Eylül 2016 İstanbul/Türkiye



Yüklə 4,91 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə238/238
tarix14.06.2018
ölçüsü4,91 Mb.
#48762
1   ...   230   231   232   233   234   235   236   237   238

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 673


ifade  eden  bir  metafor  olarak  kullanılmaya  başlamıştır.  Doğrusu  odunların 

eğri büğrü olması, ateşte yanmak için daha elverişli iken Yunus’un topladığı 

odunlar dümdüz hâle gelmiştir.  

Daha arkaik olan hikâyenin kurucu ideolojisi, Türklerin Islam öncesi dün-

ya görüşüne daha yakın durmaktadır. Elbette hikâyenin dış görünüşü, tekke-

lerdeki bir iş bölümünü ve işleyişini işaret etmektedir fakat bunu dile geti-

rirken seçilen unsurlarda yapılan tercihler ise bilinçaltını oluşturan unsurlara 

bir gönderme olarak değerlendirilebilir. Bu anlamda “ateş” unsurunun Mecu-

siliğe bir referans olarak değerlendirilmesi, uçuk bir yorum değildir. Inanç ve 

ideolojik dünya görüşünün ifade biçimi ise her hâlükârda sönmemesi gereken 

ateş unsuruna yapılan vurgudur. Bunun hem seküler hem de dinî bir anlamı 

vardır.  Ateş,  tekkedeki  birliktelik  için  çok  önemli  bir  unsurdur.  Bu  anlam-

da ateşin kutsanması kadar doğal bir şey yoktur; zira insan yaşamında ateş, 

çok büyük bir değişim yaratmıştır. Ateşin insan yaşamında kutsanması, onun 

daha çok maddi anlam ve öneminden kaynaklanmış olmalıdır.

Hikâyenin Anadolu sahasında yapı ve unsurların aynı olmasına rağmen, 

bu yapıyı kuran ve yönlendiren kurucu irade ve ideolojik dünya görüşünde 

“sapmalar” olduğu açıktır. Bu o kadar açıktır ki Anadolu sahasında gerçek-

leştiği anlaşılan hikâyedeki değişiklikler, henüz hikâyenin ana yapısında daha 

arkaik  olanı  kadar  yeknesaklık  sağlayamamış  görünmektedir.  Hikâyede  Yu-

nus, Hakim Ata gibi, aynı amaçla tekkeye odun taşımaktadır. Ancak Hakim 

Ata’nın elinde ıslanmaması gereken odunların, Yunus’un elinde düzgünlük-

leriyle öne çıktığı görülmektedir. Odunların toplanmasındaki amaç bakımın-

dan bu durum değerlendirildiğinde, toplanan odunların düzgün olmalarının 

ateşi tutuşturmak ya da ateşte yanması bakımından bir anlam ifade etmediği 

gayet  açıktır.  O  hâlde  aynı  unsurlar  kullanılmaya  devam  etmesine  rağmen 

hikâyede değişen ne olmuştur? Her şeyden önce hikâyenin, birkaç asırlık Is-

lamlaşma  sürecindeki  değişimin  kaderine  ortak  olduğunu  tespit  edebiliriz. 

Hikâye, realist bir üsluba sahip iken Anadolu sahasında metaforik bir kılığa 

bürünmüştür. Hikâyede daha çok ahlaki bir erdem olan dürüstlük öne çıkma-

ya başlamıştır. Yunus’un topladığı odun, artık Islam’ın “sırat-ı müstekîm”ini 

ifade etmektedir. Dolayısıyla Anadolu sahasında, hikâyenin kurucu iradesinin 

ve ideolojisinin daha baskın bir şekilde Islamlaştığını ifade edebiliriz.

Buradan hareketle aynı yapıların ve birlikteliklerin farklı inançlara ve ide-

olojilere hizmet eden kurumlar olabileceğini söyleyebiliriz. Biz burada sadece 



674  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

hikâyenin  kadim  bağlantılarına  ve  bu  bağlantıların  belirli  bir  zaman  dilimi 

içerisindeki inanç ve ideolojik değişim serüvenine yüzeysel olarak değinmiş 

olduk. 

Bununla  birlikte  bizim  asıl  amacımız,  bu  kurumların  Islami  dönemdeki 



iktisadi, siyasi ve dinî bakımdan oluşumunu sorgulamak ve anlamaya çalış-

maktır. Bu bağlamda biz yine hikâyemiz vasıtasıyla sorgulamamızı devam et-

tirmek istiyoruz. Yukarıdaki amaçlarımızı da gözeterek hikâyemize çok basit 

ve sıradan bir takım sorular yöneltmek istiyoruz.

Dinî/ruhani bir görüntü arz eden kimselerin/mürşit, şeyh ya da derviş-

lerin liderleri oldukları bu yapılar nasıl bir yapıdır? Bu yapılarda neler yapıl-

maktadır. Bu birliktelikler neden oluşmuştur; bu yapıların oluşumunu sağla-

yan irade ya da ideolojik, ekonomik, dinî, insani saikler nelerdir?

Bu tarz sorulara cevap ararken yine şu şekilde bir soru sorarak başlayabi-

liriz: Hakim Ata ve Yunus’un böyle bir kurumda işi nedir? Neden böyle bir 

müesseseye katkı sağlamaktadırlar? Belki ilk oluşum süreçlerinde değil ama 

kısa bir zaman diliminde büyük toplumsal yapılara dönüşen tekke/dergâh/

Hankâh vb. neler oldu da yüzlerce insanın geceli gündüzlü birlikte yaşadığı 

kurumlara dönüştü? Tekkelerin oluşumunu sadece tasavvufi dünya görüşüne 

bağlı kalarak ya da salt tanrıya yaklaşma amacında olan insanların müşterek 

gaye ve istikamet doğrultusunda yarattıkları müesseseler olarak izah etmek 

mümkün  müdür  yoksa  daha  kompleks  ve  anlaşılması  güç  bir  takım  insani 

sorunlar  çerçevesinde  bir  takım  izahlar  mı  denememiz  gerekmektedir?  Di-

ğer  bir  ifadeyle  bu  yapıları  anlamaya  çalışırken  antropolojik  verileri,  insan 

psikolojisini, duygu ve düşüncelerini, toplumsal şartları ve bütün bu duygu 

ve düşüncelerin görünürlük kazandığı tarihî vasıtaları mı dikkate almalıyız? 

Cevap elbette olumlu olmalıdır. Nitekim hikâyenin Anadolu’da aldığı suret, 

bu konuda bize oldukça ışık tutmakta, yol göstermektedir. Yukarıda alıntı-

ladığımız hikâyeyi özellikle kapsamlı olarak bir bütünlük içerisinde verdik. 

Hikâyenin başlangıcı, yani Yunus’u dergâha yönlendiren sebep, bir Tanrı ara-

yışı ya da herhangi bir dinî sorun ya da bu sorunu çözme gayesi falan değildir. 

Bu bağlamda tekke/zaviye/dergâh yapılarını dinî yapılar olarak indirgemeci 

bir yaklaşımla izah etme şansımızın olmadığı açıktır.

Zira  böyle  bir  yaklaşımla  şu  şekildeki  basit  bir  soruyu  dahi  cevaplandı-

ramayacağımız gayet açıktır: Eğer bu yapılar sadece dinî saiklerle ortaya çı-

kan ve doğan yapılar idiyse bu yapılar, ortaya çıkmak için neden belirli bir 



Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 675


dönemin  geçmesini  beklemiştir?  Acaba  bu  kompleks  yapıların  arkasındaki 

ruhun,  Islam’ın  ilk  yıllarında  Hz.  Peygamber’in  mescit  etrafında  maddi  ve 

manevi olarak bakımlarıyla ve yetişmeleriyle özel olarak ilgilendiği “ashab-ı 

suffe”deki nebevî bir ruhu mu aramalıyız yoksa bunların bir anakronizm ol-

duğunu teslim etmeli miyiz?

Hiç şüphe yok ki hem tekke hem de zaviyeler, mistik dünya görüşünün bir 

ürünüdür. Bu bağlamda burada belki şunu eklemeliyiz: bu oluşumlar söz ko-

nusu dünya görüşlerinin kurumsallaşmalarıyla ilişkilidir. Her kurumsallaşma 

da belirli bir çağda, belirli bir dönemde ve kendi imkânları çerçevesinde şe-

killenir, varlık kazanır. Tekke ve zaviyeler, bu anlamda herhangi bir müessese 

değildir. Müessese olarak bakıldığında bir beden görüntüsü arz etseler de bu 

bedenin varlığa gelmesine neden olan ve onu sevk ve idare eden bir ruhun 

varlığı da muhakkaktır. Bu bağlamda tekke ve zaviyeleri var eden ve yöneten 

asli ruhun tasavvufi dünya görüşü olduğu varsayımından hareket ettiğimizi 

ifade etmeliyiz.

Bu ruhun kendini ifade ettiği yapıyla arasındaki ilişkiyi nasıl ortaya ko-

yabiliriz?  Sorun  zannedildiği  kadar  kolay  değildir  zira  bedeni  oluşturan  et-

kenlerin, yapıları oluşturan ruh olduğu, hâkim kanaat olarak ifade edilse de 

kurumsallaşma  bütün  işlevleriyle  birlikte  hâkim  olduğunda  aynı  zamanda 

kendi  ruhunu  da  şekillendirmekte  ve  sınırlandırmaktadır.  Dolayısıyla  ku-

rumsallaşmaları  meydana  getiren  bu  ikili  yapı  arasındaki  ilişkiyi  anlamaya 

çalışmak, birçok insani duyguların ve ahvalin dikkate alınmasını elzem hâle 

getirmektedir.

Konuyu biraz daha açmak maksadıyla, Yunus’un, Taptuk’un dergâhına ilk 

olarak gelişini dile getiren kısmıyla ilgilenebiliriz. 

Metnin bu kısmı, tekke ve zaviyelerin kurumsallaşmasını anlamak bakı-

mından önemli görünüyor. Yunus, tekkeye neden bağlanmıştı? Hikâyeye göre 

Yunus’un Hacı Bektaş’ın dergâhına gitme sebebi, daha iyi bir kul olmak ya 

da iyi bir sufi olarak yetiştirmek falan değildir. Zavallı Yunus, kıtlığın başına 

getirdiklerinden hem kendini hem de aile efradını kurtarmak istemektedir.  

Bu amaçla yanına biraz yemiş alır, Hacı Bektaş’a gider. Çünkü onun vasfını 

duymuştur; yemişini ona verecek, karşılığını da biraz fazlasıyla alıp köyüne 

geri dönecektir. Hikâye malum. Burada hikâyenin bize hem Yunus hakkında 

hem  de  Hacı  Bektaş  hakkında  öğrettikleri  vardır.  Yunus,  Hacı  Bektaş  diye 

birini  bilmektedir.  Fakat  bilgisi  çok  derin  değildir,  söylenti  derecesindedir; 



676  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

gerçi tekkenin velâyetle, tasavvufla ilişkili bir mekân olduğunu falan duymuş-

tur  ama  kendi  talep  ettiklerinden  daha  kıymetli  bir  değer  olan  “himmet”i 

ölçebilecek kadar bilgi sahibi olmadığı bellidir. Bununla birlikte Hacı Bektaş 

dergâhında bir ümit vardır ve dergâh hakkındaki Yunus’un bu düşüncesi ve 

duygusu tekil bir duygu ve düşünce olmamalıdır; bu ümit, tekke ya da dergâh 

hakkında toplumda yaygınlaşmış bir genel kanaatin Yunus’taki yansımasını 

göstermektedir. 

Tekkenin halkta yansımasını bulan bu durum nedir? Anlaşılan o ki tekke-

ler halktan tamamen izole olmuş değildir. O zaman tekkeler ve tekke dışında-

kilerle arasında nasıl bir ilişki söz konusudur, bu sorun aydınlatılmalıdır. Her 

şeyden önce şunu ifade etmeliyiz ki yukarıda da işaret ettiğimiz gibi tasav-

vufun Irak’tan Horasan’a geçmesiyle birlikte XI. ve XII. yüzyıllarda bir grup 

elitin uğraştığı bir alan olmaktan çıkarak daha popüler hâle geldiğini tekrar 

ifade etmek gerekir. Bu nokta, tekkelerin aynı zamanda bir müessese olarak 

işleyişinin de  tamamlandığı  bir  döneme tekabül  eder.  Horasan’dan  Anado-

lu’ya uzanan müessese de bu müessesedir. Tekkede icra edilen tarikat, aynı 

zamanda hiyerarşik bir düzenin varlığını gerekli kılmaktadır. Bu düzen saye-

sinde tekke, kendi varlığını devam ettirebilmektedir. Bununla birlikte tekke 

yaşamı, dış dünyadan tamamen kopuk değildir; dışarıya insan kaynağı verdiği 

gibi, oradan yeni üyeler almaya da açıktırlar.

11

Hikâyenin  bu  cüzü,  tekkelerin  ekonomik  yapılanmasıyla  doğrudan  iliş-



kilidir. Tekkeler, hikâyenin daha sonraki safhalarından da öğrendiğimiz gibi 

birçok  insanın  bir  arada  yaşadıkları  bir  müessesedir.  Nitekim  Yunus,  daha 

sonra bu yapıdaki birlikteliğin bir ferdi olarak hayatını burada geçirecektir. 

Dolayısıyla  buralarda  da  gündelik  yaşam  devam  etmekte,  ve  birtakım  ya-

şamsal gereksinimlere ihtiyaç duyulmaktadır. Dahası tekkenin dışındakilerin 

ekonomik olarak yardım umabileceği kadar da iyi bir durumdadır. Hikâyenin 

yaşandığı çağ, Selçuklular dönemidir ve bu dönemde artık tasavvuf; farklı bir 

dünya görüşü, düşünce biçimi ve yaşam tarzıyla hem ruhani hem de maddi 

varlığını çoktan tamamlamıştı. Bununla birlikte tasavvufun, dünyevi mesele-

ler üzerinde daha az duran ısrarlı modeli gittikçe daha fazla hürmet kazan-

maya başlamıştır. Bu çağ, aynı zamanda popüler tasavvufun oluşum çağıdır. 

Ulemanın pek çoğundan daha önce kitleler, sufi pirleri ve ermişleri manevi 

11

    Detaylı  bilgi  için  bk.:  Ahmet  T.  Karamustafa,  Tanrı’nın  Kural  Tanımaz  Kulları,  çev.  Ruşen 



Sezer, YKY. 2007, S. 104-105.


Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 677


konularda rehberleri olarak kabul etmeye başlamışlardı. Doğrusu XII. yüzyıla 

gelindiğinde tasavvuf, dinî hayatın ve hatta dinî ilmin kabul görmüş bir bö-

lümünü oluşturmuştur. Bu noktadan itibaren Islam’ın iki değişik yönü vardı. 

Birincisi; şer’i ulema tarafından belirlenen, şeriat eksenli düşünen, dış dünya 

ile ilgili, sosyal yaşayışa ait düzenlemelerle ilgili kısmı; diğeri pirlerin hima-

yesinde, kişinin içe dönük, şahsi hayatıyla ilgili mistik eksenli düşünen kısmı. 

Çoğu kez aynı dinî lider hem pir hem şeriat âlimiydi ya da en azından Islam’ın 

her iki yönüne de önem veriyordu. Müslümanlar da her iki kesimden de ya-

rarlanıyordu. Bir yönünü tercih edenler de vardı.

12

Gerçi Ebu Said Ebu’l Hayr’dan beri (X. yy.), tekkeler farklı bir kurum ola-



rak  fonksiyon  icra  etmeye  başlamış,  içerik  ve  işleyiş  belirli  bir  düzene  ka-

vuşmuştur.  Örneğin;  Kur’an’dan  başka,  beyitlerin,  gazellerin  ve  vecizelerin 

okunabilme  yolu  açılmış,  sema  ve  gazel  okuma  meclisleri  düzenlenir  hâle 

gelmiştir.  Hatta  bundan  dolayı  Ebu  Said,  fakihlerin  muhalefetiyle  karşılaş-

mış ve Gazneli Mahmut’un sarayına şikâyet edilmiştir.

13

 Bu anlamda tekke-



ler,  tasavvufun  gelişmesine  paralel  bir  gelişme  sergilemişlerdir.  X.  yüzyılın 

sonlarından  itibaren  Horasan’ın  birçok  yerlerinde  hankâhlar/tekkeler  yapı-

larak eğitim ve öğretim kurumlarından biri hâline gelmiştir. Bu kurumların 

hayatiyetlerini devam ettirebilmeleri için de kendilerine vakıflar bağlanmıştır. 

Bunların en mükemmel ve en büyük örneği de Ebu Said Ebu’l Hayr’ın Nişa-

bur’daki hankâhı kabul edilir.

14

  

Tekkelerin mimari, eğitsel ve iktisadi işleyiş tarzı, söz konusu tekkelerde 



oldukça  belirginleşmeye  başlamıştır.  Ebu  Said’in  kurduğu  hankâhların  mi-

mari yapısı, birkaç bölümden meydana gelirdi. En büyük kısmını eyvan şek-

lindeki bir salon teşkil ederdi. Bu salon, toplu halde zikir, sema ve yemekli 

toplantılarda kullanılırdı. Hankâhın bir başka bölümünü de pir, müritler ve 

hizmetçiler için yapılmış zaviye ve hücre denilen odalar teşkil ederdi. Bunla-

rın dışında mutfak vs. başka bölümler de vardı. Şeyhin zaviyesi yani odası, 

onun tefekkür ve kabul yeri idi. Hizmetinde bulunan hizmetçilerden başkası 

oraya  giremezdi.  Genellikle  her  hankâhta,  şeyhle  sufiler  arasındaki  irtibatı 

sağlayan özel bir hizmetçisi olurdu. O kişi, hankâhın yönetimini ve dış iliş-

kilerini  yürütürdü.  Yiyecek  ve  diğer  ihtiyaçların  giderilmesi  ya  da  hazırlığı 

12

   M. Hodgson, Islam’ın Serüveni, II/221-222.



13

   Mürsel Öztürk, Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan, Kültür Bakanlığı Y., Ankara 2001, S. 

253.

14

   Mürsel Öztürk, age.  S. 250.




678  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî

ona aitti. Özel hizmetçiden başka, hankâhın yemek, temizlik ve diğer işlerine 

bakan hizmetçiler bulunurdu.

15

Hankâhın “fütuh” denilen gelir kaynakları birileri aracılığıyla toplanırdı. 



Önemli  gelir  kaynaklarından  diğer  birisi  ise  adaklardı.  Fütuhun  veya  adak-

ların  gelmediği  zamanlar  da  olurdu.  Bu  durumda  zenginlerden  borç  alınır, 

bazen de şeyh çaresiz kalarak mecliste konuşurken orada hazır bulunanlardan 

yardım talep ederdi. Bunlardan başka hankâhın belki de en önemli gelir kay-

naklarından biri, bazı zenginlerin bütün servetlerini hankâhlara bağışlayarak 

vakfetmeleridir.

16

 Elbette tekke ve dergâhlara yapılan bağışları ve vakfetme-



leri  sadece  zenginlerle  sınırlandırmamak  gerekir.  Devlet  adamları  ve  siyasi 

otoriteler, bu hususta daha önemlidirler. 

Yine  tekkelerin  eğitim  düzeni,  Ebu  Said’in  başlatmış  olduğu  bir  yenilik 

olarak zikredilmelidir. Tekkelerde aşağı yukarı daha sonra da aynı şekilde de-

vam eden bu düzene göre, tekke sakinlerinin yapması gerekenler üç ana baş-

lıkta toplanabilir:

1.  Ilim öğrenmek veya zikir yapmak

2.  Başkalarının hizmetinde bulunmak veya başkalarına iyilik etmek,

3.  Kazanç ile meşgul olmak

Tekkelerde  tasavvuf  eğitiminin  yanı  sıra  başta  tefsir,  hadis,  fıkıh,  akaid 

ve Arapça olmak üzere çeşitli konularda dersler de verilirdi. Bazı konularda 

kitaplar yazılır ve çoğaltılırdı. Dinî mûsikîye önem verilir, şiir ve ilahiler oku-

nur, sema yapılırdı.

17

Onuncu  yüzyılda  bu  şekilde  kurumsallaşmaya  başlayan  tekkeler,  Islam 



dünyasındaki barışın, güvenliğin ve devlet otoritesinin zayıflamasıyla birlikte, 

meydana gelen kaotik ortama karşı oluşan örgütlenmelerle ilişki içine girmiş 

ve hatta onları örgütlenme bakımından oldukça etkilemiştir. Bu kurum fü-

tüvvet kurumudur. Bu kurum, daha sonra Anadolu’da Ahiliğe dönüşecektir.

18

 

Ahiliğin sosyal dayanışma ruhu sayesinde devletin hiçbir tesiri olmadan şehir 



esnafı ve halkı kendi kendini idare ediyor, en küçük bir suistimal, yolsuzluk 

ve ananeye aykırı harekete fırsat verilmiyordu.

19

15

   Mürsel Öztürk, age. S.256.



16

   Mürsel Öztürk, age. S.254.

17

   Süleyman Uludağ, “Hankah”, TDVIA, C. 16, S. 43.



18

   Bk. Mürsel Öztürk, age. S.

19

   Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, Istanbul 1962, C. 2, S.21; Veysi Erken, Bir 



Sivil Örgütlenme Modeli Ahilik, Seba Y., Ankara 1988; S. 44-52;  Charles Lindholm, Islami 


Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî 

 679


Işte Yunus’un dâhil olduğu kurum, böyle bir kurumdur. Hikâyeye göre Yu-

nus, böyle bir kurumdan yardım almaya gitmiştir. Dahası hikâyede Yunus’u 

yardım talep etmek zorunda bırakan doğal felaket, sadece kıtlık da değildir; 

Moğol  baskınlarının  bozduğu  sosyal  ve  siyasal  düzenle  bunun  neticesinde 

ortaya çıkan ahlaki çözülmeleri de dâhil etmemiz gerekir. Böyle bir ortamda 

sufilik ve onun kurumsal ifadesi olan tekke, toplumsal düzenin bir dayanağı, 

ihtiyaç sahiplerinin bir sığınağı hâline gelmiştir. 

Hikâyedeki, Yunus’un Hacı Bektaş’a geldiğinde onun himmetini değil de 

vereceği buğdayı tercih ettiğini fakat yolda yaptığı yanlışı anlayıp geri döndü-

ğünü ifade eden kısmına küçük bir müdahale etme imkânının olup olmaya-

cağını da sorgulamak gerekmektedir. Bizce Yunus, Hacı Bektaş’tan buğdayı 

aldıktan sonra yoldan geri dönmemiş olmamalıdır ve dahası bu olayın bir-

kaç kez tekrar etmiş olması da muhtemeldir. Burada hikâyenin oluşumunu 

geçmiş olaylar üzerine bir hatırlama olarak kabul edersek ve bütün hatırla-

maların yeniden bir inşa ve kurgu olduğunu dikkate alırsak durum daha iyi 

anlaşılacaktır.  Olay,  Yunus’un  yaşamından  da  sonra  ve  onun  övgüye  dayalı 

bir geçmişi dile getirdiğinden dolayı oldukça rafine edilerek anlatılır hâle gel-

miştir. Geriye dönük hatırlamalarda öne çıkan iyilikse, bu kurgular genellikle 

daha iyiye doğru, öne çıkan baskın karakter kötülükse, kurgulardaki istika-

metin  daha  kötüye  doğru  meyletmesinin  bir  neticesidir.  Hikâyenin  kurucu 

ideolojisi mistik tekke dünya görüşü olduğu için bu kurumun başı olan pir, 

“himmet” ve “nefes” vurgusuyla öne çıkarılmıştır ve böylece tekke hem ruha-

ni olarak hem de insan, insancıllık bakımından yüceltilmiştir. Hikâyede ayrıca 

Yunus gibi bir büyük ermişin dahi tekkede en aşağı bir mertebe olan “odun 

taşımak”la  işe  başlaması  dile  getirilerek  pirin  gözetiminde  bir  müptedinin 

nasıl kemâle erdiği anlatılmak istenmiştir. Bununla birlikte odun taşıma eyle-

minin tekkedeki birlikte yaşamı destekleyen bir iktisadi iş bölümü olarak da 

görmek gerekmektedir.

Sonuç: Süleyman Hakim Ata ve Yunus Emre’nin kahramanı oldukları tek-

keye  odun  taşımakla  ilgili  olan  hikâye,  esas  itibarıyla  Türkistan  erenleriyle 

Anadolu  erenlerinin  tekke  etrafındaki  maddi  ve  manevi  yaşamlarını  bütün 

unsurlarıyla birlikte ve ideolojik değişimlerini de aksettirecek şekilde resmet-

mektedir. Bu anlamda hikâye; tekkelerin dinî, siyasi, içtimaî ve iktisadi olu-

şumlarına da referanslar barındırmaktadır. 

Orta Doğu, Balkı Şafak, Imge Y. 2004, S. 323-326.



680  

Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî



KAYNAKÇA

Ali-şir Nevâyî, Nesâyimü’l mahabbe min Şemâyimi’l fütüvve, haz. Kemal Eraslan, An-

kara 1996.

Barhold, V. V.,  Orta Asya Türk Tarihi, Çev. Hüseyin Dağ, Divan Y., Ankara 2011.

Erken, Veysi, Bir Sivil Örgütlenme Modeli Ahilik, Seba Y., Ankara 1988.

Güzel, Abdurrahman, Süleyman Hakim Ata’nın Bakırgan Kitabı Üzerine Bir İnceleme

Öncü Kitap Y. Ankara 2008.

Karamustafa,  Ahmet  T.,  Tanrı’nın  Kural  Tanımaz  Kulları,  çev.  Ruşen  Sezer,  YKY. 

2007.

Lindholm, Charles, İslami Orta Doğu, Balkı Şafak, Imge Y. 2004.



Marshal  G.  S.  Hodgson,  İslam’ın  Serüveni,  çev.  Komisyon,  Iz  Yayıncılık,  Istanbul 

1995.


Öztürk, Mürsel, Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan, Kültür Bakanlığı Y., Ankara 

2001.


Taş, Ismail,  “Dinî /Mistik Efsaneleri Türk Din Algısı Bakımından Okumak”, Ulus-

lararası Türk Dünyasında Din Anlayışları Sempozyumu 4-6 Kasım 2010 Bildiriler, Isparta 

2011, ss. 227-241. 

Taş, Ismail,  Ebu Süleyman es Sicistanî ve Felsefesi, Kömen Y., Konya 2006.

Taş,  Ismail,    “Kaşgarlı  Mahmud’un  Bilinçaltı”,  Doğumunun  1000.  Yılı  Dolayısıyla 



Uluslararası Kaşgarlı Mahmud Sempozyumu 17-19 ekim 2008, Rize Bildiri Metinleri, Rize 

2008, ss.507-516.

Taş, Ismail, “Kaşgarlı Mahmud’un Bilinçaltı”, Türk İslam Düşüncesi Yazıları, Kömen 

Y. Konya 2011, ss. 207-226.

Tekcan, Münevver, Hakim Ata Kitabı, Beşir Kitabevi, Istanbul 2007.

Turan, Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, Istanbul 1962.

Uludağ, Süleyman “Hankâh”, TDVİA, C. 16.

Vilâyetnâme Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, Hazırlayan: Abdülbâki Gölpınarlı, 

Inkılâp Kitabevi, Istanbul 1958.



Yüklə 4,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   230   231   232   233   234   235   236   237   238




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə