126
Kanaatimizce bu durum, Şâfiî’nin ortayol ve denge siyaseti ile yakından
ilgilidir. Onun, böylece hadîs taraftarlarının temel yaklaşımları ile re’y taraftarlarının
temel yaklaşımları arasında denge kurmaya çalışarak bununla mezkur iki ekolü
uzlaştırmayı hedeflediğini söylemek mümkündür. Ne varki Şâfiî’nin bu çabasının
sonunda dengenin kurulmasından ziyade akıl ve re’yin aleyhine olmak üzere denge
bozulmuş, her türlü sorunun çözümü nakilde aranmış akla gereken değer
verilmeyerek akla yönelik güvensizlik meydana gelmiştir
598
. Daha doğrusu,
nakilciliğe yaptığı vurgu ile amaçladığı “güven” oluşmamış, tam aksine uydurma
hadîsler meselesi bir kaosa yol açmıştır.
Bu arada hadîslerin manaya delâleti daha doğrusu ifade ettikleri bilginin
değeri ve bağlayıcılığı konusunu da bir problem olarak yerini almıştır. Nitekim
Ş
âfiî’den önceki hukuk mektepleri de hadîslerin delâlet problemini göz önünde
bulundurmuşlardır. Meselâ mam Ebû Hanîfe’ye göre, Kur’an’da vârid olan her şey,
delâlet bakımından kat’î, sünnette (mütevâtir ve mustefîz hâriç) varid olan her şey,
delâlet bakımından zannîdir
599
. Şâfiî’ye göre ise sünneti oluşturan mütevatir ve âhâd
hâdislerin delaleti kat’î olup, aynı zamanda bunlar, akla dayanan kıyastan üstündür.
Kıyas dâima zannî bir delâlet taşımak durumundadır. Bu nedenle Şâfiîler âhâd
hadîslerin delâletini zannî gören Hanefîlerden ayrılmaktadır
600
.
Ş
âfiî bu yaklaşımı ile Hz. Peygamberden şifahî olarak nakledilen hadîslerin
manaya delâletini, vurûdu kat’î olan Kur’an delâleti ile aynı değerlendirmeye tabi
598
Bu nedenle meselâ Şafiî’nin, şer’î meselelerin anlaşılmasında, selefin yöntemine aykırılık
arzettiği düşüncesiyle, kelâmcıların her türlü teorik ve pratik konuda, aklın sınırlı olmasına
rağmen dinin anlaşılmasında aklı hakem kılmaları ve rehber saymaları nedeniyle onların
görüşlerini ve yöntemini benimsemediği ve bunun yerine Şâfiî’nin daima Kitab ve sünnete
yöneldiği dolayısıyla aklın gücüne güvenmediği ifade edilmektedir. Usfûr, el- mâm eş-Şâfiî, s.
175.
599
Ünal, Ebû Hanîfe’nin Hadîs Anlayışı, s. 134; Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 161.
600
Ebû Zeyd, “ mam Şâfiî ve Ortayol”, s. 122. Görmez, A.g.e., s. 161. Aslında Şâfiî’ye göre haber-i
vâhidlerin de delâletinin kat’î olduğu tesbiti üzerinde yeniden durulması gerekmektedir. Her ne
kadar Şâfiî, haber-i vâhide kıyasa göre öncelik tanımış olsa da, onda haber-i vâhidin kesin bilgi
ifade ettiği hususunun tartışmaya açık olduğu görülmektedir. Nitekim Şâfiî fıkıh usûlünde de
haber-i vâhidin bilgi değeri üzerinde, hiçbir şekilde bilgi ifade etmeyeceği, kesin olarak bilgi
ifade edeceği ve karineli olması durumunda bilgi ifade eceği şeklinde üç ayrı görüşün ön plana
çıktığı belirtilmiştir. Hadîslerin genellikle kesin bilgi ifade ettiğini söyleyenler genelde zahirî
ekolüne mensup alimlerdir. Haber-i vâhidin kesin bilgi ifade ettiğine dair bn Kayyım el-
Cevziyye tarafından Şâfiî’ye nisbet edilen bir görüşün, Şâfiî fıkıh usûlü kitaplarının herhangi
birinde yer almadığı belirtilmiştir. Bkz. Güleç, Şâfiî Fıkıh Usûlünde Hadîs Metodolojisi, s.-
193-209.
127
tutmuştur. Dolayısıyla ona göre sıhhat şartlarını haiz olan haber-i vâhid Kur’an’ın ve
mütevâtir sünnetin âmmını tahsis eder
601
. Oysa hadîslerin ekseriyetinin manen
rivâyet edilmesi, onların Kur’an gibi manaya delâletini engellemektedir. Hadîsler
güvenilirliklerine göre mütevatir, meşhur ve âhâd şeklinde tasnif edilmeye ve bir
referans metni olarak kullanılmaya daha müsaittir
602
.
Yine de Şâfiî’ye göre, her ne kadar haber-i vahid kıyastan daha yüksek bir
konumda bulunsa da, ona göre âhâd haberler, mütevatir ve meşhur haberlerden daha
düşük bir mevkiye sahiptir. Zira o, doğruluğunda icma edilen rivâyetler üzerinde
ş
üphe edeni tevbeye davet ederken, âhâd hadîsleri reddedenleri tevbeye davet
etmemektedir
603
.
Sonuç olarak Şâfiî’nin bilgi anlayışının da, onun lafza bağlı anlama ve
yorumlama yöntemi üzerinde önemli bir etkiye sahib olduğu kanaatindeyiz. Onun
daima naklî bilgiyi esas alması, aklî bilgiyi kıyasa indirgemesi ve diğer aklî
yöntemlere şiddetle tepki göstermesi, onu nasslara ve lafzî anlamlarına daha bağlı bir
hale getirmiştir. Her ne kadar nassların yanı sıra sınırlı da olsa akla ve kıyasa da yer
vererek denge kurmayı amaçlayan ortayolcu bir tutum sergilemeye çalışsa da Şâfiî,
aslıda kendisinden önce, nassların yalnız lafzına bağlı kalmaksızın, onları akıl, re’y,
istihsan ve maslahata göre yorumlayan re’y ekolünün aksine o hadîs ekolünün ilim
anlayışıyla hareket etmiştir. Bu da onun tam bir ortayolcu tavra sahip olmadığı
göstermektedir. Ancak kimi zaman zorunlu olarak ve kısmen de olsa bilgi teorisinin
kapsamına kıyas ve re’yi dahil etmesiyle zayıf ta olsa uzlaştırıcı bir tavır takındığı
söylenebilir.
C- ctihad ve Kıyas Anlayışı
slâm’ın temel kaynakları konumunda olan nasslar acaba nasıl anlaşılacaktır
veya hakkında nass bulunmayan problemlerin çözümünde nasıl bir yol izlenecektir?
Yalnız nasslara ve onların zahirî/lafzî anlamına dayanılarak her hangi bir
sorgulamaya tabi tutulmadan mı hareket edilecek yoksa nasslarda gözetilen temel
601
el-Ezrak, Muhammed, “Minhâcu’l- mami’ş-Şâfiî”, s. 261-262.
602
Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 157-158.
603
Şâfiî, Risâle, 248-249 (no. 1259-1261); Ebû Zeyd, “ mam Şâfiî ve Ortayol”, s. 121.
Dostları ilə paylaş: |