186
İnsan ve Toplum
çıkmıştır. İkinci
evrede bu gruplar, “kendi üretim, dağıtım ve tanıtım imkânlarını oluş-
turma” çabasına girişmişlerdir. Son evrede ise “tamamen muhalif oluşumlara dönüşen
bu gruplar, sadece kendi üretimlerini teşvik edecek yapıları kurmakla kalmamış, kül-
türel yapılardaki düşmanlarına, hatta onların iktidarının kaynağı olan tüm toplumsal
düzene karşı saldırıya geçmişlerdir” (s. 50-51). Williams’a göre bu evrelerden ikincisi
modernizme, üçüncüsü ise avangarda karşılık gelmektedir.
Avangardı modernizmden ayırmak, avangarda kavramsal bir çerçeve verebilmek
adına hayati bir önem taşımaktadır. Zira, avangard hareketlerin estetik talepleri ile
modernist sanatınkiler arasındaki benzerlik sıkça dikkat çekilen bir noktadır. Buradan
hareketle avangardın, modernizmin bir görünüşünden başka bir şey olmadığı dahi
iddia edilebilir. Fakat onu modernizmden ayıran ve bu yazı için hayati olan bir nokta
vardır: Avangardın siyasal konumlanışı ve bu konumlanışı
sanat içinden gerçekleş-
tirişi; yani Charles Russell’ın deyimiyle avangardın “eylemci estetik”i (aktaran: Man,
1991, s. 8). Bu bağlamda Paul Man’ın (1991) saptaması önemlidir: “Modernizm ile
avangard arasındaki ortaklığa ya da benzerliğe odaklanan çalışmalar estetik konuları
vurgulamak eğilimindeyken, ikisinin arasındaki farkı tartışmak isteyenler ideolojiyi
vurgulamaya teşnedirler” (s. 10). Bu saptama, avangardın salt sanatsal üretiminin onu
benzerlerinden ayırmada yeterli olmayacağını göstermektedir.
Avangard kuramının önemli ismi Peter Bürger de avangardı anlamak için Williams gibi
tarihsel perspektifli bir kuramsal açıklama önermektedir. Bürger’e (2003) göre sanat,
18. yüzyıldan itibaren sarayın, kilisenin ve piyasanın hâkimiyet iddialarına karşı diren-
miş, kendi özerkliğinde ısrarcı olmuş ve bu özerklik iddiasında 19. yüzyılın sonlarında
simgecilik ve estetizm ile zafere ulaşmıştır (s. 91-98). Bu son noktada sanat dışarıya
kapanmış,
toplumsal pratiklerden uzak, kurumsal bir yapı haline gelmiştir. Bürger,
“kurumsal olarak sanat” kavramından “sanat içerisindeki üretici ve tüketici aygıtın yanı
sıra, sanatla ilgili olarak belli bir zamanda hâkim olan ve eserlerin algılanışını önemli
ölçüde belirleyen fikirler”in kastedildiğini belirtmektedir (s. 63). Bu kurumsallaşma
ve özerklik, aynı zamanda sanatın toplumsal pratikleri etkileme kabiliyetini kaybet-
tiğini ima etmektedir. Toplumsaldan uzaklaşmak, sanatı iyice kendine döndürür. Ali
Artun’un (2003) ifadesiyle, “hayattan olabildiğince yalıtılması sonucu, sanatın içeriği,
kendi formuna dönüş[müştür]. Başka deyişle içeriği biçimi ol[muştur]” (s. 21). Bürger
(2003), bu durumu, avangard hareketlerin doğuşu için milat olarak belirler:
Sanat, kendisine yabancı her şeyi dışında bıraktığında, kendi açısından ister
istemez sorunlu hale gelir. Kurum ile içeriklerin örtüşmesiyle birlikte, burjuva
toplumunda sanatın özünün toplumsal etkisizlik olduğu açığa çıkar;
bu durum
da sanatın özeleştirisine davetiye çıkarır. Bu özeleştiriyi gerçekleştirmek, tarihsel
avangard hareketlerine düşecektir. (s. 71)
Bürger, “tarihsel avangard hareketleri” derken ilk planda gerçeküstücülük, dadaizm ve
Rus gelecekçiliğini kastetmekte ve bazı kısıtlamalarla beraber bu gruba İtalyan gele-
187
Uslu / Avangard Sanat Siyasetsiz Düşünülebilir mi?
cekçiliği ve Alman dışavurumculuğunun da katılabileceğini belirtmektedir. Bütün bu
hareketler, aralarındaki farklara rağmen, sanatsal geleneğe karşı köktenci bir karşı çıkış-
ta ortaklaşırlar: “Bu hareketlerin ortaklığı, aralarında yer yer muazzam farklar olmasına
rağmen, daha önceki sanatın tekil prosedürlerini değil, o sanatı toptan reddetmeleri,
böylece gelenekten radikal bir kopuş gerçekleştirmeleridir. En uç örneklerinde, başat
hedefleri burjuva toplumunda geliştiği şekliyle sanat kurumudur” (s. 55).
Böylelikle avangard, sanat kurumunu ortadan kaldırarak sanatı tekrar topluma hediye
etmek, onu hayat pratiğine tekrar kazandırmak amacıyla yola çıkar.
Fakat bu, hayata
“yamanmış” bir sanat olmayacaktır. “Avangardistlerin farkı, temelini sanatta bulan yeni
bir hayat pratiği örgütleme çabalarıdır” (Bürger, 2003, s. 105). Bu sanat, yaşanan hayatı
da, tıpkı hâlihazırdaki sanatsal araçları kökten reddettiği gibi, dışarıda bırakmaktadır:
“Ancak eserlerinin içerikleri mevcut toplumun (kötü) hayat pratiğinden tamamen ayrı
olabilen bir sanat, yeni bir hayat pratiğinin örgütlenmesine götürecek bir başlangıç
noktası olacaktır” (s. 105). Böylelikle, bu tarihsel perspektifle,
radikal bir estetik, radikal
bir siyasi pratiğin özü haline dönüşme şansı bulur. Bürger’e göre tarihsel avangard, bu
radikal pratiği, sadece iki dünya savaşı arasında sürdürebilmiş, yazının başında da belir-
tildiği gibi, sonra düzen tarafından kendi içine çekilmiş, eleştirel kimliğini kaybetmiştir.
Avangardın diğer önemli kuramcısı Poggioli içinse avangard daha erken başlamış ve
en has ifadesini 1880’li yıllarda bulmuştur. Hatta iki dünya savaşı arasında oluşan ve bu
yazıda avangard kabul ettiğimiz hareketler onun için avangard olmanın ölçütlerini tam
olarak yerine getirmemektedir. Poggioli’nin bu sonuca varmasında en
önemli etken,
iki dünya savaşı arasındaki avangard hareketlerde, köktenci bir muhalif siyaset öner-
isi değil, aşağıda da gösterileceği gibi birbirine 180 derece zıt yönlere dahi gitmeye
eğilimi olan bir anarşizm görmüş olmasıdır. Poggioli (1968) için avangardda önemli
olan, Bürger’den farklı olarak, estetik taleplerin tetiklediği bir siyasi yönelimden çok,
estetik köktencilikle siyasi köktenciliğin birinin diğerinin sonucu olmadan beraberce
var olmasıdır (s. 11).
Poggioli bu yazıda, avangard kabul edilen hareketleri, eylemcilik (activism), düşmanca
uzlaşmazlık (antagonism), hiççilik (nihilism) ve kendini feda etme (agonism)
özellik-
lerinin belirlediğini iddia etmektedir (s. 24-26). Bu özellikler, belli bir plan program
dâhilinde olmayan, sebebi ve amacı değişken, uçlara gitmeye teşne bir eylem tutku-
sunun varlığına işaret ederler. Bunun uygulayıcısı olan sanatçılar ise ancak toplumsal
olana yabancılaşmış, kendini kapatmış bir seçkinler topluluğu olabilir (s. 31 ve 89-94).
Poggioli, bu noktada, Ortega y Gasset’in fikirlerine yaklaşmaktadır. Konu hakkındaki
öncü yorumlardan birini yapan (1925 yılında) Gasset’e (1998) göre, bu yeni sanatın
niteliklerini belirlemek çok
zor olsa da, onun insanı dışlayan (s. 158), kitleyi dışarıda
bırakan ve ancak azınlığın anladığı bir üretim olduğu saptanabilir (s. 150). Böyle bir
tabloda Poggioli’ye (1968) göre, bu hareketlerin ürettiği siyaset önerileri, anarşist bir
zihniyetin ürünleridir ve asla programlı bir siyasetle bütünleşemez: “Bir başka deyişle,