Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
673
ifade eden bir metafor olarak kullanılmaya başlamıştır. Doğrusu odunların
eğri büğrü olması, ateşte yanmak için daha elverişli iken Yunus’un topladığı
odunlar dümdüz hâle gelmiştir.
Daha arkaik olan hikâyenin kurucu ideolojisi, Türklerin Islam öncesi dün-
ya görüşüne daha yakın durmaktadır. Elbette hikâyenin dış görünüşü, tekke-
lerdeki bir iş bölümünü ve işleyişini işaret etmektedir fakat bunu dile geti-
rirken seçilen unsurlarda yapılan tercihler ise bilinçaltını oluşturan unsurlara
bir gönderme olarak değerlendirilebilir. Bu anlamda “ateş” unsurunun Mecu-
siliğe bir referans olarak değerlendirilmesi, uçuk bir yorum değildir. Inanç ve
ideolojik dünya görüşünün ifade biçimi ise her hâlükârda sönmemesi gereken
ateş unsuruna yapılan vurgudur. Bunun hem seküler hem de dinî bir anlamı
vardır. Ateş, tekkedeki birliktelik için çok önemli bir unsurdur. Bu anlam-
da ateşin kutsanması kadar doğal bir şey yoktur; zira insan yaşamında ateş,
çok büyük bir değişim yaratmıştır. Ateşin insan yaşamında kutsanması, onun
daha çok maddi anlam ve öneminden kaynaklanmış olmalıdır.
Hikâyenin Anadolu sahasında yapı ve unsurların aynı olmasına rağmen,
bu yapıyı kuran ve yönlendiren kurucu irade ve ideolojik dünya görüşünde
“sapmalar” olduğu açıktır. Bu o kadar açıktır ki Anadolu sahasında gerçek-
leştiği anlaşılan hikâyedeki değişiklikler, henüz hikâyenin ana yapısında daha
arkaik olanı kadar yeknesaklık sağlayamamış görünmektedir. Hikâyede Yu-
nus, Hakim Ata gibi, aynı amaçla tekkeye odun taşımaktadır. Ancak Hakim
Ata’nın elinde ıslanmaması gereken odunların, Yunus’un elinde düzgünlük-
leriyle öne çıktığı görülmektedir. Odunların toplanmasındaki amaç bakımın-
dan bu durum değerlendirildiğinde, toplanan odunların düzgün olmalarının
ateşi tutuşturmak ya da ateşte yanması bakımından bir anlam ifade etmediği
gayet açıktır. O hâlde aynı unsurlar kullanılmaya devam etmesine rağmen
hikâyede değişen ne olmuştur? Her şeyden önce hikâyenin, birkaç asırlık Is-
lamlaşma sürecindeki değişimin kaderine ortak olduğunu tespit edebiliriz.
Hikâye, realist bir üsluba sahip iken Anadolu sahasında metaforik bir kılığa
bürünmüştür. Hikâyede daha çok ahlaki bir erdem olan dürüstlük öne çıkma-
ya başlamıştır. Yunus’un topladığı odun, artık Islam’ın “sırat-ı müstekîm”ini
ifade etmektedir. Dolayısıyla Anadolu sahasında, hikâyenin kurucu iradesinin
ve ideolojisinin daha baskın bir şekilde Islamlaştığını ifade edebiliriz.
Buradan hareketle aynı yapıların ve birlikteliklerin farklı inançlara ve ide-
olojilere hizmet eden kurumlar olabileceğini söyleyebiliriz. Biz burada sadece
674
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
hikâyenin kadim bağlantılarına ve bu bağlantıların belirli bir zaman dilimi
içerisindeki inanç ve ideolojik değişim serüvenine yüzeysel olarak değinmiş
olduk.
Bununla birlikte bizim asıl amacımız, bu kurumların Islami dönemdeki
iktisadi, siyasi ve dinî bakımdan oluşumunu sorgulamak ve anlamaya çalış-
maktır. Bu bağlamda biz yine hikâyemiz vasıtasıyla sorgulamamızı devam et-
tirmek istiyoruz. Yukarıdaki amaçlarımızı da gözeterek hikâyemize çok basit
ve sıradan bir takım sorular yöneltmek istiyoruz.
Dinî/ruhani bir görüntü arz eden kimselerin/mürşit, şeyh ya da derviş-
lerin liderleri oldukları bu yapılar nasıl bir yapıdır? Bu yapılarda neler yapıl-
maktadır. Bu birliktelikler neden oluşmuştur; bu yapıların oluşumunu sağla-
yan irade ya da ideolojik, ekonomik, dinî, insani saikler nelerdir?
Bu tarz sorulara cevap ararken yine şu şekilde bir soru sorarak başlayabi-
liriz: Hakim Ata ve Yunus’un böyle bir kurumda işi nedir? Neden böyle bir
müesseseye katkı sağlamaktadırlar? Belki ilk oluşum süreçlerinde değil ama
kısa bir zaman diliminde büyük toplumsal yapılara dönüşen tekke/dergâh/
Hankâh vb. neler oldu da yüzlerce insanın geceli gündüzlü birlikte yaşadığı
kurumlara dönüştü? Tekkelerin oluşumunu sadece tasavvufi dünya görüşüne
bağlı kalarak ya da salt tanrıya yaklaşma amacında olan insanların müşterek
gaye ve istikamet doğrultusunda yarattıkları müesseseler olarak izah etmek
mümkün müdür yoksa daha kompleks ve anlaşılması güç bir takım insani
sorunlar çerçevesinde bir takım izahlar mı denememiz gerekmektedir? Di-
ğer bir ifadeyle bu yapıları anlamaya çalışırken antropolojik verileri, insan
psikolojisini, duygu ve düşüncelerini, toplumsal şartları ve bütün bu duygu
ve düşüncelerin görünürlük kazandığı tarihî vasıtaları mı dikkate almalıyız?
Cevap elbette olumlu olmalıdır. Nitekim hikâyenin Anadolu’da aldığı suret,
bu konuda bize oldukça ışık tutmakta, yol göstermektedir. Yukarıda alıntı-
ladığımız hikâyeyi özellikle kapsamlı olarak bir bütünlük içerisinde verdik.
Hikâyenin başlangıcı, yani Yunus’u dergâha yönlendiren sebep, bir Tanrı ara-
yışı ya da herhangi bir dinî sorun ya da bu sorunu çözme gayesi falan değildir.
Bu bağlamda tekke/zaviye/dergâh yapılarını dinî yapılar olarak indirgemeci
bir yaklaşımla izah etme şansımızın olmadığı açıktır.
Zira böyle bir yaklaşımla şu şekildeki basit bir soruyu dahi cevaplandı-
ramayacağımız gayet açıktır: Eğer bu yapılar sadece dinî saiklerle ortaya çı-
kan ve doğan yapılar idiyse bu yapılar, ortaya çıkmak için neden belirli bir
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
675
dönemin geçmesini beklemiştir? Acaba bu kompleks yapıların arkasındaki
ruhun, Islam’ın ilk yıllarında Hz. Peygamber’in mescit etrafında maddi ve
manevi olarak bakımlarıyla ve yetişmeleriyle özel olarak ilgilendiği “ashab-ı
suffe”deki nebevî bir ruhu mu aramalıyız yoksa bunların bir anakronizm ol-
duğunu teslim etmeli miyiz?
Hiç şüphe yok ki hem tekke hem de zaviyeler, mistik dünya görüşünün bir
ürünüdür. Bu bağlamda burada belki şunu eklemeliyiz: bu oluşumlar söz ko-
nusu dünya görüşlerinin kurumsallaşmalarıyla ilişkilidir. Her kurumsallaşma
da belirli bir çağda, belirli bir dönemde ve kendi imkânları çerçevesinde şe-
killenir, varlık kazanır. Tekke ve zaviyeler, bu anlamda herhangi bir müessese
değildir. Müessese olarak bakıldığında bir beden görüntüsü arz etseler de bu
bedenin varlığa gelmesine neden olan ve onu sevk ve idare eden bir ruhun
varlığı da muhakkaktır. Bu bağlamda tekke ve zaviyeleri var eden ve yöneten
asli ruhun tasavvufi dünya görüşü olduğu varsayımından hareket ettiğimizi
ifade etmeliyiz.
Bu ruhun kendini ifade ettiği yapıyla arasındaki ilişkiyi nasıl ortaya ko-
yabiliriz? Sorun zannedildiği kadar kolay değildir zira bedeni oluşturan et-
kenlerin, yapıları oluşturan ruh olduğu, hâkim kanaat olarak ifade edilse de
kurumsallaşma bütün işlevleriyle birlikte hâkim olduğunda aynı zamanda
kendi ruhunu da şekillendirmekte ve sınırlandırmaktadır. Dolayısıyla ku-
rumsallaşmaları meydana getiren bu ikili yapı arasındaki ilişkiyi anlamaya
çalışmak, birçok insani duyguların ve ahvalin dikkate alınmasını elzem hâle
getirmektedir.
Konuyu biraz daha açmak maksadıyla, Yunus’un, Taptuk’un dergâhına ilk
olarak gelişini dile getiren kısmıyla ilgilenebiliriz.
Metnin bu kısmı, tekke ve zaviyelerin kurumsallaşmasını anlamak bakı-
mından önemli görünüyor. Yunus, tekkeye neden bağlanmıştı? Hikâyeye göre
Yunus’un Hacı Bektaş’ın dergâhına gitme sebebi, daha iyi bir kul olmak ya
da iyi bir sufi olarak yetiştirmek falan değildir. Zavallı Yunus, kıtlığın başına
getirdiklerinden hem kendini hem de aile efradını kurtarmak istemektedir.
Bu amaçla yanına biraz yemiş alır, Hacı Bektaş’a gider. Çünkü onun vasfını
duymuştur; yemişini ona verecek, karşılığını da biraz fazlasıyla alıp köyüne
geri dönecektir. Hikâye malum. Burada hikâyenin bize hem Yunus hakkında
hem de Hacı Bektaş hakkında öğrettikleri vardır. Yunus, Hacı Bektaş diye
birini bilmektedir. Fakat bilgisi çok derin değildir, söylenti derecesindedir;
676
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
gerçi tekkenin velâyetle, tasavvufla ilişkili bir mekân olduğunu falan duymuş-
tur ama kendi talep ettiklerinden daha kıymetli bir değer olan “himmet”i
ölçebilecek kadar bilgi sahibi olmadığı bellidir. Bununla birlikte Hacı Bektaş
dergâhında bir ümit vardır ve dergâh hakkındaki Yunus’un bu düşüncesi ve
duygusu tekil bir duygu ve düşünce olmamalıdır; bu ümit, tekke ya da dergâh
hakkında toplumda yaygınlaşmış bir genel kanaatin Yunus’taki yansımasını
göstermektedir.
Tekkenin halkta yansımasını bulan bu durum nedir? Anlaşılan o ki tekke-
ler halktan tamamen izole olmuş değildir. O zaman tekkeler ve tekke dışında-
kilerle arasında nasıl bir ilişki söz konusudur, bu sorun aydınlatılmalıdır. Her
şeyden önce şunu ifade etmeliyiz ki yukarıda da işaret ettiğimiz gibi tasav-
vufun Irak’tan Horasan’a geçmesiyle birlikte XI. ve XII. yüzyıllarda bir grup
elitin uğraştığı bir alan olmaktan çıkarak daha popüler hâle geldiğini tekrar
ifade etmek gerekir. Bu nokta, tekkelerin aynı zamanda bir müessese olarak
işleyişinin de tamamlandığı bir döneme tekabül eder. Horasan’dan Anado-
lu’ya uzanan müessese de bu müessesedir. Tekkede icra edilen tarikat, aynı
zamanda hiyerarşik bir düzenin varlığını gerekli kılmaktadır. Bu düzen saye-
sinde tekke, kendi varlığını devam ettirebilmektedir. Bununla birlikte tekke
yaşamı, dış dünyadan tamamen kopuk değildir; dışarıya insan kaynağı verdiği
gibi, oradan yeni üyeler almaya da açıktırlar.
11
Hikâyenin bu cüzü, tekkelerin ekonomik yapılanmasıyla doğrudan iliş-
kilidir. Tekkeler, hikâyenin daha sonraki safhalarından da öğrendiğimiz gibi
birçok insanın bir arada yaşadıkları bir müessesedir. Nitekim Yunus, daha
sonra bu yapıdaki birlikteliğin bir ferdi olarak hayatını burada geçirecektir.
Dolayısıyla buralarda da gündelik yaşam devam etmekte, ve birtakım ya-
şamsal gereksinimlere ihtiyaç duyulmaktadır. Dahası tekkenin dışındakilerin
ekonomik olarak yardım umabileceği kadar da iyi bir durumdadır. Hikâyenin
yaşandığı çağ, Selçuklular dönemidir ve bu dönemde artık tasavvuf; farklı bir
dünya görüşü, düşünce biçimi ve yaşam tarzıyla hem ruhani hem de maddi
varlığını çoktan tamamlamıştı. Bununla birlikte tasavvufun, dünyevi mesele-
ler üzerinde daha az duran ısrarlı modeli gittikçe daha fazla hürmet kazan-
maya başlamıştır. Bu çağ, aynı zamanda popüler tasavvufun oluşum çağıdır.
Ulemanın pek çoğundan daha önce kitleler, sufi pirleri ve ermişleri manevi
11
Detaylı bilgi için bk.: Ahmet T. Karamustafa, Tanrı’nın Kural Tanımaz Kulları, çev. Ruşen
Sezer, YKY. 2007, S. 104-105.
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
677
konularda rehberleri olarak kabul etmeye başlamışlardı. Doğrusu XII. yüzyıla
gelindiğinde tasavvuf, dinî hayatın ve hatta dinî ilmin kabul görmüş bir bö-
lümünü oluşturmuştur. Bu noktadan itibaren Islam’ın iki değişik yönü vardı.
Birincisi; şer’i ulema tarafından belirlenen, şeriat eksenli düşünen, dış dünya
ile ilgili, sosyal yaşayışa ait düzenlemelerle ilgili kısmı; diğeri pirlerin hima-
yesinde, kişinin içe dönük, şahsi hayatıyla ilgili mistik eksenli düşünen kısmı.
Çoğu kez aynı dinî lider hem pir hem şeriat âlimiydi ya da en azından Islam’ın
her iki yönüne de önem veriyordu. Müslümanlar da her iki kesimden de ya-
rarlanıyordu. Bir yönünü tercih edenler de vardı.
12
Gerçi Ebu Said Ebu’l Hayr’dan beri (X. yy.), tekkeler farklı bir kurum ola-
rak fonksiyon icra etmeye başlamış, içerik ve işleyiş belirli bir düzene ka-
vuşmuştur. Örneğin; Kur’an’dan başka, beyitlerin, gazellerin ve vecizelerin
okunabilme yolu açılmış, sema ve gazel okuma meclisleri düzenlenir hâle
gelmiştir. Hatta bundan dolayı Ebu Said, fakihlerin muhalefetiyle karşılaş-
mış ve Gazneli Mahmut’un sarayına şikâyet edilmiştir.
13
Bu anlamda tekke-
ler, tasavvufun gelişmesine paralel bir gelişme sergilemişlerdir. X. yüzyılın
sonlarından itibaren Horasan’ın birçok yerlerinde hankâhlar/tekkeler yapı-
larak eğitim ve öğretim kurumlarından biri hâline gelmiştir. Bu kurumların
hayatiyetlerini devam ettirebilmeleri için de kendilerine vakıflar bağlanmıştır.
Bunların en mükemmel ve en büyük örneği de Ebu Said Ebu’l Hayr’ın Nişa-
bur’daki hankâhı kabul edilir.
14
Tekkelerin mimari, eğitsel ve iktisadi işleyiş tarzı, söz konusu tekkelerde
oldukça belirginleşmeye başlamıştır. Ebu Said’in kurduğu hankâhların mi-
mari yapısı, birkaç bölümden meydana gelirdi. En büyük kısmını eyvan şek-
lindeki bir salon teşkil ederdi. Bu salon, toplu halde zikir, sema ve yemekli
toplantılarda kullanılırdı. Hankâhın bir başka bölümünü de pir, müritler ve
hizmetçiler için yapılmış zaviye ve hücre denilen odalar teşkil ederdi. Bunla-
rın dışında mutfak vs. başka bölümler de vardı. Şeyhin zaviyesi yani odası,
onun tefekkür ve kabul yeri idi. Hizmetinde bulunan hizmetçilerden başkası
oraya giremezdi. Genellikle her hankâhta, şeyhle sufiler arasındaki irtibatı
sağlayan özel bir hizmetçisi olurdu. O kişi, hankâhın yönetimini ve dış iliş-
kilerini yürütürdü. Yiyecek ve diğer ihtiyaçların giderilmesi ya da hazırlığı
12
M. Hodgson, Islam’ın Serüveni, II/221-222.
13
Mürsel Öztürk, Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan, Kültür Bakanlığı Y., Ankara 2001, S.
253.
14
Mürsel Öztürk, age. S. 250.
678
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
ona aitti. Özel hizmetçiden başka, hankâhın yemek, temizlik ve diğer işlerine
bakan hizmetçiler bulunurdu.
15
Hankâhın “fütuh” denilen gelir kaynakları birileri aracılığıyla toplanırdı.
Önemli gelir kaynaklarından diğer birisi ise adaklardı. Fütuhun veya adak-
ların gelmediği zamanlar da olurdu. Bu durumda zenginlerden borç alınır,
bazen de şeyh çaresiz kalarak mecliste konuşurken orada hazır bulunanlardan
yardım talep ederdi. Bunlardan başka hankâhın belki de en önemli gelir kay-
naklarından biri, bazı zenginlerin bütün servetlerini hankâhlara bağışlayarak
vakfetmeleridir.
16
Elbette tekke ve dergâhlara yapılan bağışları ve vakfetme-
leri sadece zenginlerle sınırlandırmamak gerekir. Devlet adamları ve siyasi
otoriteler, bu hususta daha önemlidirler.
Yine tekkelerin eğitim düzeni, Ebu Said’in başlatmış olduğu bir yenilik
olarak zikredilmelidir. Tekkelerde aşağı yukarı daha sonra da aynı şekilde de-
vam eden bu düzene göre, tekke sakinlerinin yapması gerekenler üç ana baş-
lıkta toplanabilir:
1. Ilim öğrenmek veya zikir yapmak
2. Başkalarının hizmetinde bulunmak veya başkalarına iyilik etmek,
3. Kazanç ile meşgul olmak
Tekkelerde tasavvuf eğitiminin yanı sıra başta tefsir, hadis, fıkıh, akaid
ve Arapça olmak üzere çeşitli konularda dersler de verilirdi. Bazı konularda
kitaplar yazılır ve çoğaltılırdı. Dinî mûsikîye önem verilir, şiir ve ilahiler oku-
nur, sema yapılırdı.
17
Onuncu yüzyılda bu şekilde kurumsallaşmaya başlayan tekkeler, Islam
dünyasındaki barışın, güvenliğin ve devlet otoritesinin zayıflamasıyla birlikte,
meydana gelen kaotik ortama karşı oluşan örgütlenmelerle ilişki içine girmiş
ve hatta onları örgütlenme bakımından oldukça etkilemiştir. Bu kurum fü-
tüvvet kurumudur. Bu kurum, daha sonra Anadolu’da Ahiliğe dönüşecektir.
18
Ahiliğin sosyal dayanışma ruhu sayesinde devletin hiçbir tesiri olmadan şehir
esnafı ve halkı kendi kendini idare ediyor, en küçük bir suistimal, yolsuzluk
ve ananeye aykırı harekete fırsat verilmiyordu.
19
15
Mürsel Öztürk, age. S.256.
16
Mürsel Öztürk, age. S.254.
17
Süleyman Uludağ, “Hankah”, TDVIA, C. 16, S. 43.
18
Bk. Mürsel Öztürk, age. S.
19
Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, Istanbul 1962, C. 2, S.21; Veysi Erken, Bir
Sivil Örgütlenme Modeli Ahilik, Seba Y., Ankara 1988; S. 44-52; Charles Lindholm, Islami
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
679
Işte Yunus’un dâhil olduğu kurum, böyle bir kurumdur. Hikâyeye göre Yu-
nus, böyle bir kurumdan yardım almaya gitmiştir. Dahası hikâyede Yunus’u
yardım talep etmek zorunda bırakan doğal felaket, sadece kıtlık da değildir;
Moğol baskınlarının bozduğu sosyal ve siyasal düzenle bunun neticesinde
ortaya çıkan ahlaki çözülmeleri de dâhil etmemiz gerekir. Böyle bir ortamda
sufilik ve onun kurumsal ifadesi olan tekke, toplumsal düzenin bir dayanağı,
ihtiyaç sahiplerinin bir sığınağı hâline gelmiştir.
Hikâyedeki, Yunus’un Hacı Bektaş’a geldiğinde onun himmetini değil de
vereceği buğdayı tercih ettiğini fakat yolda yaptığı yanlışı anlayıp geri döndü-
ğünü ifade eden kısmına küçük bir müdahale etme imkânının olup olmaya-
cağını da sorgulamak gerekmektedir. Bizce Yunus, Hacı Bektaş’tan buğdayı
aldıktan sonra yoldan geri dönmemiş olmamalıdır ve dahası bu olayın bir-
kaç kez tekrar etmiş olması da muhtemeldir. Burada hikâyenin oluşumunu
geçmiş olaylar üzerine bir hatırlama olarak kabul edersek ve bütün hatırla-
maların yeniden bir inşa ve kurgu olduğunu dikkate alırsak durum daha iyi
anlaşılacaktır. Olay, Yunus’un yaşamından da sonra ve onun övgüye dayalı
bir geçmişi dile getirdiğinden dolayı oldukça rafine edilerek anlatılır hâle gel-
miştir. Geriye dönük hatırlamalarda öne çıkan iyilikse, bu kurgular genellikle
daha iyiye doğru, öne çıkan baskın karakter kötülükse, kurgulardaki istika-
metin daha kötüye doğru meyletmesinin bir neticesidir. Hikâyenin kurucu
ideolojisi mistik tekke dünya görüşü olduğu için bu kurumun başı olan pir,
“himmet” ve “nefes” vurgusuyla öne çıkarılmıştır ve böylece tekke hem ruha-
ni olarak hem de insan, insancıllık bakımından yüceltilmiştir. Hikâyede ayrıca
Yunus gibi bir büyük ermişin dahi tekkede en aşağı bir mertebe olan “odun
taşımak”la işe başlaması dile getirilerek pirin gözetiminde bir müptedinin
nasıl kemâle erdiği anlatılmak istenmiştir. Bununla birlikte odun taşıma eyle-
minin tekkedeki birlikte yaşamı destekleyen bir iktisadi iş bölümü olarak da
görmek gerekmektedir.
Sonuç: Süleyman Hakim Ata ve Yunus Emre’nin kahramanı oldukları tek-
keye odun taşımakla ilgili olan hikâye, esas itibarıyla Türkistan erenleriyle
Anadolu erenlerinin tekke etrafındaki maddi ve manevi yaşamlarını bütün
unsurlarıyla birlikte ve ideolojik değişimlerini de aksettirecek şekilde resmet-
mektedir. Bu anlamda hikâye; tekkelerin dinî, siyasi, içtimaî ve iktisadi olu-
şumlarına da referanslar barındırmaktadır.
Orta Doğu, Balkı Şafak, Imge Y. 2004, S. 323-326.
680
Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmed Yesevî
KAYNAKÇA
Ali-şir Nevâyî, Nesâyimü’l mahabbe min Şemâyimi’l fütüvve, haz. Kemal Eraslan, An-
kara 1996.
Barhold, V. V., Orta Asya Türk Tarihi, Çev. Hüseyin Dağ, Divan Y., Ankara 2011.
Erken, Veysi, Bir Sivil Örgütlenme Modeli Ahilik, Seba Y., Ankara 1988.
Güzel, Abdurrahman, Süleyman Hakim Ata’nın Bakırgan Kitabı Üzerine Bir İnceleme,
Öncü Kitap Y. Ankara 2008.
Karamustafa, Ahmet T., Tanrı’nın Kural Tanımaz Kulları, çev. Ruşen Sezer, YKY.
2007.
Lindholm, Charles, İslami Orta Doğu, Balkı Şafak, Imge Y. 2004.
Marshal G. S. Hodgson, İslam’ın Serüveni, çev. Komisyon, Iz Yayıncılık, Istanbul
1995.
Öztürk, Mürsel, Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan, Kültür Bakanlığı Y., Ankara
2001.
Taş, Ismail, “Dinî /Mistik Efsaneleri Türk Din Algısı Bakımından Okumak”, Ulus-
lararası Türk Dünyasında Din Anlayışları Sempozyumu 4-6 Kasım 2010 Bildiriler, Isparta
2011, ss. 227-241.
Taş, Ismail, Ebu Süleyman es Sicistanî ve Felsefesi, Kömen Y., Konya 2006.
Taş, Ismail, “Kaşgarlı Mahmud’un Bilinçaltı”, Doğumunun 1000. Yılı Dolayısıyla
Uluslararası Kaşgarlı Mahmud Sempozyumu 17-19 ekim 2008, Rize Bildiri Metinleri, Rize
2008, ss.507-516.
Taş, Ismail, “Kaşgarlı Mahmud’un Bilinçaltı”, Türk İslam Düşüncesi Yazıları, Kömen
Y. Konya 2011, ss. 207-226.
Tekcan, Münevver, Hakim Ata Kitabı, Beşir Kitabevi, Istanbul 2007.
Turan, Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, Istanbul 1962.
Uludağ, Süleyman “Hankâh”, TDVİA, C. 16.
Vilâyetnâme Manâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, Hazırlayan: Abdülbâki Gölpınarlı,
Inkılâp Kitabevi, Istanbul 1958.
Dostları ilə paylaş: |