54
Ona dinamizm sağlayan bu özelliğini kaybeden bir din, asla kendisi olamaz. Bir nevi
Hıristiyanlık da böyle bir kaderi yaşamıştır. Dolayısıyla sekülerleşme, Kilise’ye
tepkinin ortaya çıkardığı doğal bir durumdur. Hıristiyanlığın geçirdiği bu dönüşüm,
biraz da kendi teologları eliyle olmuştur.
Hıristiyanlık, Protestanlaşma ve sekülerizm kavramları arasında çok yakın bir ilişki
vardır. Zira önce Hıristiyanlığın pagan kalıbında vahdaniyet inancı ve buna bağlı olarak
iman öğretisi bozulmuş, sonra, St. Palvus gibi dini mimarlar elinde ibadet ve hukuk
alanlarına müdahale edilerek ahkam boyutu aşkın alandan koparılarak, toplumsal
ş
artların bir ürünü haline getirilmiştir. Dolayısıyla böyle bir dinin Protestanlaşma süreci
doğal karşılanmalıdır
139
.
16. yüzyılda ortaya çıkan Protestanlık, aynı yüzyılda belirginleşmeye başlayan deizmin
de savunduğu, Berger’in deyimiyle, aşkın bir Tanrı’nın korkunç yüceliğini (tenzih)
vurgulamak isterken, uluhiyet dünyasını soyup soğana çevirmiştir. Dolayısıyla
Hıristiyan dünyada Protestan söylem, sekülerizmin önündeki setleri bir bir açma
ameliyesi görmüştür. Bu yönüyle Protestanlık sekülerleşme tarihi açısından bir
başlangıç, bir milad sayılabilir
140
.
Eğer Protestanlık adı verilen dini hareket sekülerleşmenin doğuşuna yatak görevi
yapmıştır şeklinde bir tez ileri sürülürse
141
deizm de bu yatağa düşen bir tohum görevi
yapmıştır diyebiliriz. Kısaca, deizm düşüncede Tanrıyı dünya dan uzaklaştırdı;
Protestanlık ise bunu pratiğe geçirerek; Tanrıyı ve dini, hayatın merkezinden
uzaklaştırarak yerine dünyevileşmeyi yerleştirmiştir. Çünkü Protestanlık ibadete ilişkin
unsurları olabildiğince asgari düzeye çekmiş, adeta ibadeti meslek ahlakı ile
dondurmuştur. nsan ruhani dünyasını zenginleştiren ritüellerden tecrit edilmiştir.
Sonuç olarak, Hıristiyan kitlenin mucize diye kabul ettiği dinî hayat için bir motivasyon
işlevi gören manevi güdüleme unsurları manasını kaybetmiş, Protestanlık ölü bir kimse
için dua etmeyi dini merasim düzenlemeyi bile kaldırmıştır
142
. Hiç şüphesiz, böyle bir
girişim insanın iç dünyasını manevi olanaklardan soyutlayarak çölleştirmiştir. Geriye
insanın tek bir boyutu kalıyor ki, o da bedensel yapı ve onun ihtiyaçlarıdır. Böyle bir
139
Attas, slami Düşünüşün Problemleri, s.42-43.
140
Berger, a.g.e. s.174-175.
141
Altıntaş, a.g.m. s.7.
142
Weber, a.g.e. s.83.
55
psikolojik ortam ise, ancak insanın yoğun bir şekilde dünyevileşmeye olan eğilimini
besler.
Sekülerleşme, felsefi manada hayatın dünyevileşmesi/profanlaşması, insanların aşkın
hakikat ile metafizik bağlarını kopartarak dünyalılaşması ve bu çerçevede din kaynaklı
geleneklerin çözülmesi sürecini ifade eder. Bu anlamda sekülerleşmenin her otantik din
ile çatışma içerisinde olduğunu görmek zor değil. Hakikati ve insanın nihai kurtuluşunu
birey ve tarih üstü bir gerçekliğe bağlayan din ile, gerçekliği Aydınlanma’nın otonom
bireyine ve onun kâinat kurgusuna indirgeyen seküler düşünce arasındaki gerilim,
modern dünyanın önemli verilerinden biri olmuştur
143
.
Sekülerlik, tek kelimeyle, dünyevileşmek demek. Ernst Gellner, Batıda iki farklı
sekülerlik çağı yaşandığından söz eder. Birinci sekülerlik çağı, modernlikle birlikte
belirginleşmiş ve “dinin hayattan uzaklaştırılması” şeklinde; ikinci sekülerleşme çağı
ise, modernlik- sonrası süreçte belirginleşmeye başlamıştır ve “dünyeviliğin, dünyevi
(beşeri) olan her şeyin dinselleştirilmesi” yani dinin yerine ikame edilmesi olarak
tezahür etmiştir
144
.
Sekülerliğe felsefî açıdan bakınca şu temel özelliklerini ayırt ediyoruz:
Birincisi, sekülerlik, dini, dolayısıyla Tanrı'yı hayatın merkezinden uzaklaştırmış;
dünyevî olanı, dolayısıyla Tanrı'nın konumunu üstlenen insanı hayatın ve her şeyin
merkezine yerleştirmiştir.
kincisi, sekülerlik, insanı hayatın merkezine yerleştirmekle, insanın Tanrı'yla ve
Kâinât'la ve, elbette, Tabiat'la olan ilişkilerini sakatlamış; insana, Tanrı, Kâinât ve
Tabiat'a, dolayısıyla dünyaya ve diğer toplumlara ve kültürlere hâkim olabileceği, onlar
üzerinde hakimiyet ve tahakküm kurabileceği bir konum biçmiştir.
Üçüncüsü, sekülerleşme süreci, Tanrı Sözü'nü, dolayısıyla peygamberî soluğu, öte
dünya inancını hayattan büyük ölçüde uzaklaştırmış; bunların yerine insanın
rasyonalitesini yerleştirmiş ve mutlaklaştırmıştır. Artık insanın "aklı"yla her şeyi
anlayabileceği, anlamlandırabileceği, dolayısıyla yönlendirebileceği inancı temel inanç
143
Bkz. Ali Bulaç, Çağdaş Kavramlar ve Düzenler, Endülüs Yayınları, stanbul, 1992, s.222-230; Attas,
slam Sekülerizm ve Geleceğ in Felsefesi,
s. 41-78
144
Yusuf Kaplan, “Sekülerliği Dinselleştirmek ve Türkiye’yi Bitirmek”, Yeni Şafak Gazetesi, 11 Mayıs
2005.
56
ilkelerinden biri olmuş; sonuçta bilim ve teknoloji, hayatımızı anlamlandırma sürecinin
başlıca aktörleri konumuna yerleşmiştir.
Dördüncüsü ve insanın yaratıcılığını da, yıkıcılığını da kışkırtan en önemli özellik ise,
sekülerliğin bölücü olmasıdır. Sekülerlik, din ile dünyayı, bu dünya ile öte dünyayı, ruh
ile bedeni birbirinden ayırmış ve “dini”, bedeni (insanı ve aklını) dünyayı
mutlaklaştırmıştır.
Bütün bu dinamikler, ben-merkezciliği, hazcılığı, materyalizmi, izafîliği insanın varoluş
serüvenini anlamlandıran temel değerler katına yükseltmiştir. Ve sonuçta insanın
ruhsuzlaşmasının, vicdansızlaşmasının, ihtiras ve iştihasının, gücün ve güç üreten
araçların peşinde koşuşturmasının önü sonuna kadar açılmıştır
145
.
3.2. Sekülerleş menin Sonuçları
Sekülerleşmeyi dinin toplumdaki otoritesini yitirme süreci olarak tanımlamıştık. şte bu
süreç, bir zamanlar Batı toplumunun ve aslında bütün toplumların yaşamının odak
noktası olan dini kurumların, dini pratiklerin, dini düşüncelerin kısaca dinî hayatın
çöküşe geçme sürecidir. Bu durum bir anlamda Peter L. Berger'in deyimiyle 'batı
toplumlarının üzerindeki kutsal kubbenin çökmesi' de demektir
146
. Sonunda Batı'da
"Hıristiyanlığın altın çağı" sona ermiş, Hıristiyan toplumu neredeyse tamamen dinden
uzaklaşmış, inanç, eylem ve niyetlerin, ilahi hedefler yerine, dünyevi hedeflere
yönelmesi sağlanmış, dinin işlev ve fonksiyonları dünyevi, toplumsal işlev ve
fonksiyonlara dönüşmüş, son olarak da dini olan ne varsa, onun yerini dünyevi olan
almıştır.
Bu süreç sonunda, daha önce de belirttiğimiz gibi, insan beninin değişik yönleri de
sekülerleşmiş/dünyevileşmiştir. ' nsanın dünyevileşmesi', insanın, mevcudiyeti, zaman
ve mekanla sınırlı olmayan ruhunu, varlığı belirli bir zaman ve mekanla sınırlı olan
bedeninin veya değişmez olanı değişenin egemenliği altına almayı ifade eder. Başka bir
deyişle, dünyevileşme ruhun zamansal, değişken ve maddi olanda kayboluşudur.
nsanın ya da ruhun dünyevileşmesi veya yabancılaşması onun Tanrı'yla olan alakasının
insandan yana epistemolojik bir kopukluğa uğraması ve dolayısıyla kendi özüne
145
Aynı yer.
146
Berger, a.g.e. s.167-168.
Dostları ilə paylaş: |