124
da mümkündür. Şâfiî, kıyasla ictihada dayanan bilginin de, yalnız kıyas yapan
kimseye göre zahirde gerçeği ifade edeceğini belirtmektedir
588
.
Ş
âfiî bu konuda ise, Kâbe örneğini vermektedir. Ona göre Mescid-i
Haram’dayken Kâbe’ye dönmek zahirde ve batında gerçeği ifade eder. Kâbenin
görülmediği yerlerde ise, bir takım işaretlere dayanarak Kâbeye dönmek ise yalnız
zahirde gerçeği ifade eder
589
. Şâfiî muhatabına ayrıca şöyle seslenmektedir: “Sen,
benim gerçeği bulmak için iki şekilde yükümlü olduğumu bilmiyor musun?
Bunlardan birisi tam olarak zahir ve batında gerçek, diğeri de bâtında değil, sadece
zâhirde gerçek”
590
.
Ş
ah Veliyyullah Dehlevî’ye göre Hz. Peygamberden bilgi, zâhir ve delâlet
ş
eklinde iki türlü alınır. Zâhirin alınmasından maksat, Hz. Peygamberden tevâtür
yoluyla veya tevatürsüz nakledilen haberlerdir. Delâletin alınmasından maksat ise,
onlardan istinbatta bulunulmasıdır. Bu ise sahâbenin, Hz. Peygamberin
konuşmalarından ve işlediği fiillerden vacip, mendub gibi bir takım hükümler
çıkararak bu hükümleri haber vermeleri şeklinde cereyan etmektedir. Tabiîn kuşağı
da bunları almış ve sonraki üçüncü tabaka da tedvin etmiştir. stinbât yolunun en
önde gelenleri ise Hz. Ömer, Hz. Ali, bn Mes’ûd ve bn Abbas’tır
591
. Daha önce de
belirttiğimiz gibi Şâfiî’nin Hz. Peygamberden nakledilen haberlere/hadîslere verdiği
büyük önem ve de hadîs varken bu konuda sahabe de dahil hiç kimsenin görüşünün
huccet olamayacağı şeklindeki görüşü nazar-ı itibara alındığında; onun bu iki yolla
gelen bilgilerden Hz. Peygamberden zahiren alınan bilgiye her zaman öncelik
tanıdığı bir kez daha teyid edilmiş olmaktadır. Şu halde yalnız zahiren nakledilen
haberlere itibar edilmesi, hadîslerin zâhirine bağlılığı da kaçınılmaz kılıcaktır.
Nitekim biz, bu durumun Şâfiî’de görülen somut örneklerini tezimizin son
bölümünde vermeye çalışacağız.
lk dönemlerde ise hadîs rivâyeti ve hadîslerin içerdiği konular mutlak
‘ilim/bilgi’ olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Muhammed b. Sîrîn’den nakledilen
588
Şâfiî, Risâle, 258 (no. 1329-1332). Şâfiî’nin benzer şekilde yine ilmi ikili olarak tasnif etmesi
için bkz. Şâfiî, Risâle, 197- 198 (no. 961-971).
589
Şâfiî, Risâle, 259 (no. 1336-1348).
590
Şâfiî, Risâle, 261 (no. 1368).
591
ed-Dehlevî, Şah Veliyyullah, Huccetullâhi’l-Bâliğa, çev. Mehmet Erdoğan, z yay., stanbul,
1994, I. 483-484.
125
“Bu ilim dindir, şu halde dininizi kimden aldığınıza iyi dikkat edin!”
592
sözü bilginin
hadîs anlamında kullanıldığını en iyi ifade eden bir anekdottur. şte hadîs ekolü de
rivâyet edilen bu hadîslere bilgi kaynağı olarak aşırı bir değer atfetmiş ve hadîsle
bilgiyi aynîleştirmiştir. Bu da bilgiyi hadîs ve esere indirgeyen, hadîs bilgisinin re’y,
ictihad, kelam ve kıyasa olan üstünlüğüne vurgu yapan bir anlayışı da beraberinde
getirmiştir. Böylece hadîs ehli eliyle din hakkındaki bilgi hadîsle temellendirilmeye
ve re’ye karşı hadîsin otoritesi güçlendirilmeye çalışılmıştır
593
. Şâfiî’nin ortaya
koyduğu metodolojiye ve savunduğu temel görüşlere baktığımız zaman aslında onun
dinin anlaşılması ve yorumlanmasında nassın yanısıra akıl, kıyas ve re’ye de büyük
bir ehemmiyet veren ehl-i re’y ekolünün aksine, bunlara sıcak bakmayan ehl-i hadîs
ekolünün zihniyetine daha çok uygunluk arzeden bir yaklaşıma sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Nitekim bu durum “bilgi”nin temellendirilmesi probleminde de
açığa çıkmaktadır. Zira daha önce de ifade ettiğimiz gibi ona göre bilginin kaynağı
haberden/hadîsden ibarettir. Ona nisbet edilen bazı ifadelerden de, onun bilgiden
kastının hadîs olduğu anlaşılmaktadır. “ lim taleb etmek/bilgi peşinde koşmak, nafile
namazdan daha faziletlidir, hadîs okuma, nafile namazdan daha hayırlıdır”
594
sözü ile
Mâlik ve Sufyân b. Uyeyne olmasaydı Hicaz’ın bilgisi yok olur giderdi
595
derken de
Hicazın bilgisi ile Hicaz’ın hadîsini kastettiği belirtilmiştir
596
.
Ancak Şâfiî’nin bilgi anlayışında en son sırada da olsa, kıyas ve ictihada
yer verdiği düşünülürse onun ehl-i hadîse nazaran daha ileri bir merhalede bulunduğu
ortadadır. Dolayısıyla mam Şâfiî’nin, hadîs taraftarlarının bilginin yukarıdan
aşağıya doğru akması ilkesini geliştirerek buna içtihadı da eklediği, bilginin değişik
toplumlara, zaman ve mekanlara taşınmasının beşerî yorum yöntemleri
kullanılmadan mümkün olmadığını fark ederek, ictihadın kaçınılmaz olduğunu ilan
ettiği ve böylece hadîs ehlinin ilim kavramının içine fıkhın önemli bir unsuru olan
kıyası dahil ederek onları ikna etmeyi başardığı ileri sürülmüştür
597
.
592
el-Bağdâdî, el-Fakîh, II. 96, 98, 178.
593
Gürler, Ehl-i Hadîsin Düşünce Yapısı, s. 139-140.
594
el-Bağdâdî, el-Hatîb, Şerefu Ashâbi’l- Hadis, thk. Mehmed Saîd Hatîboğlu, D B Yay., Ankara,
1991, s. 113; Zehebî, Siyer, X. 23, 53.
595
Beyhakî, Menâkıbu’ş-Şâfiî, I. 502; Râzî, Menâkıbu’ş-Şâfiî, s. 29; Zehebî, Siyer, VIII. 74, 457.
596
Gürler, Ehl-i Hadîsin Düşünce Yapısı, s. 135.
597
Bedir, Fıkıh, Mezhep ve Sünnet, s. 78-79.
Dostları ilə paylaş: |