97
yapmasının en önemli anlamı budur. Şâfiî’nin bu görüşünün temelinde ise, nassların
bir takım gerekçe ve mülahazalar neticesinde keyfî yorumlarla savsaklanabileceği
endişesi bulunmaktadır. Böylece o, yorum kargaşasının yaşanmasına engel olmaya
çalışmaktadır. Ancak onun bu iyi niyetli tavrının başka sıkıntılara neden olduğu ve
olabileceği de göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla insanlar hakkında hüküm verirken
onların sadece zahirî durumlarının dikkate alınması makul ve yeterli kabul edilebilir.
Ancak, buradan hareketle nassların da yalnız zahirî/lafzî çerçeve ve anlamlarına göre
yorumlanması gerektiği sonucuna varılması, nasslarda gözetilen maksatlara her
zaman hizmet etmeyebilir. Nitekim Şâfiî’de bunun somut örnekleri tezimizin üçüncü
bölümünde detaylarıyla birlikte ortaya konulmaya çalışalacaktır.
Bu nedenle biz Şâfiî’nin de katı bir biçimde nassların zâhirî ve lafzî
anlamına bağlı kalarak bir okuma ve yorumda bulunmanın neden olacağı çıkmazların
farkına vardığı kanaatindeyiz. Zira o savunduğu bu ilkeden sınırlı da olsa bir takım
delîl ve karînelerin bulunması durumunda ayrılabilmektedir. Nitekim onun, ihtilaflı
hadîsleri uzlaştırırken bir takım te’vil ve yorumlarda bulunması, kıyas ve akla göre
değerlendirmelerde bulunması onun kendi koymuş olduğu ilkeden ayrıldığının birer
göstergesidir. Bu da teorik olarak savunulan bir takım yöntem ve ilkelerin, hayatın
gerçekleri ve olgularıyla karşılaşıldığında her zaman tatbikinin mümkün olmadığını
ve pratikte anlamını kaybetme durumuna düşebildiğini göstermektedir.
C- Şâfiî’nin Zahirden Ayrılabilmesi, Hadîsleri Te’vili ve
htilâfu’l Hadîs
Usûlcülere göre, lafzın zâhir olan manasında değerlendirilmemesine ve bir
delile binaen zâhir olmayan başka bir anlamın kastedildiğine hükmolunmasına te’vîl
vâhidlerin zahirine dayanma ilkesinin, şeriatta hükmün zahire göre verilmesi ile
gerekçelendirilmesi zorlama gibi görünmektedir. Bir kimse hakkında karar verirken, onun zâhiri
haline göre ya da delillerin muktezasınca hükmedileceği kuşkusuzdur. Ancak Hz. Peygamberin
sözlerinin ve fiillerinin bir amacı, sebeb-i vurudu, gerekçesi vardır. Kelimeler bir meramı
anlatmakta araç olduğuna göre, sadece lafızları “asıl” kabul etmek ve Rasûlullah’ın amacını
görmezden gelmek bizce gerçek nebevî sünnetin tespitinde problemlerle karşılaşmamıza sebep
olabilir”. Aktepe, Şâfiî’de Sünnet, s.226 (dipnot 299).
98
denilir
460
. Ayrıca te’vil de bir şeyin gaye ve maksadını tesbit edip ortaya çıkarma
anlamı vardır ki bu da daha çok lafzın dışında bir anlamla gerçekleşir
461
.
Ş
u halde te’vîl, re’yle ictihadda bulunmanın özünü teşkil etmekte olup,
nassın akla ilk gelen lugavî zahirî anlamını, genel bir kâide veya hikmet-i teşrî gibi
herhangi bir delîle istinâden başka bir manaya sarfetmektir. Dolayısıyla te’vil olunan
mana bu delil nedeniyle daha tercihe şâyân olur. Te’vil, nassın muradını anlamayı
gerektiren aklî bir çaba olup, -burada dilin mantıkî delaletinden olan nassın zahirî
anlamına dayanmak söz konusu değildir
462
. Bu nedenle nassların yeni olay ve
durumlara uygulanmasında, onların mana ve maksadını tesbit etmede te’vîl büyük bir
önem arzetmektedir.
Te’vîlin anlamına ve tanımına ilişkin herhangi bir açıklamada
bulunmamasına
463
karşın Şâfiî, Kur’an’da te’vile ihtimali olan âyetlerin bulunduğunu
belirterek nassların te’vilini kabul etmektedir. Ancak o nassın zahirî anlamı dışında
herhangi bir anlama te’vil edilmesini icma şartına bağlamakta aksi halde zahiri
anlamının esas olduğunda ısrar etmektedir
464
.
Ancak Şâfiî bütün nassların te’viline taraftar değildir. Şâfiî’ye göre kim ki
te’vil ihtimali olmayan Kitâb’ın nassına ve kâim sünnete muhalefet etmeye
yeltenirse, bilinmelidir ki o kimsenin bu tür bir muhalefeti helâl değildir. Yine
insanlar topluluğuna/çoğunluğun görüşüne karşı gelmesi de helâl değildir
465
.
Dolayısıyla o te’vile ihtimali olmayan nasslar üzerinde ve icma bulunan konularda
artık te’vil ve yorum yapılmasını doğru bulmamaktadır. Fakat o kimse kendisine
ictihad etme hakkı tanınan bir konuda ihtilaf eder ve bu konuda delilleri olursa bu
durumda o kendisinden başkasına muhalefet etmiş olmaz.
466
.
460
Şa’bân, slâm Hukuk lminin Esasları, s. 320.
461
bn Manzûr, Lisânu’l-Arab, I. 172.
462
Duraynî, el-Menâhicu’l-Usûliyye, s. 18.
463
M. Edîb Salih bu hususta Şâfiî’nin irca ve tasyîr anlamında lafzı muhtemel anlamlarından birine
hamletmeyi te’vîl olarak isimlendirdiğini, dolayısıyla Şâfiî’ye göre te’vîlin, bir delile binâen
lafzı muhtemel anlamlarından birine döndürmekten ibaret olduğunu ifade etmektedir. Sâlih,
Tefsîru’n-Nusûs, I, 359.
464
Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 37.
465
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 498.
.
466
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 498.
99
Ş
âfiî nassları anlama konusunda te’vile dayalı ihtilafları normal ve doğal
karşılamaktadır. Nitekim bu hususta şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Te’vil
edilmesi mümkün olan ve kıyas yoluyla ulaşılan hükümlerde, yorumcu ve kıyasçının
haber ya da kıyasın delalet edebileceği bir manayı ileri sürmesini ve başkasının ona
muhalefet etmesini, hakkında nass bulunan bir konuda ihtilafa düşme gibi
görmem”
467
.
Bu bakımdan Şâfiî, hadîslerin te’vîli konusunda sınırlı bir yaklaşıma
sahiptir. Zira daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi o, sika ravînin hadîsiyle
yetinilmesi gerektiği ve onun herhangi bir te’ville reddedilemeyeceği konusunda
ısrarlı bir tutuma sahiptir. Ayrıca ona göre, Hz. Peygamber Kitab’ın te’vilini en iyi
bilendir
468
. Şu halde te’vil bir takım maksat ve gayeye dayanarak yapılan bir tür
yorumdan ibaret olduğuna göre Şâfiî, hadîslerin herhangi bir yorumla
değerlendirilmesini adetâ sınırlamakta, sika ravînin haberiyle olduğu gibi
yetinilmesini istemektedir.
Ş
âfiî’nin te’ville ilgili bu yaklaşımı ise kendinden öncekilere göre farklı bir
tutum arzetmektedir. Bu nedenle Hanefî ve Mâlikî fakîhleri tevîl- yorum kanalıyla
pek çok hadîsi farklı anlamlara hamlederek işlevsiz bıraktıklarına, özellikle de
Hanefîlerin rivâyeti tespitte daha ziyade şeklî ya da haricî vasıflara değil de, içeriğine
önem verdiklerine, Şâfiî’nin ise bu hususta içerikten ziyade şeklî şartlarla yetinmesi
nedeniyle, bu noktada onlardan ayrıldığına ve hareket alanlarını daralttığına dikkat
çekilmiştir
469
. Şâfiî’nin hadîslerin muhtevasını sorgulamaksızın, sırf şeklî şartlarına
binaen onların hukukta geçerli bir delil olarak kullanılmasına taraftar olması ve bunu
savunması tabiatıyla hadîslerin içeriğinden ziyade, lafızlarına sıkı sıkıya bağlılığı
beraberinde getirmiştir.
Ş
âfiî ayrıca hadîsleri/sünneti te’vile açık olan ve olmayan şeklinde de tasnif
etmektedir ki ona göre, herkesin bildiği mütevatiren gelen sünnetler te’vile kapalı
olup, mütevatir olmayan sünnetler ise te’vil edilebilir düzeydedir
470
. Şâfiî’nin
hadîslerin/sünnetin yorum ve te’vîl alanını sınırlayan bu iddiasının temelinde ise,
467
Şâfiî, Risâle, 303 (no. 1675).
468
Şâfiî, Umm, VII. 319.
469
Özafşar, Hadîsi Yeniden Düşünmek, s. 90.
470
Şâfiî, Risâle, 197-198 (no. 965-967).
Dostları ilə paylaş: |