34
III BEYNƏLXALQ HƏMZƏ NİGARİ
TÜRK DÜNYASI MƏDƏNİ İRSİ SİMPOZİUMU
oturduğu odanın etrâfını sabahlara kadar dolaşarak ağlardı. Görenlerin yüreklerini
dağlardı. Bazen de hayretler içinde gaşy olub dalardı. Her tarafa hüzn ve kederler
salardı.
Çeri-başı Câmi’i şerîfi’nde zikr ve tesbîhe şöyle başlardı: İbtidâ bütün mürîdân
bir halka teşkîl idüb ayakda durur. Yalnız mihrâbın önünde iki adam sığacak kadar
yer bırakılırdı. Buraya Şeyh Efendi gelir başından fes ve sarığını çıkarır, bir külâh-ı
Nakşibendî giyerdi. Bundan sonra sağdan başlayub her mürîdin sağ ayağının ucuna
basar kulağına birşeyler okur ve üflerdi. Mürîd üflediği anda âdeta bir tulum gibi
kabarub şişer, vecde gelür haykırırdı. Bu amelîye solda biter, bundan sonra kendisi
elinde uzunca bir tesbîh ile halkayı devr iderek beyitler okur, bazen de yanık yanık
ağlar, Allâh diyerek göz yaşları dökerdi.
Mürîdânın her biri kuşların ve hayvânâtın terennümâtını âdeta taklîd iden
seslerle haykırırlardı. İçlerinde bayılup düşenleri olurdu. Bu tertîb üzere cereyân
iden ezkâr ve tesbîhât iki saât kadar devâm ider, zikrin hitâmında Şeyh Efendi
giderken düşenlerin göğüslerine basar, bayılanlar ayulub kalkardı.
Şâyân-ı dikkatdir ki kendi Şeyh-zâdesi es-Seyyid Ahmed Hulûsî Efendi şeyhinin
dâmâdı ve kendi Şerik-i dersi Hâcı İsa Efendi, diğer şerik-i dersi olan Şirvânî Hâcı
Mustafa Efendi ile araları açıkdı. Bunlar kimseye la’net itmezler Ashâb-ı Rasûlullah’a
hürmet iderlerdi.
Bunların Şeyh Efendi hakkındaki isnâdât-ı mahûdeye gelince köylerdeki şiâîlere
gönderildiği söylenen tezkîreler herhalde efsâneden ibâretdir Esliha-i memnua
idhâline hâcet yokdu. Çünki Devr-i Hamidî’de Çerkeslerle Şirvânîler zâten müstesnâ
bir sûretde müsellâh gezerlerdi.
Ancak Şeyh Efendi’nin hâl ü kâlı bütün mürîdân ve şîânın müttehidâne hareket
ve kıyâm itmelerini tervîce hâdim idi. Mürîdânın “ba’zı taşkınlıkları silahlar işler
kamalar parıldarsa Şeyh Efendi’nin kerâmetlerini tasdîk idersiniz diye alenen
sözleri herhâlde boş değildi.
Hattâ Merzifon’dan kaldırılub Samsun’a giderken araba içinde yazdığı ve
dîvânının başında basdırdığı şu Beyitleri Şeyh Efendi’nin zamirinde cevelân iden
ümid ve hareketlere âdetâ bir tercümân olmaktadır.
Çıkmadı sâhib-i da’vâ ne ‘aceb *
Açmadı bayrak bâlâ ne ‘aceb
Çıkdı çün fırka-i deccâl velî
Çıkmadı Mehdî Mesîhâ ne ‘aceb
Atdı ateşlere Nemrûd bizi
Gelmedi bir Halîl-âsâ ne ‘aceb
İrdi Fir’avn bizim dâdımıza
İrmedi bir yed-i beyzâ ne ‘aceb
Dîvler aldı bütün etrâfımızı
Kılmadı bir isr-i esmâ ne ‘aceb
Olmadı millet-i İslâm kümek
********
******** Kümek: Yardım ve muâvenet ve iâne demekdir.
35
III BEYNƏLXALQ HƏMZƏ NİGARİ
TÜRK DÜNYASI MƏDƏNİ İRSİ SİMPOZİUMU
İrmedi bir meded âyâ ne ‘aceb
Olmadu dîn-i mübîn nakdi revâc
Kalmadı revnak-ı garrâ ne ‘aceb
Bulmadık bir zafer âyâ ne içün
İrmedi nusret-i Mevlâ ne ‘aceb
Ey Nigârî kadir-i mîrim içün
Tevbe kıl söyleme hâşâ ne ‘aceb
Hazret-i Mîr Hamza Nigârî Efendi cedd-i ulâsı olan emirü’l-mü’minîn
Aliyyilmurtezâ Efendimiz Hazretleri’ne karşı isyân bayrağını kaldıran Muâviye
bin Ebî Süfyân, Amr ibnü’l-Âs, Mervân bin el-hakem ve emsâline, Cemel ve Sıffîn
ashâbına lânet iderdi. Emâret ve saltanat dâiyyesiyle kıyâm iden bu zevâtın efâl ve
harekâtı uğrunda binlerce ehl-i îmân ve ihvân-ı dîn şehîd ve maktûl olmuşlardı.
Bu şehîdler içinde Hazret-i Ali ile oğulları olan sıbt-ı Nebevî Hasan ve Hüseyin
Radiyallâhu anhumâ hazreti de vardı.
Cenâb-ı Muâviye ve Mervân ile evlâd ve ensâbı tâm altmış yıl minberlerde
Ali melâ’ü’n-nâs Hazret-i Ali’ye şetm ü la’net itmişler. Evlâd-ı kirâmına pek fecî
işkenceleri revâ görmüşlerdi. Bunlardan işkenceler içinde şehîd olanlar da çokdu.
Sohbet-i Nebevî’ye hürmetine onların efâl ve seyyiâtını ictihâda haml iderek
hoş görenler, bunları sevmeyen, sevmediklerini de uğrunda kimsenin burnı bile
kanamayan, yalnız la’netle anlatan evlâd-ı Âli’yi muhabbet-i nebevîyye hürmetine
hoş görmelidirler.
Şetm ü la’net hadd-i zâtında kötü bir şeydir. Dînen ve ahlâken mazmûm bir
hareketdir. Hassaten ehl-i îmân ve Ashâb-ı Rasûlullâh oldukları ‘ulemâ-yı ehl-i sünnet
nezdinde muhakkak ve müttefik olan zevât aleyhinde şetm ü la’net mugayyir-i
emr-i Rasûlullâh olarak daha fenâ bir hasletdir. Ahlâk-ı Muhammediyye’yi bundan
siyânet itmek de birer vecîbe-i zimmetdir.
Fakat bu luzûmu idrâk itmeyerek şetm ü la’net idenlere karşı şetm ü la’net de bir
mukâbeledir. Bu mukâbeleyi hoş görmeyenler el-bâdî-i azlem diyerek ilk defa şetm
ü la’net idenleri de hoş görmemelidirler.
Şeyh Efendi ve mürîdânı bu mukâbele-i lafziyyeyi müfritâne bir sûretde ileri
götürüb ahlâk-ı umûmiyyeyi tehdîde kadar vardılar. Tabiî ‘ulemâ fırkası da ahlâk-ı
umûmiyeye fenâlıkdan siyânet kasdıyla müdâfaayı müfritâne ileri götürüb taassuba
kadar gitdiler.
Ulemânın kürsîlerde va’z ü nasîhâtı mezheb-i ehl-i sünneti müdaffa’ası Hazret-i
Mîr-i Nigârî’ye pek ağır gelir, Hazret de onlara ağız dolusu hicv iderek intikâm alırdı.
Şu iki beyiti o hicviyyâtındandır.
Dime şâir sözüdür sanma yalan
Vâ’ize yem gerek ve eşşege palân
Sofiye lokma gerek zehr ide
Çerçîye pâra ılâncıya ılan
Vâiz dediği fazlı meşhûr Hâce-zâde İbrahim Efendi’dir. Yörgüç Paşa Câmi’i