122
ile haberi araştırmış olur
573
. O halde alimlerin yapması gereken, ancak kesin olarak
bildikleri hususlarda görüşlerini söylemeleridir
574
. Bu nedenle Şâfiî, bizzat kendisinin
de hüküm verirken, kesin ve kuşatıcı (ihâta) bilgiye, doğru habere ve kıyasa
dayandığını özellikle ifade etmektedir
575
. Bu bakımdan Şafiî’nin nazarında bilgi eğer
somut bir şeye istinad ederse bilgidir. Bu somut şey ise haberdir. Dolayısıyla bir
haber veya somut bir şeye dayanmayan her şey, bir vehimdir ve batıldan ibarettir
576
.
Ş
u halde net olarak anlaşılmaktadır ki Şâfiî’ye göre ilmin esası nakledilen
haberden ibarettir. Bu olmaksızın kıyas da bir anlam ifade etmemektedir. Zira kıyas
ancak o konuda bir haberin bulunması ve ona kıyas edilmesi ile meşruluk
kazanmaktadır. Dolayısıyla Şâfiî’de dinin ve bilginin kaynakları temelde haber ve
kıyas
olmak üzere iki kategoride değerlendirilmektedir
577
. Kısacası ona göre bilginin
(fıkhî bilgi) kaynağı, kişilerin re’yi, ya da muğlak bir ifade olan ‘uygulama’ ve
‘icma’
olamaz. Hanefîler’in ‘istihsan’ prensibi ile, Malikîler’in ‘maslahat’
prensiplerine şiddetle karşı çıkmasının nedeni de budur. Zira ona göre bilginin (fıkhî
bilginin) yegane kaynağı ‘haber’dir. Yine bu haberin yegane iki kaynağı ise ‘Kitap’
ve ‘hadîs/sünnetden ibarettir. cma ve kıyas da ancak bunlara dayananarak var
olabilmektedir. Artık onun mantığına göre, Kitap ve hadîs/sünnetten birine
dayanmayan fıkhî çıkarımların bir geçerliliği yoktur. Zira ona göre en yüksek bilgi
kaynağı Kur’an’ın yanısıra doğruluğu hususunda şeklî kriterleri taşıyan
hadîs/sünnettir
578
.
Bu nedenle o, yalnız nasslardan ve nassların delâletinden çıkarılan bilgiye
itibar etmekte ve bilgiye bakışını bu temel üzerine oturtmaktadır. Bunu onun ilmi
daha doğrusu dinî bilgiyi kaynakları itibariyle tasnif ederken daima asıl-asla kıyas
573
Şâfiî, Risâle, 274 (no. 1466). Arapça metnindeki haber lafzı, nass olarak çevrilmiştir. Krş, Şâfiî,
er-Risâle, thk. A. Muhammed Şâkir, 50-508.
574
Şâfiî, Risâle,s. 23 (no. 131).
575
Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 13.
576
el-Bûtî, “Eseru’ş- Şâfiî fî Menheci’t-Tefkîri’l- slâmî Kadîmen ve Hadîsen”, s. 493.
577
Şâfiî, Risâle, 274 (no.1466). Aslında Şâfiî’nin bilgiyi daha doğrusu temel kaynakları ifada
ederken, daima sırasıyla aynı kaynakları sıralamadığı muhtelif şekillerde tasnif ettiği
görülmektedir. Temel de nass olarak Kur’an ve sünneti/hadîsleri sayarken, zaman zaman bunlara
icma’yı, âsârı ve kıyası da dahil etmektedir.
578
Şâfiî, Risâle, 274-272 (no. 1456-1460); Özafşar, Hadîsi Yeniden Düşünmek, s. 95-96; Aktepe,
Ş
âfiî’de Sünnet, s. 184.
123
579
, nass- istidlâl
580
, nass- istinbât
581
, ittibâ ve istinbât
582
ş
eklinde ikili bir taksime tabi
tutmasında da görmek mümkündür
583
. slam hukuk tarihinde Şâfiî’nin, “nass-istidlâl”
ve “ittibâ-istinbât” şeklinde sistematize ettiği, anlama ve yorumlamaya ilişkin ortaya
koyduğu mezkur kavramsal çerçeve, sonraki sünnî hukukçularca da büyük ölçüde
takip edilmiştir. Ancak istidlâlin mahiyeti hususunda aralarında fark vardır. Şâfiî,
istidlâli kıyas olarak açıklarken, Hanefîler istihsanı, Mâlikîler de ıstıslahı bu
kapsamda değerlendirmişlerdir
584
.
Ş
âfiî’nin
“ lim, hadîse geldiği şekliyle ittiba etmektir”
585
sözü de onun ilim anlayışı hakkında fikir vermektedir. Şu halde ona göre bilgi,
hadîse olduğu gibi uymakla -ki bu zahirî anlamı almaktan ibarettir- mümkün
olabilmektedir. Bu tavrıyla o, hadîslerin lafzî/zahirî anlamıyla amel edilmesi
gerektiğini vurgulamakta ve buna aykırı usûl ve gerekçeklerle hadîslerin yorum
alanını daralmaktadır. Zaten ona göre, zahire göre hüküm vermemek zandan ibarettir.
Zanna binaen hüküm vermek de doğru bir davranış değildir. Ona göre zahir
insanların dilleriyle ikrar ettiği veya o konuda dayandıkları her hangi bir delil ve
beyyinedir
586
.
Ayrıca Şâfiî’nin bilgiyi, zâhir ve bâtında gerçeği kapsayan bilgi ve yalnız
zâhirde gerçek olan bilgi olmak üzere iki kategoride değerlendirdiği
görülmektedir
587
. Ona göre, hem zâhir ve hem bâtında gerçeği kapsayan bilgi,
Allah’ın ve Resûlullah’ın bir hükmünü ihtiva eden bir nass ile sabittir ve çoğunluk
onu yine çoğunluk aracılığıyla nakletmiştir. Bu bilgiyle, Kitab ve sünnet
hükümleriyle bir şeyin helal veya haram olması sabit olmuş olur. Yalnız zâhirde
gerçek olan bilgi ise, Hz. Peygamberden özel kişilerin rivâyet ettikleri sünnet
bilgisidir. Şâfiî buna iki şahidin şahitliği ile bir kimsenin idamına hükmetmeyi örnek
olarak vermektedir. Oysa bu sadece zahirde gerçektir. Zira o iki şahidin yanılmaları
579
Şâfiî, Umm, VIII. 33; Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 496.
580
Şâfiî, Risâle, 9 (no. 46); Şâfiî, Umm, I. 276; III. 30; Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 493.
581
Şâfiî, Risâle, 9 (no. 45); Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 497.
582
Şâfiî, Umm, I. 276.
583
Özen, Aklîleşme Süreci, s. 387.
584
Apaydın, “Nasları Anlamada Yetki ve Yöntem Sorunu”, s. 17.
585
Şâfiî, Umm, V. 251.
586
Şâfiî, Umm, I. 434.
587
Şâfiî, Risâle, 257 (no. 1328).
Dostları ilə paylaş: |