142
“ta‘lîl”i reddetmesi
677
ve yalnızca nassların literal kapsamını egemen kılması
nedeniyle, müctehid ne meşru bir role ve ne de otoriteye sahip olmaktadır. bn
Hazm’a göre, nassların literal kapsamı ise her şeyi cami’dir
678
. Goldziher’in de tesbit
ettiği gibi kıyası redden Zahirilerle, kıyası benimseyen ekoller arasındaki temel fark,
birincilerde hüküm verilirken yalnız lafız ölçü alınırken diğerlerinde -kıyas yöntemi
ile- hüküm verilirken lafzın aşılabilmiş olmasıdır
679
. Ancak kıyas mektepleri de lafzı
aşma bakımından birbirinden ayrılabilmektedir.
Fakat nassların otoritesini temellendirme ve nasslara bağlı literalist bir
hukuk anlayışını savunma bakımından Şâfiî ile Zahirî ekol mensupları benzer
argümanlara sahiptir. Çünkü hem istihsanı reddeden Şâfiî ve hem de kıyası rededden
Davud el- sfehânî gibi bilginler, aynı çizginin mensupları olup, literalist bir hukuk
anlayışına sahiptirler. Gerçekte her iki tarafta ilahî otoritenin savunmasını yapmakta
olup aralarındaki temel fark amaçta değil, yöntemdedir
680
. Meselâ, Zahirilere göre
re’yle hüküm vermek caiz değildir
681
. Şâfiî’nin de re’yi kısıtladığı ve ictihadı da
kıyasla sınırladığı tekrar düşünülürse iki ekol arasındaki yakın çizgiyi net olarak
görmek mümkün olacaktır. Ancak buna rağmen, Şâfiî’nin, Zâhirîler gibi
dışlanmamasının temel nedeni, onun bir yandan eleştirdiği ve karşı çıktığı bölgesel
hukuk ekollerinin ortak kavramlarına (Kur’an, sünnet, icma’ ve kıyas) sahip çıkması
ve kendisinin bir denge unsuru olarak çekim noktası kazanmasıdır
682
. Kısacası,
Ş
âfiî’nin, ne tam bir re’yci, ne de tefsir ve fıkıhta kıyası kesin olarak kabul
etmeyenler gibi zahirî ve literalist olmadığı, bu hususta vasat bir yol izlediği ifade
edilmiştir
683
.
Ancak Şâfiî’nin nasslara ve nassların zahirî anlamına bağlı yöntem ve
yaklaşım tarzı esasen en başta istihsâna karşı takındığı olumsuz tavırda ortaya
çıkmaktadır. Bu nedenle kıyas ve ictihad anlayışında lafza bağlı yorum yöntemini
677
bn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed ez- Zâhirî, el- hkâm fî Usûli’l-Ahkâm, Dâru’l-Hadîs,
Kahire, 1404, VIII. 575 vd.; A.mlf, en-Nubzetu’l-Kâfiye, thk. Muhammed Ahmed Abdulazîz,
Dâru’l-Kutubi’l- miyye, Beyrût, 1405, s. 67.
678
Taştan, “ slam Hukukunda Literalizm”, s. 147, 150.
679
Goldziher, Zâhirîler, s. 39.
680
Taştan, A.g.m., s. 146.
681
Abdulmecîd, el- tticâhâtu’l-Fıkhıyye, s. 389.
682
Taştan, A.g.m., s. 156.
683
Arslan, Şâfiî’nin Kur’an Okumaları, s. 280.
143
irdeledikten sonra şimdi de onun istihsana karşı takındığı menfî tutum ve yaklaşımını
incelememiz gerekmektedir.
D- stihsana Menfî Yaklaşımı
Acaba slam toplumunda sonradan ortaya çıkan her türlü hukukî, siyasî ve
iktisadî vs. mahiyetteki yeni mesele ve sorunları salt nasslara veya nasslara kıyas
yoluyla çözmek hakîkaten mümkün müdür? Bu nedenle şer’î kaynakları Kitap,
sünnet, icma ve kıyas olarak dörde indirgemek ne kadar doğrudur? Bu arada beşerî
aklın bir çabası olarak başka yöntemlere başvurmak da ne kadar geçerli ve
mümkündür? Beşerî akla ne kadar güvenilebilir? Akla sınırsız güven hangi sonuçlara
yol açar? Aklın gücünün sınırlanması ve dışlanması ne tür sıkıntılara neden olur?
Bütün bu sorular, yüzyıllar boyunca slam tarihinde ve coğrafyasında tartışılan temel
usûl ve düşünce konularının esasını teşkil etmiştir.
ş
te bu çerçevede icma ve kıyasın yanısıra slam toplumunda bazı fakîhler
ve ekoller tarafından sıkça başvurulan istihsân ve istıslah gibi kaynak ve yöntemler
hayli anlamlıdır ve üzerinde durulmaya değer konulardır. Zira bu yöntemlerin esası
nassların zahiri/literal anlamı dışında müctehidin zihinsel çabası sonucu ulaştığı bir
hakkaniyet ve maslahata binaen hüküm verme şeklinde tezahür etmektedir. Her ne
kadar isim olarak mevcut olmasalar da mahiyet ve öz olarak bu gibi yaklaşımların
daha sahabe devrinden beri var olduklarını söylemek mümkündür. Nitekim onlar,
Hz. Peygamberin verdiği müsaadeye binaen gerektiğinde ictihada başvururlardı.
Tamamı olmasa da sahabenin geneli, ictihadlarında şerîatın ruhundan ve genel
kurallarından
ilham alarak hareket ediyorlardı. Onlar ictihadda bulunurken, sonraki
devirlerin kıyas ve ictihadında olduğu gibi, mutlaka Kur’an ve sünnette bulunan bir
benzer hükme (nassa) baş vurmayı da gerekli görmüyorlardı
684
. Bu tesbit açıkça
istihsan ve ıstıslah yöntemlerinin köklerinin ilk nesillere kadar dayandığını ortaya
koymaktadır. Ancak adı geçen yöntemlerin Ebû Hanîfe ve mam Malik tarafından
pratikte çokça kullanılması nedeniyle, onlar tarafından vaz edilen birer yöntem
olduğu kanaati hasıl olmuştur.
684
Musa, M. Yûsuf, Fıkh-î slâm Tarihi, s. 383-389; Şener, Abdulkadir, Kıyas, stihsan, Istıslah,
D B Yay., Ankara, 1981, s. 115.
144
J. Schacht da, Goldziher’in istihsan prensibini bizzat Ebû Hanîfe’nin
koymuş olduğu şeklindeki kanaatine katılmaz ve bu prensibin Ebû Hanîfe’den önce
kavram olarak bulunmadığını sadece benzer bir akıl yürütmenin var olduğunu ve ilk
defa bunu terim (kavram) olarak da Ebû Yûsuf’un kullandığını belirtmektedir
685
. Şu
halde bu yöntemleri kullananlar yeni bir delil icad etmiş değildir. Onların, bu yolda
kendilerine rehber durumunda olan ashâbdan büyük selefleri vardır. Hz. Ömer, bn
Abbas, Rabîatu’r-Rey ve brahim en-Nahaî gibi zatlar bu delili uygulayan başlıca
kimselerdir
686
.
stihsan konusu, fıkıh usûlü eserlerinde geniş olarak ele alındığından burada
kısaca istihsanın mahiyetinden bahsetmekle yetinilecek, sonra Şâfiî’nin yaklaşımına
değinerek lafza bağlı yorum yöntemiyle ilgisi üzerinde durmaya çalışacağız.
Bilindiği gibi, kıyasta müctehidin önünde iki olay bulunur ve aralarındaki
ortak illet nedeniyle hakkında nass bulunan meselenin hükmü, diğerine verilir.
stihsan da ise müctehidin kanaatine göre, nass’ın genel anlamda uygulanması veya
ilk anda akla gelen kıyas uyarınca hareket edilmesi durumunda ya sıkıntı doğmakta
ya tercih edilmesi gereken bir maslahat kaybolmakta, ya da gözle görülür bir zarar
ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durumda müctehid, nassın veya kıyasın zâhir
hükmünden vaz geçerek, daha hakkaniyete ve maslahata uygun bulduğu istisnâî
mahiyette bir hükme varmaktadır ki, işte onun bu ictihadına istihsân adı
verilmektedir
687
. Dolayısıyla bu ictihad işleminde müctehid herhangi bir nassa
dayanmaksızın
ictihadda bulunur ki bu tür bir ictihadda kıyas yapılmaz, şerîatın
genel kuralları, zararın önlenmesi ve yararın sağlanması gözetilir
688
. Ebû shâk eş-
Ş
âtıbî, mam Malik’in mezhebine göre istihsanın küllî delile mukabil cüz’î
maslahatın alınması
ndan ibaret olduğunu belirtmektedir
689
. Dolayısıyla mâm Mâlik
de istihsanı almış ve o bununla maslahat-ı mürsele’yi kastetmiştir. Ona göre
maslahat-ı mürsele kıyasa takdim olunur. Zira maslahat-ı mürsele’nin delili, ona
685
Schacht, The Origins, s. 112.
686
Hudarî, slâm Hukuk Tarihi, s. 210.
687
Şâtıbî, Muvâfakât, IV. 206; Musa, Fıkh-î slâm Tarihi, s. 392-393; Şener, Kıyas, stihsan,
Istıslah, s. 119.
688
Musa, A.g.e., s. 391.
689
Şâtıbî, A.g.e., IV. 206.
Dostları ilə paylaş: |