i derece-i tasdîk olanların bu tarz-ı yârân-pesend üzre sebt-i sahâyıf-ı
tertîb idüp (128b-16/18)”. Hikâyelerin hemen hepsinin başında ve sonunda
“uhdûse-i mütehakkıku’l-vukû’dandur ki (129b-12)”, “sıhhat-ı vukû’ı mah-
keme-i ittifâkda mukayyed-i sicill-i isbât olan (133b-13)” gibi klasik halk
hikâyelerindekine (bk. Güngör 1999: 144) benzer kalıplaşmış ifadelerle ya-
zar, bu “gerçeklik”e işaret eder.
Meşâkku’l-Uşşâk’taki hikâyelerin yedisindeki olaylar, yazarın yaşadığı çevre-
de geçmektedir. Yazar, hikâyelerin başındaki “Hilâl-ı hicce-i sütûde-hacce-i
‘işrîn ü elfde (129b-12), Kâdî-zâde-i ma’hûdun zamân-ı ‘âlem-ârâyîsinde
(135a-16/17), eyyâm-ı ‘uhûd-ı sâlifede (153a-9)” gibi ifadelerle olayların
tarihlerine göndermede bulunmaktadır. İranlı şair Riyâzî’nin aşkını anlatıldığı
hikâyede ve Ferdî mahlaslı kişiye âşık olan kişilerin anlatıldığı iki hikâyede
olay zamanı belirtilmez.