110 Ahmet Özdemir
Dicle Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi
Dergisi, 2010/2, c. 12, sayı: 2
ve ameldir. Allah’ın rızasına uyan ve aynı zamanda günahlardan
uzak her türlü hayırlı ve güzel iş ve ameldir. Bunun yanında maddi
ve manevi insanların hukukunu ifa etmektir. Yazır’ın belirttiği gibi
iman ile amel çok az bir fark ile birbirinden ayrılmaktadır. Çünkü
ayet(ler)deki müjdeleme sadece imana değil, tümüne yapılmıştır.
Amel imandan bir cüz’ (bölüm) değilse de, amelsiz müjdeleme
hakkı olmadığı da anlaşılıyor.
59
Şöyle ki:
“
İmana ermiş olup doğru
ve yararlı işler (salih ameller) yapanlara gelince, sürekli içinde
kalmak üzere cenneti hak edenler de işte bunlardır.”
60
Bu ve buna benzer diğer ayetlerden anlaşılan odur ki, İslâm
dini, yalnız bir iman meselesi değildir. İman ve barışa, huzura, hay-
ra hizmet eden amellerin toplamıdır. Müslüman amel ettiği için
mü’min olacak değil ama iman ettiği için güzel amel etmek zorun-
dadır. Kısacası, Cenab-ı Hakk’ın isteği olan iman meselesi yalnız
bir vicdan işi olmaktan ibaret değildir. O, tam bir insan gibi kalbin
içinden başlayıp, bütün dışa yayılacak ve sonra da kâinata güzel
ameller saçacaktır. Müslüman’ın imanı, âleme zarar vermeye sarf
edilmiş olan baştan çıkarıcı düşünceler veya şeytanın dürtüleri de-
ğildir ki kalp ve vicdanda hapsedilmeye mahkûm olsun. Aksine
arkasından barışı
getiren bir aksiyon, bir değişimdir.
61
Sulh ve
sulh ile aynı kökten türeyen diğer kavramları incele-
diğimizde gerek bireyler arası ilişkilerde gerekse toplumlar arası
ilişkilerde olması gerekenin
sulh (barış) hali olduğu; savaşın ise
bizatihi kabih olduğu ancak, zaruret halinde başvurulan geçici bir
durum olduğu anlaşılmaktadır.
Sulh yolu açık olduğu sürece savaş
en son seçenektir ve sulh her daim esastır ve hayırlı olandır.
59
Yazır,
a.g.e., I, 248.
60
Bakara, 2/82.
61
Yazır, a.e. I, 184.
112 Ahmet Özdemir
Dicle Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi
Dergisi, 2010/2, c. 12, sayı: 2
nında dış dünyasında da barış, emniyet ve huzur içerisinde yaşaya-
bilme noktasında bütün olumsuz düşünce ve davranışlardan
uzak bir
yaşam tarzını benimsemesini istemektedir. Dolayısıyla dış barışın
gerçekleşmesi bireylerin, içsel barış ve huzura kavuşmalarıyla
mümkündür.
Kur’ân’ın, idraklere sunduğu barış ve uzlaşma olgusunu
anla-
yabilmek için söz konusu alan için kullandığı kavram ve terimleri
iyi bir şekilde tespit ve tahlil etmek, aralarındaki ilişkiyi ortaya
koymak gerekmektedir.
Silm, insanın bireysel olarak her türlü bela
ve musibetten, hastalıktan kurtulup huzura, barışa ve emniyette ka-
vuşması iken,
sulh ise, dış dünyada meydana gelen fesadın ve sava-
şın zıddı olarak barış ve huzur demektir. Şüphesiz bu iki kavramın
iyi analiz edilip aralarındaki ilişkinin ortaya konulması, Kur’ân-ı
Kerim’in barış konusunda sunmuş olduğu verilerin daha iyi anla-
şılmasını sağlamaktadır. Çünkü Kur’ân’ın, barış perspektifinin anla-
şılmasında
silm ve
sulh kelimeleri, temel kavramlar olarak karşımı-
za çıkmaktadır.
Klasik kaynaklarda
silm ve
sulh kavramları terim olarak, bir-
birleriyle eş anlamlı olarak gösterilmektedir. Bu kavramlar her ne
kadar eş anlamlı geçseler de birbirlerinin yerine kullanılamayacak
şekilde aralarında nüanslar bulunmaktadır. Birincisi, insanın kötü-
lük, hastalık ve tehlikelerden kurtulup iç dünyasında kendini gü-
vende, emniyette hissetmesi, dolayısıyla içsel barış ve huzura ka-
vuşması demektir. İkincisi ise, fertler ve toplumlar arası dış dünya-
dan gelebilecek olumsuz davranışlar, savaşlar ve yıkımlardan emin
olup güvene, emniyete olma halidir.
Silm, nefsî âlemde
sulh ise,
afakî âlemde barış ve huzur halidir. Fakat Kur’ân, ferdi iç huzur ve
barış ile sosyal ve toplumsal barış durumunu iki farklı alan olarak
görmez. Bunlar birbirine bağlıdır ve ayrı düşünülemez. Birinin yok-
luğu diğerini etkileyen iki alandır. Eğer barış, başkalarının haklarını
korumak olarak düşünülürse bunun anlamı, kişinin amacı, aslında