188
İnsan ve Toplum
sanatsal devrimin, toplumsal
devrim ile özdeşleşmesi, şimdi saf retorikten, içi boş ağız-
lara pelesenk olmuş bir sözden daha fazla bir anlama sahip değildir” (s. 96).
Bu noktada, Bürger ve Williams’ın bir uçta, Poggioli ve Gasset’in diğer uçta olduğu
düşünülmemelidir. Williams’ın hâkim sanat ortamına saldırıya geçen anarşist avangar-
dı da, Bürger’in kendini topluma kapatmış sanat kurumuna saldıran tarihsel avangardı
da, avangardın kitle kültürüne övgüyle yaklaştığını ya da muhalif saldırılarının hatları
belirli bir siyasi-sanatsal proje etrafında oluştuğunu iddia etmemektedir. Poggioli ve
Gasset ise bu saldırıyı anlamsız ve kötücül değil, tarih akışının
doğal bir sonucu say-
makta (Poggioli, 1968, s. 178), dolayısıyla kendilerini Bürger ve Williams’ın karşısına
konumlamamaktırlar. Yine de Bürger’in avangard hareketlere çok daha sempatiyle
baktığının açıkça görüldüğünü de belirtmek gerekir.
Bütün bu kuramsallaştırma gayretinin nesnesi olan avangardist tecrübenin edebiyata
yansıyan görüntüsüne bakmak, hem tarihsel olanın gözetiminde bu kuramları değer-
lendirmek hem de buradan edebiyat eleştirisi için ne tür sorular üretebileceğimizi
görmek bakımından önemli olabilir.
Avangard Edebiyatın İşaret Ettiği Siyaset
Williams, Poggioli ve Bürger’in avangardı kavramsallaştırmaları noktasında açık bir
soru ortaya çıkıyor: Bu anarşist tabiatlı siyasal talepler edebiyat üretimine nasıl yansı-
yor?
Köktenci siyasal taleplerle, köktenci estetik talepleri aynı programın parçaları ola-
rak algılayan avangardın, bu taleplerini ürün düzleminde nasıl kurguladığını anlamak
için avangard hareketlerin edebî üretimlerinin en azından genel yapılarına bakmak
gerekiyor.
Hem gelecekçilik hem de gerçeküstücülükte şiir her zaman merkezde olmuştur. Zira
şiirsel üretim, avangard hareketlerin beklentilerini karşılamaya en uygun türdür.
Tarihsel ortaya çıkış sıralarına uyarak yazarsak hem gelecekçilik, hem dadacılık hem
de gerçeküstücülük, kendilerinden önce var olan sanatsal pratikleri “düşmanca
bir uzlaşmazlık”la reddetmekle kalmamış; yeni bir sanatın, akıldışının sesini geri
getiren, bunun için çağrışımın tüm kontrollerden uzak tutan bir yaklaşım benimse-
mesi gerektiğini iddia etmişlerdir. Bu noktada, “ben”i imha etmek, sanat üreticisini
özneliğini ortadan kaldırmak, Octavio Paz’ın sözleriyle “sanatçının sesini artık yalnız
onun sesi olmaktan çıkarıp herkesin sesi” kılmak (aktaran Avcı, 2004, s. 3), başta
gerçeküstücüler olmak üzere tüm avangardistlerin hedefidir. Tristan Tzara’nın şiir
için verdiği ünlü “reçete”, sanatçının öznelliğine yönelik bu bilinçli saldırıyı apaçık
ortaya koyar:
Bir gazete alın. Bir makas alın. Gazeteden, şiirinizin ne kadar uzun olmasını
istiyorsanız, o uzunluğa yakın boyutta bir makale seçin. Makaleyi kesip çıkarın.
189
Uslu / Avangard Sanat Siyasetsiz Düşünülebilir mi?
Sonra da dikkatli bir şekilde makaledeki sözcükleri teker teker kesip çıkarın ve
bunları bir torbaya koyun. Torbayı hafif hafif sallayın. Sonra birbirinin ardısıra
sözcükleri torbadan çekin. Sözcükleri çekiliş sırasına uyarak bir kâğıt üzerine
özenle kopye edin. Oluşan şiir size benzeyecektir. Ve işte siz, sınırsız özgünlüğün
ve tatlı duyarlılığın yazarı. (akt: Lewis, 1990, s. 5)
Gerçeküstücülük, Dada’nın esinlediği bu bakış altında şiirini, Yvonne Duplessis’in
(1991) de belirttiği gibi mizahın, düşün, çılgınlığın ortasında kurar (s. 24-41). Şiirin,
tüm bireysel ve toplumsal bağlarından kurtarılması gibi bir ütopik amaçtan “otomatik
yazma” gibi yine Duplessis’in sözleriyle “insanı olduğu gibi ilkel doğası
içinde göste-
rebilmek, onda uygarlıktan kazanılmış ne varsa atmak” (s. 45) işlevi yüklenen teknikler
üretir. Octavio Paz’ın (2004) deyimiyle “gevşemenin en üst düzeyinde” (s. 15) bir faali-
yet olan otomatik yazma ile Andre Breton’un sözleriyle “insanın sözüne başlangıçtaki
arılığını ve yaratıcı gücünü yeniden kazandırmak” (s. 15) hedeflenir. Bu hedeflenen
kurulum kaynağını ise yine Breton’un anlattığı şu anekdot özetlemektedir: Breton’un
arkadaşlarından Saint-Paul Roux, her gece yatmadan önce kapısının üstüne, üzerinde
“Şair Çalışıyor” yazan bir levha asmaktadır (Duplessis, 1991, s. 52).
Aralarında birçok fark olsa da gelecekçilik de şiiri, geçmişi
tamamen reddeden yeni
bir alanda kurmak kaygısındadır. İtalyan gelecekçilerin lideri Marinetti, “edebiyatta
‘ben’i yok etmenin” (aktaran: Lawton, 1976, s. 415) esas olduğunu ilan etmektedir. O
da tıpkı Rus gelecekçisi Krucenik gibi, kendilerinden önceki simgeci şiirin içeriğinden
duyulan tiksintinin de etkisiyle, insan psikolojisini reddetmekte, şiirin akıl
ötesi bir
dille yazılması gerektiğini iddia etmektedir (Lawton, 1976, s. 416). Bu düşünceler,
gelecekçileri figüratif, uydurma sözcüklerle ve sözcük oyunlarıyla dolu, gürültücü bir
şiire götürmüştür. Rus gelecekçileri, İtalyan muadillerinden bu noktada daha kökten-
ci olmakla birlikte, John J. White’ın (1990) deyimiyle gelecekçilik, bir tür “dilbilimsel
edebiyat” kurmuştur (s. 215-18).
Bu
bilgilerden sonra, avangard için siyasetin ne kadar önemli olduğu daha da açık orta-
ya çıkmaktadır. Gasset’in (1998) de belirttiği gibi karşı karşıya olduğumuz, “sanatçının
kendisi[nin] sanatını önemsiz gördüğü” (s. 175) bir çağdır. Avangard sanatçılar da bu
durumun bilincindedir. Örneğin gerçeküstücülerin önderi Breton, Selahattin Hilav’ın
(2003) belirttiği gibi, kendini şair saymamakta, edebiyatın sonunun geldiğini sık sık tek-
rarlamaktadır (s. 14-15). Sanatın bu önemsizliği ve şiirin bilinçaltına bırakılması, şiirin
herkesin ortak dili haline getirilebilmesi gibi amaçlarla el ele gitmektedir. 1920’lerde,
tarihsel gelişimin ve grupların iç dinamiklerin sonucu olarak gerek gelecekçilik, gerek-
se gerçeküstücülük—dadacılık tarihin sayfalarına karışmıştır artık—siyasi kaygılarla
daha sıkı yüzleşmek zorunda kalmışlardır. Hilav’ın sözleriyle “gerçeküstücülük,
kendini
bir sanat akımı olarak değil, bir devrim hareketi olarak” (s. 9) görmekte; Paz’a (2004)
göreyse “yeni bir sanat değil, yeni bir insan yaratmak” (s. 16) peşinde koşmaktadır.
Rus gelecekçiler ise herkesin edebiyatçı, edebiyatçının zanaatkâr olduğu; edebiyatın
hayata sindiği bir edebiyatın peşindedir artık (Barooshian, 1971, s. 38-46).