49
birbirine bağlı ve canlı bir vücut iken, modern dönemde değişmez yasalara göre işleyen
dev bir makine haline gelmiştir. Bu makine ile yaratıcısı olan Tanrı arasındaki ilişki de,
geleneksel dönemlerin anlayışına yabancıdır. Buna göre, Tanrı, bir saat ustasına
benzetilmektedir. Nasıl bir saat ustası saati yapıp bıraktığında işliyorsa, tıpkı bunun gibi
Tanrı da evreni inşa edip kendi haline bırakmıştır. Artık ona müdahale etmemektedir.
Bu görüşle birlikte “deizm” olarak deyimlenen ve dünyanın etlisine sütlüsüne
karışmayan soyut bir Tanrı anlayışı modern teolojiye girmiştir.
Mekanik ve büyüden arınmış bir evren ve doğa tasarımlayan modern kozmoloji, insan
ile doğa arasına da bir mesafe koyarak bunlar arasında bir çatışma ve kavga tahayyül
etmiştir. Doğa ile insanlar arasında varsayılan bu çatışma teorisine göre bilimin de işlevi
değişmiş ve Bacon’dan sonra bilgi doğaya hükmetme ve onu denetim altına alma
amacıyla kullanılmaya başlamıştır
121
.
Açıkça, doğaya karşı şiddet ve işkenceyi öğütleyen Bacon, modern bilim felsefesinin de
temellerini atan kişidir. Onun doğa karşısında kullanmış olduğu söylem tüyler
ürperticidir. Ona göre doğa, “hizmet etmeye mecbur”, “gezegenler tarafından avlanan”,
“köle” ve “bilim adamlarına karşı direndiği” için “işkence edilerek sırları ifşa edilmesi
gereken” bir nesnedir
122
. Elbette doğa karşısında böyle bir söylemi içeren bilim ve
teknoloji politikası, ekolojik olması bir yana, doğal olarak anti-ekolojik olmak
zorundadır.
Modern kozmoloji “insan”ın evren ve dünya içindeki “konumu”nu da kökten
değiştirmiştir. Aydınlanma Çağı’yla birlikte “Tanrı-merkezli” (teocentric) bir evren
anlayışından “insan-merkezli” (antropocentric) bir evren anlayışına geçilmiştir. Her ne
kadar geleneksel öğretilerde de insan, yaratılış hiyerarşisinin tepesinde duran bir varlık
olarak tanımlanmışsa da, evrenin deistik tasarımına dayanan seküler kozmolojide insan,
bir nevi Tanrı’nın yerine geçmiş yeni bir “tip”tir. Bu tip kimi zaman “Süper man”, kimi
zaman “Yaratıcı varlık”, kimi zaman da “Üst-insan” olarak tarif edilmiştir. Eğer ilâhî
Kudret evrene müdahil olmuyorsa, tümüyle seküler bir alan olarak tarif edilen dünyada
insan, elbette kendi irade ve inisiyatifiyle doğayı yeniden inşa etmeye yönelecektir. Bu
121
F. Capra, Batı Düş üncesinde Dönüm Noktası, nsan Yayınları, stanbul, 1992, s.54.
122
A.g.e. s.55.
50
da neticede insan ile doğa arasındaki bilinen süreci başlatmış ve “doğa, insan
boyunduruğuna alınmıştır
123
.”
Seküler dünya da doğa, azami “fayda”yı elde etmek uğruna tahrip edilmektedir. nsan
ile doğa arasındaki anlamlı ilişki bozulmuştur. Ne yazık ki modern kozmoloji,
modernleşme sürecinin Batılı olmayan toplumlara da taşınmasıyla birlikte, bu
kültürlerde de etkisini göstermiş ve geleneksel kozmoloji tarihin derinliklerine
terkedilmiştir.
Son olarak, konuya açıklık getirmek amacıyla, slam medeniyetinin ben-idrakini
oluşturan unsurlardan insan-tabiat ilişkisini, Batı ben-idrakiyle kıyaslamaya çalışalım.
Felsefi yönden ele alındığında, batı ben-idrakinin “insan tabiata hakimdir” önermesinin
dayandığı özne-nesne algılaması, bir dikey hakimiyet ilişkisine yol açmakta ve tabiatı
metafizik özden yoksun, statik, pasif ve edilgen bir konuma itmektedir. slam
medeniyetinin ben-idraki, bu yaklaşımın aksine, tabiatı, yaratıcı kudretin tecelli ettiği
bir işaretler bütünü olarak görmektedir ki, bu insan ile tabiat arasında bir özne-nesne
ilişkisi değil, bir varoluş ilişkisi doğurmaktadır. nsan ve tabiat eşit bir varoluş
düzleminde bulunmaktadırlar ve bu anlamda yaratılmışlık açısından aynı öznenin
nesneleri konumundadırlar.
Yaratıcının işaretlerini taşıyan tabiat anlayışı insanın tabiata iletişim kurabilecek bir
ibretler alemi olarak yaklaşması sonucunu doğurmuştur. Mevlana’nın neye, Yunus
Emre’nin sarı çiçeğe hitabı da böylesi işaretler yüklü ve aktif bir tabiat anlayışının
mistik ve popüler kültüre yansımasıdır. Bu çerçevede slam medeniyetinin ben-idraki ne
Spinoza’nın Deus Siva Natura
(Tanrı eşittir tabiat) denkleminde olduğu gibi panteist bir
özdeşleşmeye, ne de Newton mekaniğinin dayandığı Tanrı’nın bir kere kurduğu ve
tekrar müdahale etmediği tabiat anlayışının dayandığı deistik metafiziğe yakındır
124
.
123
Nasr, a.g.e. s14-15.
124
Davutoğlu, a.g.m. s.43, Ayrıca bkz. S.Hüseyin Nasr, Makaleler (1), Çev. Şahabeddin, Yalçın, nsan
Yayınları, stanbul, 1995, s.41-58; S.Nakib Attas, slam, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi, s. 68 vd.
51
3. Sekülerleş me ve Dinî hayatın Gerilemesi
3.1. Sekülerleş me ve Temel Dayanakları
Yaklaşık üç asırdır sosyal bilimciler ve Batı’nın seçkin entelektüelleri hep dinin
sonunun yaklaştığını ilan edip durdular. Her nesil gelecekte insanların artık tabiatüstü
alana yönelik inançları terkedeceklerinden emindi. Bu öngörü, sekülerleşme tezi olarak
bilinen bir teori haline geldi
125
. Bu teoriyi savunan birçok düşünür açık bir şekilde, hatta
tarih vererek; modernitenin dine galip geleceğini ve dinin sonunun geleceğini
söylediler.Thomas Woolston, Voltaire, Thomas Jefferson, August Comte, Frederich
Engels, A. E. Crawley, Sigmund Freud, Anthony Wallace, Bryan Wilson, Nietszche, vs.
bu sekülerleşme kahinlerinden bazılarıdır
126
.
Rodney Stark, sekülerleşme kehanetleri konusunda şu önemli noktalara dikkat
çekiyor
127
.
1. Tüm dünya da yaygın olan kanaate göre modernleşme, Tanrıları emekliliğe
sürükleyen temel lokomotiftir. Yani endüstrileşme, şehirleşme ve rasyonelleşmenin
artmasıyla dindarlığın azalacağını öngören sekülerleşme doktrini her zaman
modernleşme teorilerinin daha geniş kapsamlı çatısına sığınmıştır.
2. Sekülerleşme kahinleri, hep bireysel dindarlığa vurgunda bulundular ve makro
düzeyde bir etkiden söz ederek bir alandaki düşüşün diğer alanda da gerçekleşeceğini
ileri sürdüler. Böylece, eğer kiliseler güç kaybederse, bireysel dindarlık zayıflayacak,
bireysel dindarlık zayıflayınca da kiliseler güç kaybedecekti. Sekülerleşme tezinin
modern savunucularından Peter L. Berger bu nokta üzerinde gerçekten çok samimi idi.
Berger sekülerleşme tezinin makro boyutlarını belirledikten sonra şunları yazıyordu:
Dahası, burada sekülerleşme sürecinin öznel bir yönünün olduğu da kastedilmektedir.
Toplumun ve kültürün sekülerleştiği yerde bilincin de sekülerleşmesi söz konusudur. Daha
basit bir ifadeyle, bu durum modern Batı’nın giderek artan oranda dünyayı ve kendi
hayatlarını dini yorumlara ihtiyaç duymadan değerlendiren bireyler yetiştirdiği anlamına
gelmektedir
128
.
125
Ali Köse, Sekülerizm Sorgulanıyor, Ufuk Kitabevi, stanbul 2002, s.33.
126
A.g.e.s 34-40.
127
A.g.e s.36.
128
A.g.e.s. 38.
Dostları ilə paylaş: |