105
kuvvetli olanının tercihe değer olmasının yanısıra, Kur’an âyetinin mânâsına
benzemesi veya Hz. Peygamberin başka bir sünnetine uygun olması, yahut da alimler
tarafından daha çok benimsenmesi
493
veya kıyas açısından daha doğru ve Hz.
Peygamberin sahabîlerinin çoğu tarafından kabul edilmiş olması birer tercih
nedenidir
494
.
Aslında Şâfiî’nin bütün bu değerlendirmeleri, onun daha önce ifade ettiği
üzere gerçekte hadisler arasında ihtilaf olmadığı iddiasının sağlam temellere
dayanmadığını, dolayısıyla hadisler arasında çelişki ve ihtilafın var olduğunun açık
bir itirafıdır. Dolayısıyla o, bu ihtilafları ortadan kaldırmak için ilgili rivâyetleri hem
subût yönünden hem de Kur’an’a, sünnete, icma’ya ve kıyas’a arzederek metin
yönünden incelemeye aldığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu durum, onun arzla
ilgili olumsuz tutumunu da sarsmaktadır. Dolayısıyla Şâfiî’nin kendisi de metin
tenkidini kaçınılmaz görmüş, düşük yoğunlukta da olsa metin tenkidine
başvurmaktan geri duramamıştır. Ancak hadîslerin arzına ve metin tenkide neredeyse
sadece ihtilaflı hadîsleri uzlaştırmada başvurması, hadîsleri değerlendirmede genel ve
temel bir ilke olarak benimsememesi, hatta menfî bir tavır takınması Şâfiî’nin
yöntemini tartışılır hale getirmiştir.
Kısacası Şâfiî, hadîslerde görülen çelişkileri hadîs için önemli bir kusur
olarak görmemiş ve bu nedenlerle çelişkili hadîsleri reddetmemiş, mümkün
olduğunca uzlaştırmaya çalışarak veya tercih usûlünü uygulayarak bunlarla amel
etmiştir
495
. Dolayısıyla bir bütün olarak hadislerle amel etmek, Şâfiî’nin temel
fikridir
496
. Ancak her ne kadar Şâfiî’nin ihtilaflı hadîslerin arasını telifte, mümkün
mertebe her bir hadîsle amel edilmesini arzuladığı kabul edilse de, onun, kendisinin
493
Alimler tarafından daha çok benimsenmiş olması da muğlak bir konudur. Zira bu durumda hangi
alimler veya hangi bölgedeki alimler, bunların sayısı ve de alimlerin bir şeyi benimsemiş
olmasının mutlak anlamda o şeyin doğru mu olduğu şeklinde bir takım sorular gündeme
gelmektedir.
494
Şâfiî, Risâle, 162 (no. 782).
495
Hasan, slâm Hukukunun Doğuşu, s. 204-205.
496
G. Lecomte’ye göre, Şâfiî’nin hadîs noktasındaki tutumu tam anlamıyla kesindir ve htilâf’ın bir
çok pasajı, onun, Peygamber hadîsi bünyesine dâhil bütün unsurların topluca kabulünü
dokunulmaz bir prensib yaptığını ortaya koymaktadır. Daha açık bir ifadeyle, hadîs bütünüyle
kabul edilmelidir, bir kısımının reddi, tamamını reddetmek gibidir. Lecomte, Gérard, “Şâfiî’nin
“ htilâfu’l-Hadîs”inden bn Kuteybe’nin “Muhtelifu’l-Hadîs”ine”, çev. . Kâfî Dönmez, slâm
Medeniyeti, c. V, sy. 1, stanbul, 1981, s. 7-8.
106
geliştirdiği belli kıstaslar çerçevesinde hadîsleri değerlendirdiği ve kıstaslarına
uymayan hadîsleri hukuk malzemesi yapmadığı da belirtilmiştir
497
.
Değerlendirme:
Ş
âfiî’nin nassları anlama ve yorumlama yöntemine dair bizzat kendi
ifadelerinden de açıkça anlaşılmaktadır ki, o, temelde ilke olarak âyet ve hadîslerin
zahirî/lafzî anlamlarına göre anlaşılması ve uygulanması taraftarıdır. Bu düşünceden
hareketle o nassları anlamada zâhir ve bâtın kavramlarına dikkat çekmiştir. Ona göre,
nasslarda kastolunan esas illet ve gayeyi ortaya çıkaracak olan bâtınî anlam ise ancak
nasslardan bir delâlet olması şartıyla esas alınabilir. Dolayısıyla o başka delillerle
bâtınî anlamın alınmasına taraftar değildir. Bu yaklaşımı ile o, hadîslerde zahirî ve
umûmî anlamın altyapısını daha da güçlendirmiş ve onu temel bir ilke haline
getirmiştir. Ayrıca bu durum nassı anlama ve yorumlama çabasındaki müctehidin
hareket alanını da daraltmıştır ki, aslında Şâfiî’nin temel amacı ve projesinin de
bundan ibaret olduğunu söylemek mümkündür. Oysa kendisinden önceki müctehid
imamlara baktığımızda onların nassları değerlendirirken -Şâfiî’de olduğu gibi-
öncelikle konuya zâhir ve bâtın açısından yaklaştıklarını söylemek mümkün değildir.
Bilakis onlar, nasslara, öncelikle gözetilen mana, maksat, illet, hikmet, maslahat,
kamu yararı ve uygulama gibi temel ilkeler açısından yaklaşmışlardır.
Ancak yine de Şâfiî, nassların zahirine/lafzî anlamına sıkı sıkıya
bağlanmanın bir takım sıkıntılara ve tıkanmalara neden olacağının farkına varmış
olmalı ki, sınırlı da olsa nassların te’viline kapı aralamış ve bilhassa ihtilaflı hadîsler
konusunda zahirî anlamdan ayrılarak, hadîslerin varit olduğu şartları, sebepleri ve
amaçları dikkate alarak mana ve maksat eksenli yorumlarda da bulunmuştur.
Fakat Şâfiî’nin, nassların zahirinden ayrılarak batınî/maksadî anlamların
alınması durumunda keyfi yorumların yaşanacağı endişesine kapıldığı
anlaşılmaktadır. Bu nedenle zahîrî anlamı öncelemekte ve bundan ayrılmayı sıkı
ş
artlara bağlamaktadır. Dolayısıyla bu sıkı şartlar dışında Şâfiî, nassların zahirinden
ayrılmayı bir risk olarak görmekte ve güvensizlik duymaktadır. Halbuki güvensizlik
497
Gürkan, slam Hukuk Metodolojisinin Oluşumu ve Şâfiî’nin Yeri, s. 275.
Dostları ilə paylaş: |