132
bulunmayan bir konuda böyle bir illetin benzerini bulduğumuz zaman onun haram
veya helal olduğuna hükmederiz; çünkü o, helal ve haram hükmünün sebebidir.
kincisi
: Bir şeyin iki şeye benzediğini görürsek ve bunlardan birisinin ona daha çok
benzerlik gösterdiğine dair bir şey bulamazsak, o şeyi benzerlik yönünden bu
ş
eylerin en uygun olanına kıyas ederiz”
623
. Bu arada Şâfiî, kıyası, kıyas-ı mana ve
kıyas-ı şebeh olarak iki kısımda değerlendirmiştir
624
.
Ş
âfiî’nin bu tanımına göre kıyas, Kur’an ve sünnet nasslarındaki ipuçlarına
dayanarak ve benzerlik ilkesinden hareketle hüküm vermekten ibarettir. Dolayısıyla
o, burada da nass anlayışından hareket etmekte, ictihad ve kıyas bağlamında
yapılacak yorum ve değerlendirmelerin de buna dayanmasına özen göstermektedir.
Çünkü ona göre kıyasın dayanmak durumunda olduğu şey müşahhas olmalıdır. Zira
ictihad yoluyla bir “şey” aranmaktadır. Aranan şey ise ancak bir müşahhas şey
üzerinde olur; işte o müşahhas olan kendisinin kastedildiği bir delâletle yahut
müşahhas bir şeye teşbihle elde edilmeye çalışılır. Kitap ve sünnetin verdiği haber,
müctehidin isabet kastıyla manasını araştırdığı müşahhas şey olmaktadır
625
. “Caiz
olan kıyas, ancak hakkında hadîs olmayan bir hususu, o konuda bağlayıcı olan bir
hadîse teşbih etmektir”
626
sözü de bunu teyid etmektedir.
Kısacası ona göre mevcut olmaları halinde, Kitab ve sünnet iki asıldır.
Ş
ayet mevcut değilseler, bu durumda onların üzerine kıyas yapılır, bu ikisi dışında
herhangi bir şeye kıyas yapılamaz
627
. Şâfiî, kıyasın bu iki asıl üzere yapılmasının
nedenini ise Kur’an’da Allah’a ve Peygamber’e itaatın emredilmesine bağlamaktadır.
Dolayısıyla ona göre bu iki asıl yani Kitab ve sünnet üzerinde ictihad eden kimse
gerektiği şekilde hareket etmiş, Kitab ve sünnetten başkası üzerine, herhangi bir
delile dayanmaksızın ictihad eden de hata etmiş olur. Meselâ ona göre kıbleyi
bilmeyen bir kimse, gerekli delil ve işaretlere dayanmaksızın kendi reyine göre
623
Şâfiî, Risâle, 22. (no. 122-125), 54. (no.266), 276. (no. 1481); Kıyası temellendirmesi için bkz.
Ş
âfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 494-495. Şâfiî, kıyas için ayrıca stidlâl kelimesini de
kullanmaktadır. Şâfiî, Risâle, 12-13. (no. 65-70); Krş, Şâfiî, er-Risâle, thk. A. Muhammed
Ş
âkir, s. 23-25.
624
Şâfiî, Umm, VII. 156.
625
Şâfiî, Risâle, 274-272 (no. 1456-1460); Krş, Şâfiî, er-Risâle, thk. A. Muhammed Şâkir, s. 503-
505.
626
Şâfiî, Umm, V. 251. .
.
627
Şâfiî, Umm, VI. 282. .
133
hareket ederse hata etmiş olur ki Şâfiî, kitab ve sünnette bir delile dayanmadığı için
istihsanı da bu manada değerlendirmektedir
628
. Dolayısıyla Şâfiî’ye göre ictihadda
mutlaka açık bir asla/nassa dayanılmalıdır ve buradaki işaretlere kıyasla çözüme
gidilmelidir. Şâfiî’nin eserlerini nakleden talebesi er-Rabî’ b. Suleyman, üstadı
Ş
âfiî’nin bu hususta şöyle dediğini de rivâyet etmektedir: “Asla dayanmaksızın veya
asla kıyas yapmaksızın bir söz söylemen (câiz) olmaz. Asıl ise Kitab veya sünnet
veya Hz. Peygamberin bazı ashabının kavli veya insanların icmâ’ıdır”
629
. Bu nedenle
Ş
âfiî, kıyas ve icmâyı, Kitab ve sünnetten bir asla dayanması şartıyla kullanmaktadır
ve genel olarak, kendisini te’yid edecek bir Kur’an veya sünnet nassı bulunmadıkça,
hiçbir konuda ictihad etmez. Zira kıyâs onda, bu esas üzere kâimdir ve onu aklî değil,
dinî ve imânî olarak kabul etmiştir. Dolayısıyla nass yeterli olmadığında, felsefî
değil, dinî kaidelere dayalı sınırlı kıyasa başvurmuştur
630
.
Ş
âfiî, “Allah, Rasûlullah’tan sonra (başka) hiç kimseye, kendisinden önce
geçmiş ilim kaynağına dayanmaksızın fetvâ verme yetkisi tanımamıştır. Ondan
sonraki ilim kaynağı ise Kitab, sünnet, icma’, sahabîlerden intikal eden şeyler (âsâr)
ve belirttiğim gibi bunlara kıyastır”
631
sözüyle, kıyası geçmişe dayanmak suretiyle
kayıt altına alarak ve geçmişe referansı da Kur’an, sünnet ve icma ile sınırlayarak,
gerçekte geçmişteki literal muhtevaya dönmüş olmaktadır. Şâfiî’nin bu sözlerinden
hiç kimsenin nassların literal muhtevasının dışında bir şey söyleme ve hüküm verme
yetkisinin olmadığı anlaşılmaktadır. Ona göre literal muhtevanın dışında bir şey
söyleme yetkisi yalnız Hz. Peygambere mahsustur. Tabii bu arada, Hz. Peygamberin
söyledikleri zorunlu olarak literal muhtevanın bir parçası olarak kaynak olma vasfını
kazanacağı için, geçmişteki herhangi bir örneğe dayanması da gerekmemektedir
632
.
Ş
âfiî’nin nass anlayışında da değindiğimiz gibi o her şeyi nassların
yörüngesinde ele almaya büyük bir önem atfetmekteydi. O, kıyas teorisini de nass
anlayışının bir uzantısı olarak sistemine entegre etmiştir. Ona göre nasslara uymak
nasıl Allah ve Peygamber’inin emri ise nassa uyduğunda onu nass olarak, nass
628
Şâfiî, Umm, VI. 282.
629
Beyhakî, Menâkıbu’ş-Şâfiî, I. 367.
630
Usfûr, el- mâm eş-Şâfiî, s. 72, 176; Medkûr, “eş-Şâfiî, Nâsıru’l-Hadîs”, s. 52.
631
Şâfiî, Risâle, 22 (no. 120), 275 (no. 1468).
632
Taştan, “ slam Hukukunda Literalizm”, s. 147.
Dostları ilə paylaş: |