AMEA FOLKLOR İNSTİTUTU
AMEA A.A.BAKIXANOV adına TARİX İNSTİTUTU
FOLKLOR VƏ TARİXİMİZ
Respublika Elmi Konfransı
61
61
içildiğini görmekteyiz. “And olsun Babek`in kanlı yüzüne ...”şeklindeki bu ant
içmenin çok eski bir tarihi geçmişi vardır. Pek çok milletlerin kültürel değerleri
içerisinde ant ile ilgili söyleyişler mevcut olduğu gibi Türk kültürü içerisinde de bu
değer yargılarını açık şekilde binlerce yıldır görmekteyiz. Türk kültür çevresinde
yemin etmek manasına kullanılan ant içmek sözünden de anlaşılacağı gibi yemin bir
nesnenin içilişi ile olmaktaydı. Şaraba kanlarını karıştırmak suretiyle yapılan bu
hareket bir kardeşlik oluşturmak ve anlaşmak için yapılmaktaydı (10, 97). İskitlerin
ant içmeleriyle ilgili olarak Herodot şu bilgileri vermektedir: “Toprak bir kupanın
içerisine şarap doldururlar; ant içecek olanlar buna kanlarını karıştırırlar; bunun için
sivri bir şeyle küçük bir delik açarlar, ya da kılıçla hafif çizerler; sonra kabın
içerisine bir pala, oklar, bir balta ve mızrak daldırırlar; bu da olduktan sonra öfke
üzerine ant ederler ve kaptaki şaraptan azıcık içerler ve orda bulunanların ileri
gelenleri de onlarla beraber içerler”. Türkçe ve Moğolcada aynı anlamı taşımakta
olan “anda” Asya Hunları, Avarlar, Göktürkler ve Uygurlarda kültürel süreklilik
içerisinde Türk kültür çevresinde kan ve kana dayalı dost olma Uygur sonrası
dönemde de görülmektedir. Bu şekilde kan kardeşi olmak âdetinin günümüzde
Anadolu’da çocuklar arasında yakını ile kolunu kanatarak içmek anlayışı dostluk ve
kardeşlik adına yaşatılmaktadır ki, “Türkçede kullandığımız ‘ant içmek’ tabiri de bu
eski Türk âdetinin kalıntılarındandır” (15, 60).
Kan kardeş olma geleneği Türk
kültür çevresinde hala çocuklar arasında devam etmektedir. Bu gelenek konar -
göçerler arasında da yetişkinlerin bileklerini biraz kesmek ve karşılıklı birbirine
değdirmek suretiyle kanlarını karıştırarak kan kardeşliği geleneğinin yaşatıldığını da
görmekteyiz. Bu bağlamda İran Azerbaycan Türkleri arasında kana ant içme
geleneği Babek adına kadar gelip çıkmıştır. Babek efsanesi Türk halk epopesinin
pek çok vasıflarını taşımakta olup, real bir şahsın menkabevi şekilde yaşamı ve
maceraları folklorun anlatım özelliklerinden yararlanılarak anlatılmaktadır. Bu
bağlamda Babek’in kahramanlıklarıyla ilgili anlatılar hatırı sayılır derecede olmasa
da hiç şüphe yok ki, bir döneme damgasını vurmuş olan bir şahsiyet ile ilgili rivayet
ve destansı anlatılar olmamış olsun. “Hiç şüphe yok ki, en saf halinde halk
epopelerini bilen, dinleyici kitlesine nakleden sanatkârlar geçmiş zamanın
hadiselerini ve maceralarını anlattıklarını tebarüz ettirirler. Fakat bu tesir halk
epopesinde tez silinir” (2, 68). Günümüzde değil Babek’in folklorik unsurlarının
yazıya alınması, onun yaşadığı dönemdeki pek çok tarihi hadiseler de sınırlı bir
ölçekte tarih kitaplarının tozlu yaprakları arasında unutulmaya terk edilmiştir. Yoksa
Babek’in doğumundan ölümüne kadar ki yaşamı bir birinden ilginç ve enteresan
olayları içermektedir. O’nun doğuşu destanlarda gördüğümüz mitolojik
kahramanlara benzer niteliktedir. “Rivayete göre O, bir oduncunun (çıra satanın);
bir başka rivayete göre ise yağ satanın oğludur. Her ne kadar Nahçıvan
coğrafyasında dünyaya göz açtığı söylenmiş olsa da boya-başa çattıktan sonra
Karadağ coğrafyasına gelir. Rivayeti anlatılara göre
Babek’in kartalları varmış. Hiç
bir casus kaleden dışarıya mektup göndermiyormuş. Bir gün bu kartallar mektup
PDF created with pdfFactory Pro trial version
www.pdffactory.com
AMEA FOLKLOR İNSTİTUTU
AMEA A.A.BAKIXANOV adına TARİX İNSTİTUTU
FOLKLOR VƏ TARİXİMİZ
Respublika Elmi Konfransı
62
62
götürmekte olan yabancı bir kuşu görmüşler ve onu yakalayıp, Babek’in yanına
getirmişler. Babek bir gün kayıplara karışır ve Babek’in annesi onu bulmak için
kaleden dışarı çıkar. Babek ahalinin camızlarını otarmaya götürürmüş. Bir gün
annesi onu bir ağaç altında çıplak şekilde boğulmuş olarak bulur. O’nun kafasından,
saçlarından ve bedeninin her tarafından kan akıyormuş. Ancak Babek uykudan
uyanınca kan kendiliğinden yok olur. Annesi gördüğü bu manzara karşısında
Babek’in ileride keramet sahibi büyük bir zat olacağı kanaatine gelir.
Behruz Hamaçı ve Rehim Reisniya’nın yazdıklarına göre Babek’in annesi bir
gün atasının kılıncını Babek ve kardeşine gösterdikten sonra onlara şöyle seslenir:
“Çocuklarım, sizin atanız sadece bir yağ satan değildir. O aynı zamanda bir
kahramanmış. Kendi kılıçı üzerine ‘ey yiğit, kılınçın kınında olduğunda elini kılınça
aparmamak iyidir. Zira Abbasi zamanında yaşamak olasıdır ancak kılıçsız yaşamak
olmaz’ der.” Babek boya başa çattığında bir kente gediyor orda bir şeyler alıp,
anasına getiriyor ancak hiç kimse bu güçlü insanı görmez. Bir başka rivayete göre
Babek’in Şagga adında bir atı vardır. Savaş sırasında Babek Efşin’in eline esir düşer.
Şagga ise kaçıp, Savalan Dağı’nın zirvesine gider. Orada bulunan gölde gizlenir. O,
Azerbaycandan bir genç doğulup, Babek’in yolundan gidene kadar orada
bekleyeçektir. O zaman Şagga gölden dışarıya çıkıp, söz konusu bu gençe yardım
etmek üzere gölden dışarı çıkacak ve Babek’in intikamını (kanını alacak). Bir başka
ilginç rivayet ise At Gölü ile ilgilidir.
“Destanlardaki alp kişi destan içindeki
kaderini sahibi bulunduğu atla birlikte yaşar. Destan kahramanının yanında yer alan
at, bütün Türk destan rivayetlerinde olağanüstü özelliklere sahip olarak su ruhundan
türer. Türkler, atların denizden çıkan, dağdan inen ya da gökten, rüzgârdan,
mağaradan gelen kutsal aygırlardan türediğine de inanırlardı” (3, 162). Türklerin
sosyal ve siyasi yaşamında atların çok önemli bir yeri vardır. Bu nedenle atlar
Türklerin kültürel yaşamlarında yer almış, masallardan, atalar sözlerine ve halk öykü
ve destanlarına kadar derin izler bırakmıştır. Halkın liderlik vasfına getirdiği ve Alp
diye nitelendirdiği kişilerde sağlam yürek, gayret, özel giysi, iyi bir kılıç, süngü, yay
ve kader birliğinin yanı sıra iyi bir at mutlaka bulunması gerekir. Oğuz Kağan
Destanı'nda bu tipin en idealine rastlanmaktadır. İslâmiyet’ten sonraki Türk
destanlarında bu tip, “Alp-Eren” tipine dönüşmüştür. Fuad Köprülü, İslâmiyet’in
etkisinden sonraki Türk alplerine Alp-Gazi adını vermektedir (8, 214).
Bu bağlamda Gulam Hüseyin Saedi’nin “Hiyav” adlı yapıtında değinilen
rivayeti anlatıma göre: Savalan Dağı’nın kuzey tarafında küçük bir kentte meşhur
“At Gölü” vardır. Derinliği ile dikkati çeken söz konusu gölle ilgili anlatılardan
birisini de Babek’in atı oluşturur. Rivayete göre Babek’in atı Babek’i kaybeder. O,
sahibini araya araya söz konusu göle gelir. Babek’ten ümidini
kesince at kendisini
gölün derin sularına bırakır. O gün bu gündür kayıp olan at her yıl
sahibi Babek’i
kaybettiği gün ve zamanda gölün derin sularından dışarı çıkıp, gölün etrafında
dörtnala şaha kalkar, tırnaklarıyla toprağı eşeler, şaha kalkarak Babek’i çağırır.
Akşama kadar bekleyip Babek’i bulmaktan ümidini kesince tekrardan kendisini
PDF created with pdfFactory Pro trial version
www.pdffactory.com
Dostları ilə paylaş: |