27
III BEYNƏLXALQ HƏMZƏ NİGARİ
TÜRK DÜNYASI MƏDƏNİ İRSİ SİMPOZİUMU
geldi; noktalı harf ye(10) +
baňa; noktalı harf be (2)+
falım; noktalı harf fe (80) = 1304
İşte bu mükemmel tarih örneği Sebâtî’yi etkilemiş olmalıdır. Bu tip iç içe tarih
örneği bulmak divan şiirinde çok nadirdir. Bu güzel örnek bir anlamda Sebâtî’ye
şeyhinin bir işareti olmuş ve kendisini tarih manzumeleri yazmaya vakfetmiştir.
Amasya’da pek çok yerin kitabesinde onun imzası vardır. Mesela aşağıdaki tablo İsa
Ruhî Efendi’nin ölümüne düştüğü tarihin güzel bir örneğidir. İsâ Ruhî Efendi İsmail
Şirvanî’nin damadıdır.
Mefâ‘î lün Mefâ‘îlün Fe‘ûlün
Dirîġâ baḥr-i ‘ilmüň bâd-bânı
Vücûd-i zevraḳuň ġarḳ itdi nâ-gâh
Felâṭûn-zamân ü baḥr-i ḥikmet
Me‘ârif memba‘ı bir merd âgâh
Tarîḳ-i Naḳş-i bend ü Hâlidîden
İdi eylerdi ol serî‘e Allâh
Ḥaremeyn-pâye ü ehl-i fażîlet
Mu‘ayyen nâsire’d-dîn idi her gâh
28
III BEYNƏLXALQ HƏMZƏ NİGARİ
TÜRK DÜNYASI MƏDƏNİ İRSİ SİMPOZİUMU
Budur dâmâd-i Mevlâna-i Şirvân
Odur ḳuṭb-i muḳaddes pîr-i dergâh
Dirîġâ ẖasretâ vü ẖaybetâ kim
Ecel peykîne nâ-gâh oldı hem-râh
Olup hem-nâm-i ‘Îsâ ibn-i Meryem
Ḳılup terk-i cihân eyvâh ṣad âh
Mesîẖü’l- vaḳt idi muṭlaḳ kim anı
Semâ‘-i râbi‘e ref‘ itdi Allâh
Ŝebâtî ḥüzn-i müstevlî olunca
Didüm târîẖ-i bâ-âh-ı seḥer-gâh (303)
Bu tarih 1303 tarihidir. Şair, malumu ilam olacak bin tarihini hesaplamamıştır.
Bu tablo, 2010 yılında İsmail Şirvanî’nin türbesinden- İsa Ruhî Efendi de bu
türbede medfundur- çalınmıştır; 2016 yılında tekrar bulunup yerine konmuştur.
Fahreddin Ağabali, Hüma-yı Arş adlı eserinin Sebâtî’ye ayırdığı bölümünde bir
de Mir Hamza’nın İsmial Şirvanî Türbesinde dua hadisesine yer verir. Bu dua bir
anlamda Mir Hamza’nın İsmail Şirvanî’den himmet dilenmesidir. İlginç olanı ise bu
himmetin yine İsmail Şirvanî’nin oğlu Rüştü Paşa için olmasıdır.
Sebâtî, Mir Hamza’nın türbeye geldiğini ve şeyhin mezarının yanına girmeden
önce semaveri yakmasını istediğini, söyler. Ancak Sebâtî iki üç defa közü biten
semavere rağmen şeyhin çıkmamasından şüphelenir ve Mir Hamza’nın olduğu
türbeye girer. Burada Mir Hamza’yı şeyhi İsmail Şirvanî’nin sandukası karşısında
terlemiş bir halde ayakta dua eder şekilde görür. Hemen dışarı çıkıp beklemeye
devam eder. Mir Hamza çıkınca “Elhamdülillah, eş-şükrülillah” der. Bu da duasının
kabul olduğunu hissetteği anlamına yorumlanır. Gerçekten de Rüştü Paşa bir süre
sonra en büyük sıkıntısı olan azil işinden kurtulur.
Sebâtî hakkında kısa bir bilgi de Amasya Tarihinde mevcuttur:
“Sebâtî Mehmed Efendi (Türbeli Hâfız). Erzurumludur. Şirvân eyâletinde Şeki
kazâsı dâhilinde Kutkaş nâhiyesi halkından Abdulkerim Efendi bin Hâcı Mikâ’il
mahdûmudur. Pederi Hâcı Hamza Efendi’yle Şirvân’dan kalkub Erzurum’da ikâmet
itdikleri esnâda 1264’de doğdu.
Orada tahsîl-i ‘ulûm idüb Amasya’ya geldi. Bu esnâda Şirvânî Hâcı İsma’il
Efendi’nin türbesi, câmi’e ikmâl idilmiş olduğundan bu câmi’-i şerîfinin imâmı
olarak kendisine tahsîs idilen türbe civârındaki hânede ikâmet itdi. Bu münâsebetle
kendisine “Türbeli Hâfız” dindi.
1314’de Amasya mekteb-i idâdîsi Farîsi mu’alimi olub türbede kendi âleminde
türbenin güzel sesli mü’ezzininin nagamât-ı latîfesiyle dem-güzâr oldu. Otuz yıl
kadar bu âlem-i feragâtda yaşayub 1321 senesi saferinde vefât itdi.
‘Âlim, halîm, şâ’ir, edîb, natûk, gâyet latîf, şekl ü şemâli güzel, mükerrem bir
zât idi. “Hâfız Sebâteddîn Mehmed Efendi” dinirdi. Divân-ı eş’ârını basdırmış ve bir
nüshasını da fakîre hediye virmişdi. Hayfâ ki yandığından eş’ârı nakl idilemedi.
Mahdûmları Ali Hâver, Ahmed Tâhir Efendilerdir. Ali Hâver Efendi tıbbıye-i
askerîyeden doktor yüzbaşı çıkdı. Yanya hastahâne-i askerîyesi doktoru olmuşdu.
1334’de Yunanîlerin Yanya’yı işgâli esnâsında vefât itdi.”
********
Mir HamzaNigârî hakkında da Hüsameddin Hüseyin’in Amasya Tarihindeki
ifadeleri oldukça ilginç ve özetleyicidir. Tarafsız bir şeklide Mir Hamza ve devrin
******** Abdi-zade Hüsameddin Hüseyin, Amasya Tarihi, C. 8, s. 77-78.
29
III BEYNƏLXALQ HƏMZƏ NİGARİ
TÜRK DÜNYASI MƏDƏNİ İRSİ SİMPOZİUMU
olaylarını anlatmaya çalışan tarihçi, adeta bir denge kurma çabası ile şöyle yazmıştır.
Mir Hamza’nın soyu hakkında oldukça ayrıntılı bir çalışma yazının başında dikkati
çekmektedir:
Hamza Nigârî Efendi (eş-Şeyh el-Hâcc Mîr)
********
“Karabağ eyâleti dâhilinde Berküşâd’lıdır. Yedinde (elinde) mevcûd olan silsile-
nâmesinde görüldüğü üzre Rükneddin Paşa bin Muhammed Rızâ Haydar bin
Rukneddin bin Muhibbeddin bin Bahaeddin bin Nureddin bin Nizameddin bin
Şemseddin Muhammed Ağa Bâlî bin eş-Şeyh Ahmed Cundî bin Rukneddin bin
Nureddin bin Haydar bin Hasan bin Ebî Bekir eş-Şeyh Mehdî İsa bin Davud bin
Süleyman bin Musa bin Muhammed bin el-Kâsım bin el-Hasan ibn Zeyd bin el-
Hasan bin Emirü’l-Mü’minîn Ali bin Ebî Tâlib bin Abdulmuttalib el-Hâşimî el-Kureyşî
mahdûmudur (oğludur).
Ana meyl ile masna bir sûretde güzel yazılmış olan şu silsile-nâmenin bâlâsında
“ta’allaka nazarü’l-fakir ileyhi hü azze şânuhu es-Seyyid Mustafa İzzet el-Hüseynî
Nakîbu’l-eşrâf bi’l-memâliki’l-Osmâniyye gufire lehu” ibâresi de görüldü.
Bu silsile-nâmeyi bana ibrâz iden Mîr Ali Efendi-zâde Hâşim Efendi dedi ki; “Bu
silsile-nâme gâyet sahîh ve tezvîrden sâlim ve Nakîbü’l-eşrâf es-Seyyid Mustafa
İzzet Efendi’nin kitâbet-i resmiyyesiyle musaddakdır.”
Bu silsile-nâmeyi ziyâret idüb Hâşim Efendi’nin lutfen müsâ’adesiyle istinsâh
iderken yanımda merhûm Hâcı Hâfız Mustafa Tevfîk Efendi ile el-yevm Eskişehir
mebûsu ve o zaman Amasya’da menfî olan İstanbullu Yahya Gâlib Beg var idi.
Hâşim Efendi’nin sözü de şâyân-ı dikkat idi.
Oldukça târîhe vâkıf olan Yahya Gâlib Beg’e oradan ayrıldıkdan sonra bu silsile-
nâme hakkındaki mütâla’asını sordum: “Emir Haydar bin Rükneddin şâyân-ı dikkat
bir simâdır. Nâdir Şâh zamanında davâ-yı hilâfetle kıyâm iden ve Nâdir Şâh ile hayli
uğraşan Mîr Haydar Şirvânî olmalıdır.” dedi.
Silsile-nâmenin bâlâsıda görülen ibâre 1289 senesi şa’bânında nakîbü’l-eşrâf
olub 1294 senesi zi-l-kadesinin on dördünde vefât iden sudûr-ı ‘âlimiyyeden
hattât-ı meşhûr Tosyalı Bostan-zâde es-Seyyid İzzet Mustafa Efendi’nindir. Türkçesi
“Bu silsile-nâmeye bakdım” demekdir. Bu da tasdîka delâlet itmez.
Bu silsile-nâme üzerinde icrâ itdiğim tetebbuât ve tedkîkât-ı târîhiyyeyi
hulâsaten arz idiyorum. Şeyh müşârün-ileyhin peder-i âlîleri olan Rûkneddin Paşa
bin Muhammed Rızâ bin Mîr Haydar’dır. Fakat Mîr Hasan Efendi pederinin Mîr
Mu’iniddin Paşa olduğunu söylerdi.
Cedd-i âlîleri Mîr Haydar Şirvânî, her hâlde eş-Şeyh Ali bin İbrahim el-Berküşâdî
el-Dağıstânî mahdûmu ve es-Seyyid eş-Şeyh İbrahim bin es-Seyyid Ali el-Hasanî
el-Berküşâdî’nin kerîme-zâdesi olduğu anlaşılır.
Çünki Berküşâdî eş-Şeyh Ali Efendi tarafından te’lîf ve Sultân Mustafa-i sânîye
takdîm idilerek Kütüb-hâne-i hümâyûnda ١2٠٣ numarada mukayyed Kevâkibü’s-
Sa’âde adlı eseri mütâla’a güzâr-ı âcizi olub anda şu malûmâtı viriyor:
“Kendi şeyhi ve kayın pederi olan es-Seyyid eş-Şeyh İbrahim bin es-Seyyid Ali
el-Hasanî el-Berküşâdî, 1048’de Sultân Murâd-ı râbi’in irâdesiyle şehîden vefât
iden es-Seyyid eş-Şeyh Mahmûd el-Ermuîü’n en-Nakşibendî hulefasından olub
kesret-i mürîdânına binâen hurûcundan havf iden İran Şâhı Safî Şâh tarafından ahz
ve Alamut Kal’ası’nda habs idilmekle 1086’da vefât itmişdi.”
Şeyhinin vefâtı üzerine Dağıstan’dan hicret idüb İstanbul’a geldi. Bir müddet
******** Hüsameddin Hüseyin, a.g.e. C. 9, s. 270-297.