134
olmadığında da ona kıyas/ictihad ederek, böylece her iki durumda da Allah’ın ve
Peygamberin emrini yerine getirerek itaat etmiş olurlar
633
. Zira o, gerçeğe ulaşmak
için ancak bununla sorumlu olduğumuz kanaatindedir
634
.
Ş
âfiî’nin öngördüğü bu kıyas teorisinden, onun her türlü dinî meselenin
çözümünü nassların yani haberlerin literal çerçeveleri ve bunların anlamlarına bağlı
kalarak ve aralarındaki benzerliğin kuralarak aranması gerektiğini
635
bir kez daha
ortaya koymaktadır. Böyle bir kıyas ise, bilfiil dinî nasslarda mevcut bir hükmü
keşfetmekle sınırlıdır. ctihadı, bilfiil mevcut olanı keşfetmek olarak görmek ise,
müctehidin aklını, Kitap veya sünnette mevcut olanı ortaya çıkaran delil ve
alametleri bilmekle sınırlamaktadır
636
. Böylece Şâfiî tarafından tanımlandığı şekliyle
kıyasta, dinin temel ve tümel ilkelerinin yeterli bir tanımından daha çok tikel
hükümlerin en yakın ve zahirî manalarıyla (illet) yetinilmektedir
637
. Şu halde Şâfiî,
Kitap ve sünnette sarahaten yer almayan konularda, nassın zahirine uymak şartıyla,
yani nassın açıkça gösterdiği işâret ve alâmetlere dayanarak ictihad yapma
yanlısıdır
638
. Zira o, insanların ancak zâhire/nassın bilinen ve ilk etapta anlaşılan
anlama, nassın gösterdiği işaret ve alâmete göre, ictihad etmekle sorumlu
tutulduklarını ifade etmektedir
639
. Dolayısıyla Şâfiî bağlayıcı bir nass bulunmayan
konularda zahire göre hareket edilmesi gerektiğini önemle vurgulamakta ve bunun
yöntemi de kıyasla ictihad etmek olarak açıklamaktadır
640
.
Ş
u halde daha açık bir ifadeyle Şâfiî, ictihadı nassların zâhirî/lafzî anlamı
ile sınırlandırmakta, ilke olarak nassların batınî/maksadî, fıkhî anlamına dayanarak
ictihadda bulunulmasının önüne geçmiş olmaktadır. Zira ona göre bâtını yalnız Allah
633
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 495.
634
Şâfiî, Risâle, s. 260 (no. 1358).
635
Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 68.
636
Ebû Zeyd, “ mam Şâfiî ve Ortayol”, s. 137. Dolayısıyla Şâfiî’nin bu ictihad anlayışı, bilinen
anlamıyla dinin temel ilkelerinden hareketle kamu yararı, kulların maslahatı, yararı sağlama ve
zararı ortadan kaldırmaya yönelik olmak üzere, nassların maksat ve gayesini gözeterek yorumda
bulunma şeklindeki ictihad anlayışından farklılık göstermekte ve öncelikle lafız-mana ilişkisine
dayalı beyânî ictihaddan ibaret olduğu anlaşılmaktadır.
637
Paçacı, “Öznenin Rolü”, s. 176.
638
Paçacı, Mehmet, “Anlama (Fıkıh) Usulüne Dair”, slâmî Araştırmalar Dergisi, c.8, sy. 2,
Ankara, 1995, s. 86-87. Hasan, slâm Hukukunun Doğuşu ,s.218; Arslan, Şâfiî’nin Kur’an
Okumaları, s. 266, 273.
639
Şâfiî, Risâle, 268. (no. 1421); Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 495.
.
640
Şâfiî, Risâle, 260 (no. 1358).
135
bilir
641
. Bu durum onun nassların ictihad yoluyla keyfî ve indî yorumlarla tahrif
edilmesine karşı nassları korumacı tavrını açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü onun
tefsirdeki bütün çabası, nassların otantik anlamlarıyla korunması ve yanlış tefsir
edilmemesidir. Bu durum, geniş anlamıyla Şâfiî’nin ictihad anlayışındaki temel
paradigmanın da bir ifadesidir
642
. Zaten Şâfiî’nin nassları anlama ve yorumlamada
sık sık zâhirî anlama vurgu yapmasının altında, kanaatimizce hep nassların keyfî bir
biçimde yorumlanarak dinin tahrif edileceği, böylece nassların iptal ve ta’tîl edileceği
endişesi yatmaktadır. Her ne kadar bir yere kadar bu endişe haklı görünse de,
nassların yalnız zahirî anlamına tutunulması, zaman zaman dinin amacının ve
nassların hikmet-i vücudunun ihmaline ve göz ardı edilmesine neden olmuştur.
Nitekim bunun yansımalarını slam toplumlarındaki lafızcı-şekilci hadîs/sünnet
anlayışlarında görmek mümkündür. Dolayısıyla zahîrî anlamın bizatihi kendisi de
nassın mana ve maksadını daima garanti etmemektedir. Şu halde mana ve maksadı
itibara alan yaklaşım nasıl eleştiriye açıksa, zahirî/lafzî anlam da aynı şekilde
eleştiriye açıktır ve eleştirilmesi tabiîdir.
Aslında
Ş
âfiî’nin
ictihad/kıyas
mevzusunda
ikilem
yaşadığı
anlaşılmaktadır. Bir taraftan ictihadın gerekliliğine işaret ederken, ictihadı kıyasla
sınırlamakta, diğer taraftan kıyası temel bir yöntem olarak görmeyip zarurete binaen
cevaz vermekte, bir diğer taraftandan onu naslar ve nassların lafzî/somut işaretlerine
dayanmak şartıyla sınırlamaya ve kayıt altına almaya çalışmaktadır. Nitekim şu
sözleri bu hususu açıkça ortaya koymaktadır: “ cma’ ile, sonra da kıyas ile hüküm
veririz ki bunlar, öncekilere oranla daha zayıftır; fakat bunlarla da zaruret olduğu için
hüküm vermekteyiz”diyerek ancak bir konuda haber/hadîs bulunmadığında kıyasa
zarûrete binâen cevaz vermektedir. Bu nedenle o, kıyası su bulunmadığında
teyemmüm abdesti almaya benzetir ve nasıl su bulunduğunda teyemmüm artık
geçerli değilse, haber bulunduğunda da artık kıyas geçerli değildir
643
. Kıyasa dahi,
ancak zârurete binâen cevaz veren birinin istihsan benzeri yöntemleri reddetmesi son
derece doğaldır. Yine Şâfiî’nin kıyas metodunu kullanırken, bunu salt maslahat ya da
ictihadına dayanarak değil de, bizzat Kitap, sünnet ve eserden istidlâl sonucu kabul
641
Şâfiî, Risâle, 269 (no. 1225).
642
Arslan, Şâfiî’nin Kur’an Okumaları, s. 266-267.
643
Şâfiî, Risâle, 323. (no. 1817).
Dostları ilə paylaş: |