30
III BEYNƏLXALQ HƏMZƏ NİGARİ
TÜRK DÜNYASI MƏDƏNİ İRSİ SİMPOZİUMU
İstanbul’da kalub sonra Medîne-i Münevvere’ye gitdi. Orada ikâmet esnâsında bu
kitâbı telîf ve takdîm idüb 1116’da vefât itdi.
Sahîb-i tercemenin Hasanü’l-nesl olmasından anlaşılır ki 1086’da Alamud
Kal’ası’nda mahbûsen irtihâl idüb. es-Seyyid eş-Şeyh İbrahim bin es-Seyyid Ali el-
Hasanî el-Berküşâdînin kerîme-zâdesidir. Nadirşâh ile harb iden ve da’vâ-yı hilâfet
eyleyen zât târîhen malûm olduğu üzere Mîr Haydar bin Ali Şirvânî’dir.
Bu zâtın pederi gösterilen Rukneddin bin Muhibbiddin bin Bahaeddin bin
Nureddin bin Nizameddin kimler olduğu anlaşılamadı. Bunların isimleri yazılsaydı
belki sarîhen anlaşılabilirdi.
Ancak Şemseddin Muhammed Ağa Bâlî târîhen bin ricâlinden olduğu
muhakkakdır. Lâkin pederi eş-Şeyh Ahmed Cundî değildir.
Mevâlîden Şirvânî Mutahher Efendi’nin 1011 tarihli Hüdayi Mahmud Efendi
Hazretleri’nin vakfiyyesi zîrinde imzâsı “Mutahher bin Muhammed Ağa Bâlî” diye
görüldü.
Şirvânî Mutahhar Efendi’nin iki kıt’a vakfiyyesinde mezkûr olduğu üzere
pederinin adı “Muhammed Ağa Bâlî” ve bunun pederi de “Muharrem”dir. Ağa
Bâlî Muhammed Efendi’nin birâderleri Zafer Efendiyle Ruhânî Efendi olub Zafer
Efendi-zâde Ahmed Efendi Mutahher Efendi’nin ‘amm-zâdesi ve dâmâdıdır. Ruhânî
Efendi-zâde Muhammed Efendi ve Zafer Efendi’nin diğer mahdûmu Muhammed
Efendi’dir.
Şu vakfiyyelerin tesbît itdiği malûmât-ı târîhiyyeden anlaşılır ki “Şemseddin
Muhammed Ağa Bâlî bin Muharrem”dir.
Bu zâtın peder-i karîbi gösterilen “Ahmed Cündi” de Keşfî Muhammed Çelebî’nin
Selîm-nâmesi’sinde yazıldığı üzere Şâh İsmail Safevî’nin zaman-ı hurûcunda
Şirvân’dan kaçıb Sultân Selim’e ilticâ iden eş-Şeyh Şemseddin Ahmed bin Abdullah
el-Cündî olacaktır.
Bunun pederi gösterilen es-Seyyid Rükneddin bin Nureddin bin Haydar bin
Hasan bin Ebî Bekir bin es-Seyyid eş-Şeyh Ahmed aynıyla Ladik’de medfûn es-
Seyyid eş-Şeyh Ahmed sâhibü’l-hâl Kebîrü’r-Rufâî el-Hüseyinî Hâfididir. Sâhibü’l-
hâl ensâbına mahsûs silsile-nâmelerinde bunları mükerrem gördüm.
Yalnız burada ufak bir sehv-i nâsih vardır. Orda “Sadr” kelimesi “Haydar”
şeklinde yazılmış olmasıdır.
Bu silsile-nâmelerde es-Seyyid Ahmed bin Rükneddin bin Nureddin bin
Sadreddin Kâsım bin İzzeddin Hasan bin es-Seyyid Ahmed Kebîrü’r-Rufâî’dir. Ba’zen
yalnız “Sadreddin” ve ba’zende yalnız “Sadr” yazılmışdır.
Bunlar da “Hüseyinî”dir. “Hasanî” değildir. eş-Şeyh Ahmed bin İsa bin Davud
bin Süleyman doğru olabilir. Lâkin bunun cedd-i a’lâsı olan “Süleyman” Musa bin
Muhammed bin el-Kâsım bin el-Hasan bin Zeyd bin el-Hasan bin Emîrü’l-Müminîn
Ali bin Ebî Talib Hazretleri’nin oğlu olamaz. Çünki müşârün-ileyhin Süleyman adlı
oğlu yoktur.
Sultân Bâyezid Câmi’i derûnunda Veliyüddin Efendi Kütüb-hânesinde tasavvuf
kısmında mevcûd olan ‘Umdetü’t-Tâlib Fî Neseb-i Âli Ebî Tâlib’de Cemaleddin
Ahmed bin Atabetü’l-Horasânî sânî Zeyd bin Hasan bin Ali bin Ebî Talib Radiya’llâhu
anhum şeceresini şöyle tafsîl ve tesbît idiyor.
Sülâle-i Hüsnîye’nin medâr-ı fahri olan Ebu’l-Kâsım Muhammed bin el-Kâsım
bin el-Hasan bin Zeyd bin el-Hasan bin Ali bin Ebî Tâlib el-Ulvî el-Bathânî oğulları
Kasım, İbrahim, Musa, İsa, Harun, Ali, Abdurrahmandır. Bunlardan Musa bin
Muhammed bin El-Kâsım’ın oğulları da Hasan, İbrahim Muhammed, Hamza Zeyd,
31
III BEYNƏLXALQ HƏMZƏ NİGARİ
TÜRK DÜNYASI MƏDƏNİ İRSİ SİMPOZİUMU
Ali, Yahya, Hüseyin Ahmed.
Görülüyor ki bunların içinde Musa bin Muhammed’in Süleyman adlı bir oğlu
yoktur. Ebu’l-Kâsım Muhammed bin el-Kâsım el-Bathânî sülâlesinde “Ahmed bin
Davud bin Ali bin İsa bin Ebu’l-Kâsım Muhammed” vardır. Kezâlik “Ebu’l-fazl Ahmed
bin Muhammed bin El-Hüseyin bin Davud bin Ali bin İsa Ebu’l-Kâsm Muhammed
el-Fâkih el-Hânefî en-Nisâbûrî” de vardır.
Lâkin “eş-Şeyh Ahmed bin İsa bin Davud bin Süleyman bin Mûsâ bin Ebu’l-
Kâsım Muhammed” yokdur. Binâen aleyh Hazret-i Pîr-i Hamza Nigârî Efendi benim
tetebbuât ve tetkîkâtıma nazran 1086’da Alamud Kal’ası’nda mahbûsen vefât iden
eş-Şeyh es-Seyyid İbrahim bin es-Seyyid Ali el-Hasanî el-Berküşadî kerîme-zâdesi
ahfâdındandır. el-İlmü İndellâh.
Karabağ dâhilinde Berküşâd Kasabası’nda 1224’de doğdu. Karakaş Köyü’nde
sâkin Dehneli Abdullah Şikestî Efendi’den tahsîl-i ‘ulûm itdiği esnâda ba’zı hubâne
dildâne olub tanzîm-i eş’âra başladı.
Sonra Şirvânî Hâcı İsmail Efendi’nin dersine mülâzemât itdi. 1243’de müşârün-
ileyhle birlikde Şirvân’dan kalkub Amasya’ya geldi. İki yıl kadar Amasya’da Fâtıma
Hatun Medrese’sinde ikâmet ve müşârün-ileyhden tahsîl-i ‘ulûma bezl-i makderet
itdi.
1245’de ‘âzim-i Hicâz olub avdet ve 1247’de üstâdıyla berâber Sivas’a rıhlet itdi.
Orada bir tarafdan ikmâl-i tahsîl ve diğer tarafdan tekmîl-i sülûk iderek 1256’da
üstâdıyla berâber yine Amasya’ya avdet ve usûlen ahz-ı icâzet ve hilâfet iderek
1257’de Berküşâd’a gitdi.
Orada neşr-i ‘ulûm ve irşâd-ı halk ile iştigâl iderek Dağıstan halkı kendisine biât
ve tarîkine intisâb ve her emrine icâbet iderek büyük bir şöhret kazandı. Şeyh Şâmil
Efendi’nin meslek-i mücâhidânesini ihyâya azm itdiği Rus İmparatorluğu tarafından
zann idildi.
Bundan dolayı Rusların tazyîkâtı artub kendisini bîzâr itdiğinden 1271’de
sânîyen Şirvân’dan çıkub İran’a girdi. Buradan Van tarîkiyle Erzincan’a geldi. Burada
Dördüncü Ordu Müşîri Çırpanlı Abdulkerîm Nâdir Paşa kendisine fevka’lâde hürmet
idüb beş yüz guruş maâş tahsîsine delâlet itdi.
1272’de Erzurum’a gidüb üç yıl kadar orada ikâmet ve 1275’de İstanbul’a gidüb
bir kaç mâh sonra ikinci defa Amasya’ya hicret ve Serrâc-hâne Câmi’i kurbunda
kâ’in medresede ikâmet itdi. 1276’da Sivas’a ve kırksekiz gün sonra da Erzurum’a
gitdi.
Burada cüz’î müddet ikâmeti esnâsında gayret-i mürîdânının uyandırdığı bir
arbedeye hiddet iderek Bayburd’a gidüb iki yıl burada oturdu. 1258’de tekrâr
Erzurum’a avdet idüb terâküm iden maâşını aldıkdan sonra 1280’de Karabağ’a gitdi.
Orada bırakdığı evlâd ü iyâlini alub Şirvân’dan katî bir sûretde alâkasını keserek
çıkdı. 1281 senesi evâ’ilinde üçüncü defa Amasya’ya hicret ve Yakutiye Mahallesi’nde
bir müddet ikâmet itdi.
Bu müddet zarfında Amasya’nın ‘ulemâ ve erkân-ı sohbet-i şerîfesinden istifâde
itmek üzere kendisini ziyâret ve talebe-i ‘ulûmda halka-ı tedrîsine müsâberet iderek
‘umûmun hürmet-i mahsûsasını kazandı. Çünki meşâhîr-i fuzalâdan ve sâdât-ı
‘ulemâdan olduğu anlaşıldı. Maâşını da Amasya’ya nakl itdirdi.
1288 senesi şa’bânında Amasya’ya gönderilen üstâdı ve şeyhî Şirvânî Hâcı
İsmail Efendi-zâde Mehmed Rüşdü Paşa kendisine Pirinçci Mahallesi’nde Dâru’l-
Hadîs-Osman Çelebî civârında mu’azzam bir konak yapdırub oraya nakl itdi.