Microsoft Word Brown, Dan Da Vinci Sifresi doc



Yüklə 5,01 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə37/116
tarix10.11.2017
ölçüsü5,01 Kb.
#9412
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   116

istedikleri temayı belirtmişlerdi... bir mağaraya sığınan Bakire Meryem, Vaftizci Bebek 
Yahya, Azrail ve Bebek İsa. Da Vinci onların istediği gibi çalıştığı halde, işi teslim ettiğinde 
grup dehşete düşmüştü. Tabloyu tartışmalı ve rahatsız edici ayrıntılarla doldurmuştu. 
Tabloda, kolunu bebek İsa olduğu tahmin edilen bir çocuğa dolamış mavi sabahlık 
içindeki Bakire Meryem görünüyordu. Meryem'in karşısında, ne bir çocukla, ki onun da 
Vaftizci Yahya olduğu tahmin ediliyordu, Azrail oturuyordu. Bununla birlikte, alışıldık 
Yahya'yı vaftiz eden İsa betimlemesinin yerine bu kez bebek Yahya, İsa'yı vaftiz ediyordu... 
ve İsa yetkisini ona veriyordu! Bundan daha da sıkıntı verici olan, Meryem'in bir elini bebek 
Yahya'nın başının üstünde tutması ve tehditkâr bir tavır içinde olmasıydı -elleri, görünmeyen 
bir başı kavrayan kartal pençesi gibiydi. Son olarak, en belirgin ve en korkutucu görüntü: 
Meryem'in kıvrılmış parmaklarının tam altında Azrail'in yaptığı kesme işaretiydi -sanki 
Meryem'in pençemsi elinin tuttuğu görünmeyen başı boynundan kesip ayırıyor gibiydi. 
Langdon'ın öğrencileri, Da Vinci'nin ikinci bir tablo yaparak kardeşler cemiyetini 
yumuşattığını  öğrendiklerinde daima şaşırırlardı. Bu "hafifletilmiş"  Kayalıklar Bakiresi'nde 
tüm bireyler daha geleneksel bir şekilde tasvir edilmişlerdi.  İkinci tablo şimdi Londra'daki 
Ulusal Galeri'de sergileniyordu ama Langdon yine de Louvre'da yer alan daha ilgi çekici 
resmi tercih ediyordu. 
Sophie arabayı Champ-Elysées'de hızla sürerken Langdon, "Tablonun arkasında ne 
vardı?" diye sordu. 
Sophie gözlerini yoldan ayırmadı. "Büyükelçiliğe güven içinde girdikten sonra sana 
göstereceğim." 
"Bana gösterecek misin?" Langdon şaşırmıştı. "Sana maddi bir nesne mi bırakmış?" 
Sophie ters ters başını salladı. "Üstünde fleur-de-lis ve P.S. harfleri var." 
Langdon kulaklarına inanamıyordu. 
 
Sophie arabanın direksiyonunu sağa kırıp, lüks Hotel de Crillon'un en Paris'in üç şeritli 
diplomatik mahallesine hızla dönerken, bu işi başaracağız, diye düşünüyordu. Artık 
büyükelçiliğe bir kilometreden az kalmıştı. Sophie sonunda nefesinin yeniden normale 
döndüğünü hissetti. 
Arabayı sürerken bile Sophie'nin aklı cebindeki anahtardaydı. Yıllar önce onu gördüğü 
ana ait hatıralar, kolları  eşit haç biçimindeki altın baş  kısım, üçgen gövde, içerlek yazılar, 
kabartmalı çiçek mühür ve P.S. harfleri. 
Geçen yıllar süresince anahtar Sophie'nin aklına nadiren gelmiş olsa da, istihbarat 
camiasında yaptığı görev ona güvenlik hakkında pek çok şey öğretmişti ve artık anahtarın 
garip görüntüsü ona çok şaşırtıcı gelmiyordu. Lazerle işlenmiş bir matris. Kopyalanması 
imkânsız. Kilidi döndüren dişler yerine bu anahtarda yer alan lazerle yapılmış karmaşık 
kabarcıklar elektronik bir göz tarafından inceleniyordu. Eğer göz, altıgen kabarcıkların doğru 
aralıklarla yerleştirildiğine ve çevrildiğine karar verirse kilit açılacaktı. 
Sophie böylesi bir anahtarın neyi açacağını tahmin edemiyor ama Robert'ın 
söyleyebileceğini sezinliyordu. Her şeyden önce, daha görmeden anahtarın üstündeki 
kabartmalı mührü tarif etmişti. Üst taraftaki çarmıh formu, anahtarın bir tür Hıristiyan 
örgütüne ait olduğunu gösteriyordu ama Sophie lazer işlemeli matris kullanan bir kilise 
bilmiyordu. 
Ayrıca büyükbabam Hıristiyan değildi... 
Sophie on yıl önce bunun ispatına tanık olmuştu. Ne gariptir ki, büyükbabasının asıl 
tabiatını ona gösteren bir başka anahtar çok daha normal bir anahtar olmuştu. 
Charles de Gaulle Havaalanı'na inip, eve giden bir taksiye atladığında  ılık bir 
akşamüstüydü.  Grand-pére  az sonra beni gördüğüne çok şaşıracak, diye düşünüyordu. 
İngiltere'deki okulundan bahar tatili dolayısıyla eve birkaç gün erken dönen Sophie, onu 
görmek ve çalıştığı deşifre metotlarını ona anlatmak için sabırsızlanıyordu. 


Ama nedense Paris'teki eve vardığında büyükbabasını orada bulmamıştı. Hayal kırıklığına 
uğramıştı ama gelmesini beklemediğini biliyordu. Belki de Louvre'da çalışıyordu. Ama bugün 
cumartesi, diye hatırladı. Hafta sonlarında nadiren çalışırdı. Hafta sonlarında genellikle... 
Sophie sırıtarak garaja koşmuştu. Elbette arabası orada değildi. Hafta sonuydu. Jacques 
Sauniére şehirde araba kullanmaktan hoşlanmazdı. Arabayı tek bir yöne gitmek için almıştı -
Paris'in kuzeyinde, Normadiya'daki şatosuna gitmek için. Sophie Londra'nın keşmekeşinde 
geçirdiği aylardan sonra doğa kokusunu almak ve hemen yola çıkmak için sabırsızlanıyordu. 
Akşamın erken saatleri olduğundan, derhal yola koyulup ona süpriz yapmaya karar vermişti. 
Bir arkadaşının arabasını ödünç alan Sophie, kuzeye yönelerek Cruelly yakınlarındaki  ıssız 
dağlara doğru yol aldı. Büyükbabasının inziva köşesine giden özel araba yoluna saptığında 
saat onu biraz geçiyordu. Yol yaklaşık bir buçuk kilometre uzunluğundaydı ve Sophie ancak 
yolu yarıladığında ağaçların arasından evi görmeye başlamıştı -bir dağ kenarındaki ormanın 
içine yapılmış, dev gibi eski taş bir şato. 
Sophie bu saatte büyükbabasının uyuyor olabileceğini aklından geçirmişti ama evin 
ışıklarının parıldadığını görünce oldukça heyecanlandı. Park edilmiş arabalarla dolu garaja 
vardığında sevinci şaşkınlığa dönüşmüştü -Mercedes'ler, BMW'ler, Audi'ler ve bir Rolls-
Royce. 
Sophie bir müddet baktıktan sonra kahkaha krizine tutuldu. Benim Grand-pére'm, ünlü 
münzevi! Görünüşe bakılırsa Jacques Sauniére göründüğü kadar münzevi biri değildi. Sophie 
okuldayken bir partiye ev sahipliği yaptığı belli oluyordu ve arabaların görünüşüne bakılırsa, 
Paris'in en nüfuzlu kişileri partiye katılmışlardı. 
Ona sürpriz yapmak için sabırsızlanan Sophie hemen ön kapıya koştu. Kapıya vardığında 
kilitli olduğunu gördü. Kapıyı yumrukladı. Kimse cevap vermedi. Şaşkın bir halde evin 
etrafında döndü ve arka kapıyı denedi. Cevap yoktu. 
Aklı karışmış bir şekilde biraz durup dinledi. Tek duyduğu, vadinin etrafında dönerken 
hafif uğultular çıkaran serin Normandiya havasıydı. 
Müzik çalmıyordu. 
Ses yoktu. 
Hiçbir şey duyulmuyordu. 
Sophie ormanın sessizliği içinde evin yan tarafına gidip, bir ağaç gövdesine tırmanarak 
yüzünü oturma odasının penceresine dayadı. İçeride gördükleri bir anlam ifade etmiyordu. 
"Burada kimse yok!" 
Birinci katın tamamı bomboş görünüyordu. 
İnsanlar nerede? 
Kalbi hızla çarpan Sophie, odunluğa gidip büyükbabasının çıra kutusunun altında 
sakladığı yedek anahtarı aldı. Ön kapıya koşup içeri girdi. Boş antreye adımını attığında 
güvenlik sisteminin kontrol paneli yanıp sönmeye başlamıştı... içeri giren kimsenin, güvenlik 
alarmı çalmaya başlamadan doğru şifreyi tuşlaması için 10 saniyesi olduğunu gösteren uyarı. 
Parti verirken alarmı mı çalıştırmıştı? 
Sophie çabucak şifreyi girdi ve sistemi kapattı. 
İçeri girdiğinde tüm evin bomboş olduğunu gördü. Yukarı katta da kimse yoktu. Bir kez 
daha boş oturma odasına indiğinde bir süre sessizce durdu ve neler olduğunu anlamaya çalıştı. 
İşte o anda derinden gelen sesleri duydu. Ve bu sesler aşağıdan geliyor gibiydi. Sophie bir 
anlam veremiyordu. Eğilerek kulağını yere dayadı ve dinledi. Evet, sesler kesinlikle aşağıdan 
geliyordu.  Şarkı söylüyor gibiydiler... Korkmuştu. Sesten daha ürkütücü olan, bu evin bir 
bodrum katı olmadığını hatırlamasıydı. 
En azından benim bildiğim bir bodrumu yok. 
Arkasını dönüp oturma odasını gözleriyle tarayan Sophie, evde yerinde durmayan tek bir 
nesneye rastlamıştı -büyükbabasının en sevdiği antika Aubusson duvar halısı. Genellikle doğu 


Yüklə 5,01 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   116




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə