45
Bu, modern Batılı bakış açısının içkinlik metafiziğine dayanan gerçeğidir. Modern
Batılı felsefi düşüncenin örtmeye çalıştığı bir gerçek. Bundan dolayı Aydınlanma
projesi, şaşırtıcı ve saf bir iyimserlikle, ilahi hiç bir kökeni olmayan, ancak doğuştan iyi
ve tekamül edebilen-deizmin işaret ettiği- tabiî insanın yükselişini ilan etti.
Sekülerizmin kahramanı Prometheus ve kendi kendini ilahlaştırıp alim-i mutlak bir
Tanrı olmak isteyen Dr. Faustus, bu dönemdeki hümanizmin iki sembolüdür
112
.
Ondokuzuncu yüzyıl, mekanik bir dünya görüşünden organik olana tedrici bir geçişe ve
mekanik mecazların organik halefleri ile ikamesine şahit oldu. Eğer Newton için Tanrı
bir saat imalatçısı, dünya da hiçbir ilahi ya da insani müdahale olmaksızın, durmaksızın,
tekdüze ve gayesizce tik-tak eden bir saat idiyse, Darwin’in dünyasında insan köklerini
maymun ve sürüngenlerde aramaktaydı. Sonra Freud çıkıp geldi ve “eros”un insanın
efendisi olduğunu “kanıtladı”. Pavlov köpekler üzerinde deneyler yaptı ve bulgularını
insanlara uyguladı. Onun sisteminde insan ve köpek denktir; ikisi de çevreleri
tarafından tümüyle şartlandırılır. Daha önce de Hobbes, insanı insan kardeşi için bir kurt
olarak tanımlamıştı
113
.
Bu, insanın çözülmesi, tabiat-maddede bütünüyle insani özünü ve değerlerini
kaybetmesi ve dinî hayatın tedricen ve yavaş yavaş yok oluşu ile sonuçlanan modernite
projesinin ilk aşamasıdır. şte bu aşama sekülerizm sürecidir. kinci aşaması ise, daha
çok yirminci yüzyılda ortaya çıkan ve bir bakıma, bu sürecin teoriden pratiğe geçişinin
adı olan sekülerleşme aşamasıdır. Sekülerleşme aşamasını ise, çalışmamızın son
kısmında ele alıp inceleyeceğiz.
2. Deistik Tanrı Düşüncesinin nsan –Tabiat lişkisine Yansımaları
Mircea Eliade, S.H. Nasr gibi birçok düşünürün sıkça vurguladığı bir husus vardır ki, o
da şudur: tabiat hiçbir zaman sadece “tabiî” değildir, her zaman dini bir değere sahiptir.
Çünkü Kozmos, kutsal bir “yaratılmış”tır. Bu yüzden de, tabiat, geleneksel tüm
112
A.g.m. s.85. Prometheus, Yunan mitolojisinde “Tanrı’ların dağı Olimpus”tan ateşi çalıp insanlara
getiren kahramandır. Bu yüzden de Hümanizm’de Tanrı’ya baş kaldıran insan tipinin sembolü olmuştur.
Dr. Faustus ise bir oyun kahramanıdır. Hümanizm’in insan aklını yüceltirken vurguyu benlik üzerine
kaydırması, insanın kendine yabancılaşmasına ve ahlaki çöküntüye sebep olmuştur. şte bu durum 16. yy.
ngiliz yazarı Christopher Marlowe’un, Dr. Faustus adlı oyunundaki, ruhunu şeytana satıp Alim-i mutlak
olmak isteyen kahramanın yaşadığı trajedinin, Hümanizm’in trajedisini yansıttığı görüşünü, genel bir
kabul haline getirmiştir.
113
A.g.m. s.86.
46
toplumlarda, dinî hayatın arka-planı olarak algılanmıştır
114
. Oysa, Batı dünyası
modernleşme sürecine koşut olarak evren, insan ve Tanrı anlayışında köklü bir değişim
geçirerek bu durumu tersine çevirmiştir. şte bugün küresel düzeyde yaşanan çok yönlü
krizlerin temelinde bu paradigmatik değişim yatmaktadır.
Johann Galtung, Batı medeniyetinin protopinin tabiat anlayışını “insan tabiata
hakimdir” önermesi ile özetlemektedir. lk bakışta basit bir gerçekliğin ifadesi gibi
gözüken bu önerme, gerek bir zihnîyetin ana parametrelerinden birisi olarak, gerekse
doğurduğu pratik sonuçlar açısından Batı medeniyetinin ben-idrakinin yansımasıdır. Bu
ben idraki her şeyden önce kendi benini o beni varoluş aleminden ayırmakta ve bu
ayrım ile bir tür özne-nesne ilişkisi oluşturmaktadır
115
.
Batı medeniyetinin ben-idrakinin tabiata-yönelik bu sert dışlayıcılık özelliği kadim
medeniyetlerle modern anlayışlar arasındaki en önemli ayrım noktalarından birini
oluşturmaktadır. Tabiatı, benin ontolojik varoluş zemini olarak bir ilahi lütuf gibi
telakki eden kadim medeniyetlerin aksine, onu hakim olunan bir meta olarak görmek
tabiatı ekonomi-politik bir hakimiyetin rekabet unsuru haline getirmiştir.
Kızılderililerin Şefi Seattle’ın 1854 yılında Amerikan yetkililerine yazdığı mektup,
zayıf ama içselleştirici ve esnek bir ben-idrakine sahip yerel bir medeniyet ile güçlü ve
sert bir ben-idrakine sahip hegomonik bir medeniyetin tabiata ve birbirlerine bakışlarını
yansıtması bakımından ilginç bir ipucu oluşturmaktadır.
Washington’daki Büyük Şef bizim topraklarımızı satınalmak istediğini bildirmektedir. (…) Gökyüzü
ve toğrağın sıcaklığını nasıl satabilir ve satın alabilirsiniz? Havanın serinliğine, suyun
parıltısına biz sahip değilsek, siz onları nasıl satın alabilirsiniz? Yeryüzünün her parçası
bizim için kutsaldır. Biz yeryüzünün bir parçasıyız; oda bizim bir parçamız. Güzel kokulu
çiçekler bizim kız kardeşimizdir, geyik, at ve kartal bizim erkek kardeşlerimizdir. (…)
bütün bunlar aynı ailenin üyeleridir. Dolayısıyla Washington’daki Büyük Şef topraklarımızı
satınalmak isterken bizim gücümüzün ötesinde bir şey talep etmektedir. Biz beyaz adamın
bizim yollarımızı anlamadağının farkındayız. Onun için her toprak parçası bir diğerinin
aynısıdır. (…) Toprak onun kardeşi değil, düşmanıdır. O, annesi olan toprağı, kardeşi olan
gözyüzünü alınıp satılacak, yağmalanacak bir nesne gibi görmektedir. O’nun iştahı toprağı
yiyip bitirecek ve geride sadece bir çöl kalacaktır. Beyaz adamın şehrinde bahardaki
yaprağın ve böceklerin kanat hışırtılarını dinleyebilecek sakin bir yer yoktur. Toprak insana
114
Geniş bilgi için bkz. Mircea Eliade, Kutsal ve Dindış, Çev. M. Ali Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara,
1991, s.32-33, 129-130, vd.; S. Hüseyin Nasr,
nsan ve Tabiat, Çev. Nabi Avcı, Yeryüzü Yayınları,
stanbul, 1982, s.25, 34-35, vd.
115
Ahmet Davutoğlu, “Medeniyetlerin Ben- draki”, Divan Dergisi, stanbul, Yıl 2, Sayı 3 (1997), s.28.