Silm ve Sulh Kavramları Açısından Kur’ân Barışı 107
Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, c. 12, sayı: 2
yetleri koruma, zulmü, fitneyi, fesadı ortadan kaldırmak için yapılan
savaştır.
48
Bunun dışında asla savaşa izin verilmemektedir.
49
Kur’ân-ı Kerim’in, sosyal barış durumunu ifade etmek için
kullandığı ve sulh kavramı ile aynı kökten türeyen, yakın anlamlı
diğer kavramları incelemek konunun anlaşılması açısından daha iyi
olacaktır. S-l-h kökünden türeyen s ulh kavramı başta olmak üzere
yakın anlamlar ihtiva eden “ ıslah”, “musalaha”, “salih amel” gibi
kavramlara baktığımızda hepsi birbiriyle ilişkili ve birbirini tamam-
layan farklı ifade biçimleridir.
Islah, sözlükte düzelmek, düzeltmek, temizlemek ve bir şeyle-
ri yoluna koymak demektir. Daha geniş anlamıyla fitne ve fesadın
zıddı olup; bir şeyi düzene koyma, barış kurma, arayı bulmak çö-
züm bulmak gibi anlamlara gelmektedir.
50
Kısacası, fesad’dan uzak
kalarak doğruluğa, iyiliğe ulaşma ve Kur’âni barışa ulaşmış olma
halini ifade eder. Bu anlamda Yüce Allah’ın: “(Yeryüzü) ıslah (ba-
rışa ve huzura ulaşmış iken) olmuşken yeryüzünde fesad (bozguncu-
luk) çıkarmayın”
51
sözüyle işaret ettiği durumdur.
Yukarıdaki ayete baktığımızda dikkatimizi çeken önemli bir
nokta şudur. Yeryüzü salâha kavuşmuşken onu ifsat etmeyiniz,
dünyadaki düzeni bozmayınız, denilmektir. İnsanın Allah’a değil de
kendi nefsine ve başkalarına kulluk etmesi ve Allah'ın gösterdiği
yolu terk edip ilahlaştırdığı mefhumların önderliğinde ahlâk, cemi-
yet ve medeniyetin usul ve kanunlarını icra ederek yeryüzünü fesa-
da vermesi, Kur’ân’ın, temelde işaret ettiği fesat veya bozukluklar-
dır. Kur’ân-ı Kerîm, işte bu fesada son vermek istiyor. Çünkü
48
Çetin, a.g.e., 12.
49
“Size savaş açanlara karşı Allah yolunda savaşın, ama (amacınızı aşıp) saldır-
ganlık yapmayın; doğrusu Allah saldırganları sevmez.” Bakara, 2/190.
50
el-Ferâhidî, a.g.e., II, 269-270; el-Ezherî, a.g.e., XII, 445-454; el-İsfahânî,
a.g.e., 239-241; İbn Manzûr, a.g.e., XII, 289-301; ez-Zebîdî, a.g.e., XXXII,
370-409.
51
A’râf, 7/56.
108 Ahmet Özdemir
Dicle Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi
Dergisi, 2010/2, c. 12, sayı: 2
Kur'ân-ı Kerîm yeryüzündeki nizamın fesat değil salâh üzerine ku-
rulduğunu; İslam ile ıslah olduğunu ifade etmektedir. Bunun yanın-
da insanın hayatı cehalet, vahşet, şirk, isyan ve ahlâkî bozuklukla
başlamadığı için, bunu düzeltme çabaları yapılmamıştır, aksine in-
sanın hayatı salâh ve selâmet ile başlamıştır, fakat kötü ahlâklı kim-
seler bu doğru ve iyi düzeni kendi bozuk düşünceleri ve sapıklıkları
yüzünden bozdukça bozmuşlardır. İşte bu fitne ve fesadı ortadan
kaldırmak amacıyla, Cenab-ı Allah zaman zaman peygamberlerini
göndermiştir ve bu peygamberler her devirde insanları, yeryüzün-
deki salâh üzerine kurulan nizamda fesat yaymaktan vazgeçmeye
çağırmaktadır.
52
Kur’ân, bir taraftan ıslah olmuş yeryüzünde bozgunculuk
yapmaktan men ederken bir taraftan da meydana getirilen ifsada,
çürümeye karşı insanları, ıslah olmaya çağırmaktadır: “Kötülüğün
cezası ona denk bir kötülüktür. Fakat affedip ıslah edenin mükâfatı
Allah'a aittir. Allah, zalimleri asla sevmez.”
53
Kur’ân-ı Kerim, bu-
rada temel bir ilkeden bahsetmektedir. İntikam almak caiz ve yasal
olduğu halde buna bir sınır koymaktadır. Yani, bir kişiye ne kadar
kötülük yapılmışsa o kişi ancak o kadar kötülük yapma hakkına
sahiptir; daha fazlasını yapamaz. Ancak İslam ve Kur’ân, barışı esas
aldığı için son kertede affetmeyi, düzeltmeyi, barışı egemen kılmayı
en uygun ve faydalı yol olarak tavsiye etmektedir. Bu da kötülük
yapana aynı ölçüde kötülük yaparak intikam alma izni olmasına
rağmen, kötülük yapanı bağışlamak suretiyle onun ıslahını mümkün
kılıyorsa, bu amaçla intikam almamak ve affetmek daha üstün bir
meziyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira bağışlayan kişi, bu ba-
ğışlamayı kötülük yapanların ıslahı için kendi nefsini zorlamak su-
retiyle yaptığından, Yüce Allah da buna karşılık kendisine bunun
52
Mevdûdî, a.g.e., II, 37.
53
Şurâ, 42/40-41.
Silm ve Sulh Kavramları Açısından Kur’ân Barışı 109
Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010/2, c. 12, sayı: 2
mükâfatını vereceğini söz veriyor.
54
Neticede Kur’ân’ın pencere-
sinden baktığımızda İslam’dan nasibini alamayan bozguncu fasık ve
münafıkların aksine her bir Müslüman’ın en büyük özelliği ıslah
olmuş yeryüzünü korumak ve ıslah edici olmaktır.
Musalaha da İslam’ın en çok değer atfettiği kelimelerdendir
ve öncelikli olarak barışma, anlaşma yapma, uzlaşı, iyi / hayırlı iş
anlamlarına gelmektedir. Terim olarak, tarafların karşılıklı birbirle-
riyle barış ve huzur içerisinde, selamet ve emniyette olmaları, arala-
rındaki her türlü kötü niyetin, fitne ve fesadın izalesi, demektir.
55
.
Dolayısıyla iki tarafın varlığını mecburi kılar ve mutlu, huzurlu bir
topluluğun inşasında, hem ferdi hem toplumsal seviyede karşılıklı
anlaşma, barışma anlamında musalaha (uzlaşı) önemli bir düstur
olarak karşımıza çıkmaktadır.
56
Kur’ân, şiddetli bir şekilde bozgun-
culuğu ve kötülüğü yererek insanlara ferdi ve toplumsal hayatların-
da uzlaşı kültürünü yerleştirmeyi öğütlemektedir. Muhataplarına ve
uzlaşma yollarını bulup hayatın her alanında ittifak etme, anlaşma
ve uzlaşmayı esas hedef olarak göstermektedir.
57
Sulh’a yakın anlam ifade eden bir başka kavram,
Kur’ân-ı Ke-
rim’in birçok ayetinde iman ile birlikte zikredilen amel-i salih kav-
ramıdır. Öyle ki iman ve amel-i salih bir bütün gibi anlaşılmaktadır.
Salih aslında iyi, yaraşıklı, aklen ve naklen doğru, hayırlı mânâsında
sıfat iken “güzel amel / güzel iş” manasında isim olmuştur.
58
Bu da
kalbî, bedenî, malî olmak üzere üç çeşittir. Yani insanın, akli, kalbi
ve bedeni eylemlerinin sonucunda ortaya koyduğu her türlü güzel iş
54
Mevdudî, a.g.e., IV, 391.
55
el-Ferâhidî, a.g.e., II, 269-270; el-Ezherî, a.g.e., XII, 445-454; el-İsfahânî,
a.g.e., 239-241; İbn Manzûr, a.g.e., XII, 289-301; ez-Zebîdî, a.g.e., XXXII,
370-409.
56
Halis Albayrak, “Uzlaşma Kültürü”, Yeni Ümit Dergisi, sayı: 83, 2009.
57
Nisâ, 4/128; Bakara, 2/224.
58
el-Ferâhidî, a.g.e., II, 269-270; el-Ezherî, a.g.e., XII, 445-454; el-İsfahânî,
a.g.e., 239-241; İbn Manzûr, a.g.e., XII, 289-301; ez-Zebîdî, a.g.e., XXXII,
370-409.
Dostları ilə paylaş: |