1960-2000 Döneminde Türkiye’de Elit Zihniyeti (117-134)
121
inşa ettikleri için halka gitmeye çalıştıklarında
bile saray kültürüne sırtlarını dayamak ve halkı
ötekileştirmek zorunda kalmışlardır. Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki bu kültürel bölünme,
Tanzimat sonrasında Batılılaşma ile eklemlen-
miş ve yeni şekiller alarak devam etmiştir.
İstanbul’da kültürel ayrım coğrafidir. Bir ta-
rafta, Frenkler, Levantenler, taş binalar, ya-
bancı töreler, günah ve işretle dolu olan Be-
yoğlu, diğer tarafta, mahalle sathında bera-
berliğin yaygın olduğu ve sıkı bir cemaatin
oluşturduğu şehrin Müslüman kesimi (Mar-
din 2004a: 38).
Halk için Beyoğlu, korkulan ve nefret edilen
ötekiyi temsil etmeye başlamıştır (Mardin
2004a: 40). Halk değerlerinin seçkinlere karşı
savunulması tarihsel bir süreklilik arz eder
(Mardin 2004a: 54). Bu bağlamda, modernleş-
me sürecinde ortaya çıkan yeni eğitimli ve Batı
kültürü almış tiplerin halkta bir tepki yaratması
kaçınılmazdır.
Aydın problemine geniş bir tarihsel perspektif
içinden bakan Ülgener, Osmanlı Edebiya-
tı’ndan seçtiği “terkib-i bend”ler üzerinden
toplumdaki iki ana tipin (Ziya Paşa ve Ruhi)
zihniyet dünyasının analizini yapar.
Birinde rütbe ve mansıp dağıtımının üst ka-
demelerine tırmanmayı başarmış bürokrat
entelektüel karışımı ihtiras insanının hırçın-
lıkları, sancıları; öbüründe şeyh ve eşraf ka-
rışımı feodal düzenin alt (veya en fazla orta)
kademelerinde kalakalmış halk adamının
mütevekkil, deryadil, “dil ü canı ile kazaya
rıza vermiş” örneği! Biri, kısacası, “tavan”ın,
öbürü “taban”ın insanı! ... Tabanın dertleri
ile hemhal olmayı Paşa hiçbir zaman ciddi
olarak hatırından geçirmemiştir. Kavgası ça-
tıda ve üsttedir. Ruhi’de ise üst ve çatı: Tır-
manmayı bir an hayal etmediği bir yükseklik
(Ülgener 2006b: 38).
Toplumsal yapıdaki büyük değişimlere rağmen
K.B.A. Ziya Paşa tipinin zihniyet dünyasını
taşımaya devam edecektir. İttihat ve Terakki
Fırkası’nın yönetici elitleri, ayrıca Cumhuri-
yet’in kuruluş sürecinde etkili olan mektepli
“entelektüel” ve yüksek bürokratlar Ziya Paşa
tipine işaret etmektedir.
Güngör (2006) Tanzimat’la başlayan ikili eği-
timin doğal sonucu olan kültürel bölünmenin;
aydınları “medreseliler” ve “mektepliler” ola-
rak ikiye ayırdığını belirtmektedir. Osmanlı
döneminde halka vaaz veren hocalarla medre-
selerde eğitim verenler aynı kişilerdir; dolayı-
sıyla medreseliler ile halkın referans çerçevesi
aynıdır. Osmanlı’da halk ile münevveri ayıran
bilgi ve kabiliyet farkıdır. Toplumdaki en üst
tabaka, halkın da paylaştığı kültürün ince ve
işlenmiş yönünü temsil etmektedir. Ancak
Cumhuriyet döneminde yapılan devrimlerle
medreselilerin etkisi en alt düzeye indirgenmiş;
gerçekleştirilen kültürel dönüşüm halk ile ay-
dınlar arasındaki mesafenin iyice açılmasına
neden olmuştur.
Aydınlar ile halk arasındaki mesafe; Osman-
lı’da, aşılması gereken önemli bir kültürel
sorundur. “...Yeni kurulacak devletin temel
politikası halkın millî kültürünü işleyerek Batı
medeniyet dairesine girmek olmalıdır” diyen
Gökalp (1970), halka yabancılaşmış kozmopo-
lit kentlilerin karşısında millî kültürü işleyecek
olan mekteplilerden yanadır. Ancak Cumhuri-
yet döneminde Gökalp’in formülü değil, top-
yekûn Batılılaşma benimsenecektir. Gökalp’ın
bakış açısıyla bu durum, “kozmopolit” ve halka
yabancı kültürün mektepliler eliyle üretilmesi
anlamına gelmektedir.
Mümtaz Turhan da, Cumhuriyet devrimleri
sonrasında yetişen aydınların çok ciddi sorun-
lar ürettiğini düşünmektedir. 1959 yılında yaz-
dığı “Garplılaşmanın Neresindeyiz?” isimli
eserinde; Cumhuriyet dönemi eğitim sistemi ve
ürünleri için şu değerlendirmeyi yapar:
Bizde... Tahsil sistemi, bilgi diye verdiği bazı
malumat kırıntılarına mukabil en bariz milli
karakter vasıflarını tahrip eder; verimsiz de
olsa halk çalışkandır, münevver tembelliği
öğrenir; ... Halk kanaatkâr, ağırbaşlı, vakur
ve hürmetkârdır. Münevver açgözlü, laubali,
şarlatan, ya saygısız veya dalkavuk olur.
Halk umumiyetle dindar ve manevi kıymet-
lere hâlâ bağlıdır, münevver ise, ne dindar ne
dinsiz fakat çok iptidai, dar ve çok fena tarz-
da materyalist olmuştur (Turhan 1959: 56).
Yukarıda örneklenen halk-aydın arasındaki
“ikilik”, Berkes (2006) tarafından daha farklı
değerlendirilmektedir. Ona göre, Cumhuriyet
devrimlerinin ortaya çıkması, toplumsal deği-
Selçuk İletişim, 7, 3, 2012
122
şimin doğal bir sonucudur ve Tanzimat sonra-
sında yaşanan ikilikler devrimlerle ortadan
kaldırılmaya çalışılmıştır. Cumhuriyet devrim-
leri yeni bir yöneliştir ve çağdaşlaşma sürecin-
de geleneği temsil edene karşı çağdaş olanı
temsil etmektedir. Ona göre, bu ikiliğin ortadan
kaldırılmasında kullanılan yöntemler bir zorun-
luluktur. Berkes, Gökalp tarafından ortaya
atılan formülün de Cumhuriyet devrimleri
sürecinde aşıldığını belirtmektedir. Ahmet
Mithat ve Namık Kemal kuşağı tarafından
tartışılmaya başlanan ve Cumhuriyet devrimle-
rine kadar sürdürülen anlayışa göre; Batı uy-
garlığınca yapılan baskının sonucu olan deği-
şimler, bu uygarlığın “maddi” yönlerine açık,
“manevi” yönlerine kapalı tutulacaktır. Berkes
ise, bir uygarlığın bütün olduğunu ve bu formü-
lün yürümeyeceğini şu şekilde dile getirmekte-
dir:
Cumhuriyet dönemi değişmelerinin devrim-
sel niteliği, işte bu formüldeki sınırları yık-
mıştır. ... Cumhuriyet dönemi devrimlerine
özelliklerini veren yan, 2. Mahmut zamanın-
da başlayan eğrilmelerin, çarpılmaların, ikiye
üçe bölünmelerin çağdaş uygarlık düzeyine
uygun olacak yolda bütünleştirilmesi, tutarlı-
lık kazandırılmasıdır (Berkes 2006: 524).
Berkes’e göre, ortaya çıkan kültürel ikiliğin
ortadan kaldırılması sorunu; mekteplilerin
hegemonyasını kurmasıyla çözülecektir. Mek-
tepliler Batı uygarlığı dairesindedir ve hars-
medeniyet ayrımı süreç içinde önemini yitir-
miştir. Dönemin bu en ileri uygarlığı bütünüyle
ithal edilecek, bunun öncülüğünü de mektepli-
ler yapacaktır.
Özetlemek gerekirse, Osmanlı döneminde
başlayıp Cumhuriyet’ten sonra da devam eden
aydın-halk ikiliğinde; halktan yana düşünürler,
Batı kültürünün benimsenmesiyle birlikte halka
yabancılaşmanın ortaya çıktığını, Batının mis-
yonerliğini yapan aydınların “hatalı” olduğunu
ileri sürmektedirler. Halk Batılılaşmış aydını,
Yakup Kadri’nin “Yaban” isimli romanında
olduğu gibi; “yabancı” olarak görmektedir
(Karaosmanoğlu 2007). Bu ise, toplumsal ge-
lişmeyi zorlaştırmakta hatta engellemektedir.
Sorunun halkta, dolayısıyla onun kültüründe
olduğunu düşünen aydınlar ise Batılılaşma ve
modernleşmenin bir zorunluluk olduğunu ve bu
sürecin er-geç halkı değiştireceğini savlamak-
tadırlar. Varolan halk kültürü gelişmenin önün-
de engel oluşturmaktadır; bu kültürün savu-
nulması gelişmeyi engelleyecektir. Gökalp’te
ise tartışma, hars-medeniyet bağlamında yürü-
tülmüş ve sorun “Batı’dan neyi almalıyız?”
konusuna bağlanmıştır.
2.3. Kent Taşra
“Kent” sözcüğü, “ilçe ve ilçeden büyük yerle-
şim yeri” anlamına gelmektedir. Toplumbilim
açısından ise, “nüfusunun çoğu ticaret, sanayi
ya da hizmet alanında çalışan, tarımsal etkin-
liklerin olmadığı yerleşim alanı” demektir
(Püsküllüoğlu 2007: 1064). Taşra sözcüğü ise,
“bir ülkenin başkent ya da anakentleri dışındaki
yerlerin
tümü”
için
kullanılmaktadır
(Püsküllüoğlu 2007: 1666). Ancak taşranın
günlük yaşamdaki kullanımı oldukça çeşitlidir.
Bir başka deyişle, herkesin taşrası farklıdır.
İstanbul’a göre bütün Türkiye taşradır. Metro-
pol kentlere göre diğer küçük kentler, küçük
kentlere göre kasabalar, kasabalara göre köyler
taşradır (Pekdemir 2005). Dahası, Doğu taşrası
vardır, Batı taşrası vardır.
Taşra sözcüğünün devlet diline girmesi, Os-
manlı’nın modernleşmesi sürecinde önemli bir
kilometre taşı olan Tanzimat’ın ilanıyla başla-
mıştır. Nitekim Alkan’a göre (2005), taşra bir
Tanzimat icadıdır. Devletin yapılan reformlarla
merkezileşmeye başlaması, uzaktaki taşranın
keşfedilmesini ve oralara memur atanmasını
getirmiştir. Osmanlı’da taşranın asıl önemi,
yapılan reformlar karşısındaki tutumları nede-
niyle ortaya çıkmıştır. Reformları “Batı taşrası”
(Rumeli Vilayetleri, Batı Anadolu ve Akdeniz
kıyısı, Suriye ve Lübnan eyaletleri) destekler-
ken; “Doğu taşrası” (Orta ve Doğu Anadolu,
Irak) karşı çıkmıştır. Anılan Batı taşrası, sonra-
ki süreçte İttihat ve Terakki’nin de destekçisi
olacaktır. Yine Cumhuriyet dönemindeki mo-
dernleşme sürecinin iki önemli varyantından
radikal modernleştiriciler Batı taşrasında; tep-
kici modernleşmeciler ise Doğu taşrasında
güçlü olmaya devam edecektir. Laçiner’e göre
(2005), 21. yüzyılın başlarında bu eski ikilem
dönüşmeye başlamış ve taşralar merkezle iç-içe
girmiştir.
Taşranın Tanzimat sonrasındaki değişmeler
karşısında sergilediği tutum, Osmanlı Türk
toplumunun modernleşme sürecinin ciddi sorun
Dostları ilə paylaş: |