I. BÖLÜM : ekolojiye giRİŞ



Yüklə 0,78 Mb.
səhifə10/11
tarix17.01.2018
ölçüsü0,78 Mb.
#21317
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

5.2.3. DOĞUM ORANI (ÜREME ORANI)

Her tür için biyolojik olarak sınırlı bir doğurganlık (üretkenlik veya biyotik ) potansiyeli vardır. Üretkenlik potansiyeli, o türde erginlik çağı süresince yapılabilecek en yüksek yavru sayısını belirler. Eşeysiz olarak veya bölünerek üreyen canlılarda ise bu bölünme sayısı ile belirlenir. Hiçbir populasyonda maksimum doğum sayısı sürekli olarak gerçekleşmez. Ekolojik faktörler ( veya çevre direnci) üremeyi kısıtlayıcı yönde etki ederek bu artışı engellerler.

Bir populasyonda belirli bir zaman biriminde doğum veya üreme olayları ile katılan birey sayısının populasyon büyüklüğüne oranına doğum oranı denir ve yüzde veya binde olarak ifade edilebilir.

Doğum oranı = doğum veya üreme ile katılan bireyler / populasyon büyüklüğü.

Örneğin, yüz milyon nufusa sahip bir ülkede yıllık doğan birey sayısı bir milyon ise % olarak doğum oranı

% doğum oranı= (100 000 000 / 1 000 000) .100 = % 1'dir.

5.2.4. DOĞURGANLIK ORANI

Bir populasyonda her 100 veya 1000 bireyden meydana gelen doğum yapma yateneğindeki bireylerin sayısına denir.

5.2.5. ÖLÜM ORANI

Bir populasyonda belirli bir zaman içinde ölen bireylerin populasyon büyüklüğüne oranına denir ve yüzde veya binde olarak belirlenebilir.

5.2.6. NET GÖÇ ORANI

Bir yılda populasyona göç yoluyla katılan ve populasyonu terkeden bireyler arasındaki farkın populasyondaki 100 bireye oranlanmış miktarına net göç oranı denir ve;

Net göç oranı=( (popul. giren - popul. terkeden) / popul. büyüklüğü ) .100 şeklinde gösterilebilir.

Bir populasyonun dengede kalabilmesi doğum, ölüm ve net göç oranı arasındaki ilişkiye bağlıdır ve populasyon değişim oranı ile belirlenebilir.

Populasyon değişim oranı = (doğum oranı - ölüm oranı) + ( net göç oranı)

Bu eşitliğin sağ tarafının cebirsel toplamı sıfır olursa, bu populasyonun artımı sıfır olur, yani populasyon statiktir.


5.2.7. YAŞ SINIFLARI VE YAŞ PİRAMİDİ

Bir populasyonu oluşturan bireylerin belirli zaman dilimlerine ait yaşlarını ifade eden deyime yaş sınıfları denir. Yaş sınıfları belirli peryotları kapsayan yılların sayısı ile ifade edilebileceği gibi belirli peryottaki ekolojik dinamizmi karakterize eden deyimlerle belirtilebilir. Örneğin, insan populasyonuna ait yaş sınıfları 0-10, 10-20, 20-30 gibi sayısal yaş sınıfları ile ifade edilebileciği gibi çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık gibi deyimlerle de ifade edilebilir. Bu durumda her canılı türe göre bu periyodun kapsadığı yaş dilimi belirtilir.

Bir populasyonda çeşitli yaş sınıflarındaki veya yaş basamaklarındaki bireylerin sayısı aynı değildir. Yaş sınıflarındaki bireylerin sayısı; generasyon sayısı, bir üremede meydana getirilen yavru sayısı ve yaşam süresine bağlıdır. Bir populasyonda her yaş sınıfındaki bireylerin sayısı populasyon büyüklüğüne oranlanarak % değerler olarak belirlenir ve bunlara dayanarak bir grafik çizilirse genellikle bir piramit şekli meydana gelir. Buna yaş piramidi denir. Yaş piramidi nufus sayımı sonuçlarına göre her ülke için düzenlenmektedir.

5.2.8. ORTAMIN TAŞIMA GÜCÜ

Her populasyon fiziksel kimyasal koşulları başka bir deyişle ekolojik koşulları belli kısıtlı bir alanda yaşar. Dolayısıyla hiçbir populasyon bulunduğu alanda sınırsız olarak çoğalamaz. Ergeç ortamın koşulları artan populasyonun besin, mekan gibi çeşitli ekolojik isteklerini karşılayamaz hale gelir. Populasyon belirli bir büyüklüğü aşmadıkça ortamdaki koşullar bireylerin rahatça yaşaması için yeterli olur. İşte belirli bir yaşam ortamındaki çeşitli faktörlerin etkisi altında orada rahatça yaşayacak en yüksek birey sayısına ortamın taşıma gücü denir. Populasyon ortamın taşıma gücünü aştığı anda çevre direnci ile dengeye getirilir.

5.2.9. ÇEVRE DİRENCİ VEYA ÇEVRESEL TEPKİ

Bir populasyonun artışını engelleyici her türlü fiziksel, kimyasal ya da biyolojik etkiye (veya tüm ekolojik faktörlerin etkisine) çevre direnci ya da çevresel tepki denir. Her populasyon üzerinde yaşadığı ortamın biyotik ve abiyotik faktörleri etki eder. İşte çevre direnci bu olumsuz etkilerdir.

5.3. POPULASYONLARIN GELİŞİMİ VE GELİŞİMİ DENETLEYİCİ FAKTÖRLER

Göç faktörleri dikkate alınmaksızın biyotik potansiyel ile çevre direnci arasındaki ilişkilere göre bir populasyonun toplam birey sayısında meydana gelen değişime populasyon gelişimi denmektedir. Hatırlanacağı üzere biyotik potansiyel denince her canlının kendi yapısına göre neslini sürdürme bakımından sahip olduğu kudret ve yetenek anlaşılır. Çevre direnci de bunu engelleyici yönde etki eder.

Herhangi bir zamandaki populasyon gelişimi veya büyüklüğü (P), biyotik potansiyel (BP) ile çevre direnci (ÇD) arasındaki farka eşittir. Yani;

P = BP - ÇD şeklinde formüle edilebilir. Çevre direncini oluşturan tüm faktörler populasyonun gelişimini yani biyotik potansiyeli engelleyici rol oynamaktadır. Böylece hiçbir canlı türün meydana getirdiği tüm yavrular yaşayamaz. Hatta çok az bir kısmı yaşayabilir. Çevre direnci ve biyotik potansiyele bağlı olarak populasyonların gelişimi üç şekilde olabilir. Bunlar;

1) Yoğunluğu yüksek olan populasyonlarda ortama kısa zamanda uyum sağlayabilen bireylerin artımı hızlı bir şekilde olabilir. Buna frenlenmemiş gelişim de denir. Bu artım J eğrisi şeklinde gösterilebilir ve barındırma kapasitesine kadar devam eder (Şekil 15 a).

2) Bazı populasyonlarda ortama uyumu uzun süre alabilir. Böylece başlangıçta artım hızı yavaş, sonraları ortama uyum ile birdenbire artabilir. Bu artım ortamın taşıma gücü veya barındırma kapasitesi sınırına kadar devam eder ve durur. Bu da S eğrisi şeklindedir (Şekil 15 b).

3) Bazı populasyonlarda toplum yoğunluğuna bağlı bir gelişim görülür. Toplum yoğunluğuna bağlı populasyonların gelişimi üç şekilde olur (Şekil 15 c).

a) Bazı türlerde artım oranı birey yoğunluğu ile ters orantılıdır. Bu türler düşük yoğunluklarda yüksek, yüksek yoğunluklarda düşük artım gösterirler. Bu gelişim tipine yoğunluğu bağlı, kendini sınırlayan gelişim tipi denir(Şekil15 c1 ).

b) Bazı türlerde yoğunluk belirli bir dereceye çıkıncaya ve yoğunluk dışındaki faktörler etkili oluncaya kadar gelişim devam eder. Buna da yoğunluğa bağlı olmayan gelişim denir (Şekil15 c 2).

c)Bazı türler de orta derecede bir yoğunlukta en iyi gelişimi sağlarlar. Düşük ve yüksek yoğunluklarda gelişim azdır (Şekil 15 c 3).

Populasyonların denetimi ve kontrol altına alınması çevre direnci ile mümkün olmaktadır. Herhangi bir çevre faktörünün değişmesi ile ortamda aşırı üreyen bir canlı populasyonu diğer canlı populasyonlarını da olumsuz yönde etkiler. Hatta bazı canlı toplumlarını ortadan kaldıracak derecede zarar verebilir. Böylece doğal denge kesintiye uğratılmış olur. Ancak yaşam ortamlarındaki tüm canlı ve cansız faktörlerle etkileşim altında bulunan canlılar ve populasyonlar doğal savaş olarak da adlandırılabilen çevresel tepki ile devamlı baskı ve kontrol atındadır.


Şekil 15. Populasyonların gösterdiği değişik gelişim şekilleri.

a) b) c)


Böylece herhangibir ekolojik faktörün olumlu etkisi sonucu aşırı gelişen bir populasyon uzun zaman içerisinde diğer çevre faktörleri ile yavaş yavaş geriletilerek kontrol altına alınır. Populasyonları denetim altına alan faktörlerler gelişmenin karakteristiğine göre biyotik ve abiyotik menşeyli olabilir.
5.4. POPULASYON EKOLOJİSİ UYGULAMALARI VE PRATİK SONUÇLARI
Uygarlığını canlı ve cansız çevreyi kendi amaçları doğrultusunda değiştirerek yararlanma ilkeleri doğrultusunda kuran insanlık, tarih boyunca çevresindeki bazı canlı türlerini artırmak veya azaltmak istemiştir. Çeşitli canlı türlerinin sayılarını artırmak veya azalmalarını önlemek için hayvancılık, balıkçılık, avcılık ve çiftçilik gibi uğraşlar yapılmıştır. Yine bazı türlerin de azalmasını sağlamaya da tarımsal mücadele örnek olarak verilebilir. Tüm bu uğraşlar insanın biyotik çevresinin oluşturan bitki, hayvan ve mikroorganizma populasyonlarının insan amaçları doğrultusunda denetimi içindir. Bazı türlerin nesillerinin tükenmesini engelleme , tarım, avcılık ve balıkçılıktaki verimi en yüksek tutma çabaları tamamen populasyon ekolojisi bilgisi gerektiren konulardır. Daha somut örnekler verilmek istenirse aşağıdaki gibi birçok sorunun cevaplanması ve çözümlenmesi populasyon ekolojisi ile yakından ilgilidir.

- Nesli tükenmeye yüz tutmuş canlı türleri hangi olaylardan etkilenmektedirler?

- Mevcut stokları tüketmeden hangi göl veya denizlerimizde ne kadar balık avlayabiliriz?

- Bir tarım alanı veya ormanda en iye verimi elde etmek için hangi bitkiyi hangi sıklıkta ekmeliyiz?

- Herhangi bir tarla veya fındık bahçesindeki zararlı böceklerin sayısı neden zarar eşiğinin üstüne çıkmaktadır.?

- Zararlı böceklerin kontrolünde kullanılan pestisitler neden gün geçtikçe etkisiz oluyor?

- Tüm denizlerimizde balık populasyonlarını azaltan faktörler nelerdir?

- Dünya ve Türkiye'nin nufusu ne kadar insanı barındırabilir.

- Bir ülkede genç nufus ekonomik kalkınma ve refahı nasıl etkileyebilir?

- Dünya nufusu 2100 yılında ne kadar olabilir ve dünya bu nufusu besleyebilir mi?

Bu soruları artırmak mümkündür. Ancak önceki bölümlerde genişçe açıklandığı gibi ekoloji bir karşılıklı ilişkiler bilimidir. Bu karşılıklı ilişkilerin karakteristiklerinden yararlanarak populasyonlar hakkında çeşitli pratik bilgiler elde edilebilir. Örneğin, insan populasyonlarının özellikleri ile toplumların gelişmişlik düzeyi ve sosyal ilişkileri arasında sıkı ilişkiler vardır. Diğer taraftan populasyonların gelişimi ekosistemlerin dengesi üzerinde önemli etkilere sahiptir. Bu konuda yapılacak incelemelerle ekosistemlerin dengesini bozabilecek populasyon gelişimleri önceden tahmin edilerek önlem alınabilir.

Kısaca şu hususu belirtmek gerekir ki populasyon ekolojisi doğanın bügünkü ve yarınki düzeni ve dengesi belirleyebilen bir bilim dalı olma yolundadır.

ALTINCI BÖLÜM: UYGULAMALI EKOLOJİ VE EKOSİSTEM AMENAJMANI
Önceki bölümlerde ekoloji, "tüm insanlığın geleceğini sigortalamaya çalışan bir bilimdir" şeklinde tanımlama yapılmıştı. Bu tanımlamadan anlaşılacağı gibi, insanın yaşamı ve geleceği ile ekoloji bilim dalı arasında sıkı ilişkiler vardır. Yani insan ile çevresi arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ve insanın doğal kaynaklardan yararlanması ekolojik prensiplere göre yapılmalıdır. Bu yararlanmanın ekolojik dengeyi bozacak karakter taşımaması için de ekolojik koşullar doğrultusunda planlama şarttır.

Uygulamalı ekoloji, doğal kaynakların planlaması ile ilgili etkinlikleri konu alan bir ekoloji dalıdır. Doğal kaynakların insan eli ile işletilmesini inceler. İnsanlar bitki ve hayvan toplumlarını hatta geniş arazi parçalarını etkisi altına alarak bunların yapı ve özelliklerini değiştirir. Tarım, ormancılık, yaban hayvanları, havza amenejmanı, mera amenajmanı gibi yapılan tüm planlamaların temeli ekolojik ilkelere dayanmaktadır.


6.1.EKOSİSTEM PLANLAMASINI (AMENAJMANINI) ZORUNLULUK HALİNE GETİREN OLAYLAR
Ekosistemlerin zaman içerisinde değişimi iki önemli etken sayesinde olur. Bunların birincisi doğal olaylar, ikincisi de insanlar veya antropojen etkilerdir. Doğal olaylar ile ekosistemlerin değişimi genellikle olumlu yönde olur ve ekolojik dengenin gittikçe daha kararlı hal almasını sağlar. Bu hususlar ekosistemlerin zaman içerisinde değişimi konusunda açıklanmıştır. Burada ekosistem planlamasını zorunlu hale getiren insanların neden olduğu antropojen etkiler üzerinde kısaca durulacaktır.

Yeryüzündeki diğer canlılar ile insan arasındaki en önemli fark diğer canlıların çevre koşullarına uyum sağlaması, insanın ise çevre koşullarını kendi kontrolü altına alma yeteneğine sahip olmasıdır. Özellikle son yıllarda insanlar geliştirdikleri teknolojilerle çevrelerini çeşitli şekillerde kontrol altına almışlardır. Çevre şartlarına daha az bağımlı kalabilmek için bataklıkları kurutmuş, ormanları tahrip etmiş, yeraltı kaynaklarını kullanmış ve büyük yerleşim merkezleri ile fiziksel çevre koşullarını büyük ölçüde değiştirmiş; böylece güneş enerjisine bağımlı olmaktan kurtulmuştur. Yine geliştirdiği teknolojilerle deniz diplerini ve uzayı yaşam amaçları doğrultusunda kullanmaya başlamıştır. Ancak insanın evrene sahip olma hırsı arttıkça, gelişen teknoloji ve artan nufus ile doğanın ve doğal dengenin tahribi de artmış, birçok yerde doğa canlı barındırma özelliğini kaybetmiştir. Yani insanlık kendi amaçlarını gerçekleştirirken ekolojik dengeyi bozmuştur. Buna insanların neden olduğu çevre sorunları diyebiliriz. İnsanlığın neden olduğu çevre sorunları üç ana etmenden kaynaklanmaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir;

1) Çevre kirlenmesi,

2) Hızlı ve kontrolsüz nufus artışı,

3) Yaşam düzeyi ve ihtiyaçların değişmesi ve artışı.

Ancak bu faktörlerin hepsi birbirine sıkı sıkıya bağımlıdır ve birinin değişmesi öbürlerinin değişmesi sonucunu da doğurmaktadır. Özellikle dünya nufusunun artışı ve yaşam düzeyinin yükselişi sonucunda ihtiyaçlar miktar ve kalite olarak artmış, buna bağlı olarak da doğal kaynakların aşırı kullanımı ile kaynak sömürüsü başlamıştır. Dünya nufusunun artışına paralel olarak bu nufusu yerleştirecek mekan, besleyecek gıda ve enerji ihtiyacını karşılayacak kaynak kıtlığı baş göstermiştir. Bunları karşılamak için geliştirilen yeni yöntemler de çevreyi yani doğal kaynakları tahrip etmiştir. Bu savurgan tutum sayesinde de günümüzde çevre sorunları hat safhaya ulaşmış, hatta insan hayat ve sağlığını tehlikeye sokmuştur. Dünyanın birçok farklı devletten oluşması ve bu devletlerin de birbirinden çok farklı politikalar izlemesi çevre sorunların çözümünü güçleştirmektedir. Buna rağmen çevre sorunlarının çözümünde dikkate alınması gerekli bazı çözüm yolları aşağıda verilmiştir.

1) Dünyanın insan barındırma ve besleme kapasitesi belirlenerek dünya nufusunun buna göre kontrol etmek,

2) Doğal kaynaklardan yararlanmayı, doğal madde dolaşımlarının dengesini bozmadan, sürekliliği sağlayacak şekilde yapmak.

3) Teknolojik üretimde sadece kar değil, çevre koruma presiplerine göre üretim yöntemi seçmek,

4) Enerji kaynaklarının kullanımında çeşitlilik ilkesini dikkate alarak minimum bir kirlilik ile enerji temin ekmek,

5) Canlı kaynakların verimini maksimumda tutabilecek politika ve yöntemler geliştirmek, biyolojik çeşitliliği koruyarak nesli tehlikeye düşmüş türleri ve doğayı koruma alanlarının sürekliliğini sağlamak.

6) Doğal kaynakların tüm insanlığın ortak değerleri olduğu dikkate alınarak, bu kaynakları kişi ve kuruluşların kirletmesini önleyici hukuki tedbirler almak.

7) Bu konuda nesilden nesile geçecek bir eğitimle çevre bilincini toplumlara kazandırmak.

Bu gibi çevre koruma etkinliklerinin hepsi yeryüzünü oluşturan ekosistemlerin verimliğinin arttırılması ile yakından ilgilidir. Verimliliğin arttırılması da ancak bilimsel verilerin ışığında gerçekleştirilecek planlarla olabilir. İşte burada ekosistem amenajmanı yani ekosistemlerin planlaması ile karşı karşıyayız. Günümüze değin ekosistemlerin tüm özelliklerini dikkate alan bir ekosistem amenajmanı yapılamamıştır. Fakat havza amenajmanı, mera amenajmanı, orman amenajmanı gibi doğal kaynakların çeşitli bakış açılarına göre planlaması yapılmış ve uygulanmıştır. Bu planlar ekolojik verilere dayanılarak yapılır ve ekosistem amenajmanı ile yakından ilgisi vardır. Ancak ekosistem amenajmanı tüm doğal kaynakları dikkate alarak yapılacak olan bir planlama olması nedeniyle bu planlardan çok daha geniş ve kapsamlıdır.


6.2. EKOSİSTEM AMENAJMANI (EKOSİSTEM PLANLAMASI) VE ÇOK YÖNLÜ KULLANIM
Nufus artışı ve ilerleyen teknoloji ile insan çevresini yoğun bir şekilde etkisi altına almıştır. Büyük yerleşim alanları kurarak, arazileri işleterek doğal ekosistemlerin yapısını ve fonksiyonlarını değiştirmiş ve yeni ekosistemler oluşturmuştur. Bunlara insan ekosistemleri veya insan etkisiyle oluşturulan antropojen ekosistemler denmektedir. İnsan etkinliklerinin çevreye verdiği zararlar ortaya çıkınca doğal kaynakların bir plan dahilinde tahrip edilmeden kullanılması gündeme gelmiştir.

Ekosistemler insan etkisi açısından; 1) Olgun doğal ekosistemler, 2) İşletilen doğal ekosistemler, 3) Üretim ekosistemleri, 4) Kentsel ekosistemler, olmak üzere dörde ayrılmaktadır. Ekolojik dengenin sarsılmaması ve doğal kaynakların tahrip edilmemesi için bu ekosistemler arasında büyüklük ve miktar olarak bir denge kurulmalıdır. Çünkü insan yaşamının bir parçası olan kentsel ekosistemler ne kadar önemli ise kirlenen havayı çeşitli katı ve gaz halindeki kirleticilerden temizleyen orman ekosistemlerinin de içinde bulunduğu olgun ekosistemler o kadar önemlidir. Gerçekten kısıtlı bir alan insanların tüm ihtiyaçlarını karşılayacak özelliklere sahip olamaz. Bu nedenle değişik bölgelerdeki doğal kaynakların dikkate alınarak bir planlama yapılması gerekir.

İşte herhangi bir yer veya ekosistemdeki doğal verilerin durumu yani ekolojik denge gözönünde bulundurularak, ekolojik denge sarsılmadan insanların buradan çok yönlü yararlanmasını (multiple use) sağlayacak planlar yapılması ve bunların uygulanmaya konmasını sağlayan bilim dalına "ekosistem anajmanı" ya da "ekosistem planlaması" denir. İnsanların oluşturduğu çevre sorunları ve kaynak kirlenmesi ile ekonomik anlayışa göre zaten kıt olarak kabul edilen doğal kaynaklar çok kıt varlıklar haline gelmiştir. Kıt kaynaklardan optimum ve rasyonel faydalanmanın tek yolu da planlamadan geçmektedir. Zaten bozulan ekolojik dengenin sağlanması için de planlı faydalanma gereklidir. Ancak sorunun çözümü çeşitli güçlükler arzetmektedir. Bu günün insanı daima yükselen hayat standartları ile yeni kaynaklar arayışındadır. Bir yandan da yaşanması zor bir dünya yaratılmaktadır. Bu dengesizliğin giderilmesi grekir. Çareler de beli olduğuna göre acaba uygulama mümkün müdür? insanlar doğal kaynaklardan kısa süreli yararlar sağlama ilkesinden vaz geçip uzun süreli yararlanma ilkelerini benimseyerek doğal dengeyi ve kendi geleceklerini emniyete alacaklar mı? Birçok ülke çevre korumaya ayıracakları parayı lüks olarak kabul etmektedirler. Ancak bu konuda yapılan uluslurarası plan ve programlar da mevcuttur. Bunlardan birisi uluslararası biyoloji programı olup Avrupada uygulanmaktadır. Amarika'da ulusal birçok ekosistem amenajmanı programları vardır. Burada çeşitli modeller geliştirilerek model analizleri ile gelecekteki sorunlar belirlenip şimdiden alınabilecek çözümler ortaya konmaktadır. Ülkemizde genellikle ayra ayrı kurulmuş olan DSİ, Orman Genel Müdürlüğü, Topkak-Su Genel Müdürlüğü, Tarımsal Planlama Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü gibi kuruluşlar kendi amaçlarına uygun planlamalar yapmaktadır. Bu planlar her kuruluşun kendi amacına hizmet etmekle beraber çok yönlü kullanımın gerektirdiği ekosistem planması için yeterli değildir. Büyük havzalar üzerinde inşa edilen hıdroelektrik barajlar ve enerji santrallerinin baraj iç su toplama haznelerinin toprakla dolması ve 50 yıl için planlanan barajların 10 yılda toprakla dolması sonucu bu havzalarda yapılacak barajların uzun ömürlü olabilmesi için çok yönlü planlama yapılması gereği anlaşılmış ve GAP bu gerekler doğrultusunda planlanmıştır.

Bir ekosistemden çok yönlü yararlanma ve çok yönlü planlama son yıllarda önem kazanmış ve birçok yerde kısmen uygulamaya konmuştur. Hidroelektrik barajlar önceleri sadece su toplama göleti inşa etmek için yapılırken, zamanla bu göletlerin erozyonla dolması sonucu günümüzde barajların havzası dikkate alınarak çok yönlü planlamaya yapılmaktadır. Örneğin Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde 21 baraj ve 17 hidroelektrik santralı içeren GAP olarak adlandırdığımız Güneydoğu Anadolu Projesi ve hidroelektrik santralı çok yönlü planlamaya iyi bir örnektir. Bu proje ile Dicle ve Fırat havzalarında sulama, ağaçlandırma ve eruzyon kontrolu, elektrik üretimi, ulaşım, hayvancılık, balıkçılık ve mera ıslahı gibi birçok alanda planlama ve kullanım amaçlanmış ve dünyada örnek projeler içerisinde ilk sıraları almıştır. Çok yönlü kullanımın diğer bir örneği de denizlerin kullanımı ile ilgilidir. Sanayi devriminin başladığı yıllarda denizler sadece balıkçılık ve ulaşım amacıyla kullanılıyordu. Oysa günümüzde denizler; balıkçılık, ulaşım, rekreasyon ve dinlenme, spor, petrol üretimi, atıkların deşarj edildiği ortam, balık yetiştirme istasyonları, yosunlardan tıp, dişçilik ve eczacılıkta üretilen maddeler ve yiyecekler, tuzlu sudan tatlı su eldesi gibi birçok alanda kullanım alanına sahiptir.

Ekosistem planmasına yakın ve uygun diğer bir planlama da Türkiye'de Toprak-Su Genel Müdürlüğünce yapılan arazi kullanım yetenekleri sınıflamasıdır.

Ekosistem planlaması yapılmasında birçok güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Bunların birincisi, planları yapacak organ ve kuruluşların dağınık ve ayrı oluşlarıdır. Böylece bir organizasyon bozukluğu doğmaktadır. Diğer yandan ekonomik ve politik programlar genellikle kısa vadeli ve düşük maliyetli projeler ve çözümler üzerinde durmaktadırlar. Bu da uzun vadede çözüm isteyen çevre sorunlarını artırmaktadır.

Önceden kurulmuş olan ve altyapısı yetersiz birçok kentin reorganizasyonu için gerekli maddi destek yokluğu da diğer bir olumsuz etkendir. Kısaca ekosistem amenajmanı ve çevre sorunlarının minimuma indirilmesi tüm ülkelerin kaynaklarını yöneltme politikalarına bağlıdır ve zaman içerisinde uygulanma derecesi görülecektir.

Sonuç olarak "ekoloji, insanlığın geleceğini sigortalamaya çalışan bir bilimdir" şeklindeki tanımlamanın geçerliliği yine insan etkinliklerine bağlı olacağı muhakkaktır. İnsanlık ekolojik kurallara uyum içinde kalkındığı müddetçe rahat bir yaşam ortamı ve temiz bir çevre bulacaktır. Aksini düşünmek hiçbirimiz istemeyiz.

7. BÖLÜM: ÇEVRE SORUNLARININ ÜLKEMİZDE YASAL DAYANAKLARI VE ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ
7.1. ÇEVRE SORUNLARININ ÜLKEMİZDE YASAL DAYANAKLARI

Ülkemizde güncel anlamda çevre sorunlarına karşı yaptırımların yasalarımızda yer alması ilk kez 1982 Anayasası ile olmuş ve 7.11.1982 tarihinde kabul edilen ve 9.12.1982 tarih ve 17863 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 2709 sayılı Anayasanın 56. maddesinde;

"Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir. Devlet, herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak, insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet verimini düzenler. Devlet bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir. Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir" hükmü yer almıştır.

1982 anayasasının bu hükmü doğrultusunda 11 ağustos 1983 tarihinde 2872 sayılı "Çevre Kanunu" yürürlüğe girmiştir. Bu kanun yaşadığımız çevreyi topyekün bir bütün olarak ele almış ve hava, su ve toprağı bir bütün kabul etmiştir. Çevre kanununun amacı bu kanunun 1. maddesinde şu şekilde ifade edilmektedir;

"Bütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi; kırsal ve kentsel alanlarda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması; su toprak ve hava kirlenmesinin önlenmesi, ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihi kaynakların korunarak bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri, alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedeflerine uygun olarak belirli hukuki ve teknik esaslara göre düzenlemektir".

2872 sayılı "Çevre Kanunu" gereğince Çevre Genel Müdürlüğü tarafından yapılan bir dizi çalışma sonucunda Çevre Kanununna dayalı olarak; 17 mayıs 1985 tarihinde "Çevre Kirliliğini Önleme Fonu Yönetmeliği", 2 kasım 1986 tarihinde "Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği", 11 aralık 1986 tarihinde "Gürültü Kontrol Yönetmeliği, 4 eylül 1988 tarihinde "Su kirliliği Kontrol Yönetmeliği", 14 mart 1991 tarihinde "Katı Atıkların Kontrolu Yönetmeliği" ve 7 şubat 1993 tarihinde de "Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği" çıkarılmıştır. Bu kanunlarımız en yeni bilimsel bulgular ve sanayileşmiş ülkeler ile uyum içerisinde olup çıkarılan bu kanun ve yönetmeliklerle ülkemiz çevre kanunları konusunda birçok Avrupa ülkesinden daha ileri bir konum almıştır.


Yüklə 0,78 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə