Çobanoğulları Uc Beyliği Dönemine Ait Yeni Bulunmuş…
117
katılmadığı için burada padişahın harekete geçmesinden değil de, “bu şerefli
günlerde ve bu mübarek ayda …
Gideros kalesine doğru hareket etmek
konusunda karar alındı” diye ordunun harekâta başlamasından söz
edilmektedir. 6. rükün olan askerin bolluğu konusu, Gideros
Fetihnâmesi’nde ordunun “muharebe bahadırlarından ve savaş meydanı
aslanlarından, mertlik ve yiğitlikleriyle meşhur olan, şeytanların bölüklerini
yok etmeye ve din düşmanlarına karşı savaşmaya neşeli bir şekilde giden
Türk kabilelerinin daha nice beylerinden” oluştuğu gösterilerek ele
alınmıştır. “
Fasilius vilayeti sahillerinde iki kaleden oluşan, birbirinin
karşısında denize bitişik şekilde bulunan, fitne ve fesat mekânı olan,
Şehirler
içinde benzeri kurulmamış sıfatıyla övülen Gideros kalesi”, “sınırın ve
diyarın en müstahkem kalesi olan söz konusu hisar”, “Leşkerî ülkesinden ve
Trabzon tarafından ağır yüklü gemilerle o diyara yardım ve medet için
gelmiş olan yardımcı kuvvetler” vs. gibi ifadelere bakılırsa, 7. rüknün gereği
olan düşmanın durumunun anlatımı da yerine getirilmiştir. 8. rüknü ihtiva
eden düşmanın cesareti konusu ise şu sözlerle belirtilmiştir: “Yeterince
kalabalık bir grup olmalarına ve sahip oldukları araç gereçler, asker sayısı,
yardımcılar ve şevket yüzünden gurura ve küstahlığa kapılarak kendilerine
güvenmelerine rağmen…”. 9. rükün Kur’an-ı Kerim’den ayetlerle
desteklenmiştir. 10. rüknün üzerinde ayrıntılı bir şekilde durulmuş ve “
bazısı
katledildi, bazısı dağınık ve üzgün bir şekilde kaçıp dağıldılar”, “onların
günü perişan ve altüst olmuş bir duruma geldi” sözleriyle düşmanın hezimeti
konusu tamamlanmıştır. 11. rükün yine Kur’an-ı Kerim’den bir ayetle,
“Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur” şeklinde ifade edilmiştir. Bunun
ardından ayrıca zamanın padişahı için de dualarda bulunulmuştur. Düşman
ülkesinin zaptını konu eden 12. rükün, “böylesine güzel bir diyar ve sevgili
bir mekân müşriklerin tasarrufunun elinden kurtarılarak memalik-i
mahrusanın … arazisine
katılmış oldu” diye açıklanmıştır. Gideros
Fetihnâmesi yabancı hükümdarlara değil, Türkiye Selçuklu Devleti içindeki
beldelere gönderildiği için 13. rükünde zafer haberinin memleketlerin
yönetici sınıfına ve ileri gelenlerine ulaştırıldığı konusunda bilgi verilmiştir.
Söz konusu fetihnâme metni, numunelik bir inşâ risalesi içinde yer aldığı
içindir ki 14. rükünde yer alması gereken fetihnâmenin kiminle gönderildiği
konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
Son olarak
15. rükün ise
“
Ulu Tanrı’nın nimetine şükretmenin gerekli olduğu” şeklinde ifade
edilmiştir.
Ayrıca yine fetihnâme kaleme almanın dört şartına baktığımız zaman
bunlar arasında 3. şart hariç diğerlerinin yerine getirildiğini söyleyebiliriz.
Böylece Gideros Fetihnâmesi, klasik diplomatik üsluba uygun bir biçimde
yazılmış ve genel hatları itibariyle burada söz konusu geleneğin kurallarına
riayet edilmiştir.
C. YAKUPOĞLU ve N.
MUSALI
118
Fetihnâmenin süslü edebî bir dilde yazıldığı, pek çok yerinde ise metin
içi kafiye oluşturma yöntemine başvurulduğu görülmektedir.
Belgenin yazma nüshasıyla baskısını karşılaştırdığımız zaman,
bu ikisi
arasında
bazı farklılıklara rastladık. Örneğin, eserin yazmasında yer alan “be
her niyyet” yerine baskıda yanlışlıkla “be hezimet” yazıldığını, yazmada
zikredilen “sancak” yerine ise baskıda “sincak” kelimesinin yer aldığını
tespit ettik. Bunun haricinde yazma nüshanın satır aralıklarında bazı Arapça
ve Farsça kelimelerin Türkçe karşılığının verildiğini, bazı yerlerde Arapça
ifadelerin Farsça açıklandı
ğını, birtakım kelimelerin de Arapça veya Farsça
eş anlamlarının aktarıldığını gördük
. Satır aralarına serpiştirilen bu tabirlerin,
eseri istinsah eden kâtip tarafından eklendiğini düşünüyoruz. Bu
açıklamalarda yer alan Türkçe kelimelere dair örnekler verecek olursak,
metin içindeki “ahzâb” kelimesi satır arasında “bölük”, “subulenâ” kelimesi
“bizim yollarımızı”, “mebnî” kelimesi “yapılmış”, “süluk” kelimesi
“gitmeklik”, “be i’lâ-yı” ifadesi “yüce eylemeklikle”, “nasr” kelimesi
“yardım eylemek”, “gıyâs” kelimesi “feryad erişdirici”, “avn” kelimesi
“yardım”, “gavâit” kelimesi “azgınlık”, “tev’emânî” kelimesi “ikiz”, “fıtrat”
kelimesi “yaradılış”, “tecâsür” kelimesi “yiğitlik”, “zabâb” kelimesi
“duman”, “duhân” kelimesi “tütün”, “keştî” kelimesi “gemi”, “meskenet”
kelimesi “yokluk”, “dilîrân-ı harbgâh” kelimesi “bahadır”, “ukâb” kelimesi
“tavşancıl”, “tâir” kelimesi “uçucu”, “perişan” kelimesi “tanmak”, “fekuti‘a”
ifadesi “kesildi”, “ellezîne” kelimesi “onlar ki”, “basit” kelimesi “genişlik”,
“harrasahallah” tabiri ise “Allah saklasın” şeklinde izah edilmiştir. Hatta bir
yerde satır aralığında
Nuh suresinin 25. ayetinin Türkçe çevirisi
sunulmuştur: “Günahlarından gark oldular”. Başka bir yerde ise Arapça
“a’vân” kelimesi yarı Türkçe ve yarı Farsça olarak ilginç bir şekilde “yardım
konândegân” diye tercüme edilmiştir.
Bunların yanı sıra kimi Arapça kelimelerin Farsça izahı verilmiştir:
“ibâd” – “bendegân”, “izhâr” – “âşikâr kerden”, ebvâb” – “derhâ”,
“menâhic” – “râhhâ”, “mukaddes” – “pâk”, “erbâb” – “hudâvendân”, “sâib”
– “râst”, “kuttâl” – “cenk kerden”, “hidâyet” – “râh-ı râst nümûden”, “Allah”
– “Huda”, “feth” – “güşâden”, “asr” – “rûzgâr”, “sâik” – “rânende”, “sı‘âb”
– “düşvâr”, “adüvv” – “düşmen”, “gavâit” – “gümrâhî”, “râid” – “pîşrev”,
“filcümle” – “be her hâl”, “hıttâ” – “pâre ez zemîn”, “şehâb” – “ateş”, “i’nâ”
– “renc” vs.
Diğer bazı yerlerde Arapça kelimelerin yine Arapça eş anlamlı
sözcüklerle açıklandığına (kelimetü’l-hak – kelime-i tevhid; mübin – zâhir;
cihâd – gaza; cadde – tarîk; felâh – necat), Farsça ifadelerin Arapça izah
edildiğine (sipâs ü sitâyiş – şükür; peyveste – daim; kişver – iklim) veya
Farsça sözcüklerin yine Farsça karşılığının verildiğine (kârzâr – cenk) tanık
oluyoruz.