128
ilke, illet, sebep ve hikmetler de nazar-ı itibara alınarak nassların daha geniş
çerçevede ele alınmasına mı çalışılacaktır? Bu gerçekleştirilirken izlenmesi gereken
yöntem ve usûl nedir ve nelerden ibarettir? Bu hususta nassları anlamaya ve
yorumlaya çalışan özne ne kadar özgürlüğe sahiptir? Nassları yeni olaylara
uygulamanın yegane yolu kıyas mıdır yoksa başka yöntemler de devreye sokulabilir
mi? Bütün bu soruların cevabları nassların anlaşılıp yorumlanmasıyla ve ortaya çıkan
sorunların nasıl çözüleceği ile yakından ilgilidir. şte bu hususta, hakkında nass
bulunmayan konuların çözümünde izlenenilecek yöntemlerin başında ise re’y ve
kıyas gelmektedir ki bunları içine alan şemsiye kavram, ictihad kavramıdır.
Dolayısıyla bu kısımda Şâfiî’nin nassları anlama ve değerlendirmede bu kavramlara
nasıl yaklaştığının tesbiti büyük bir önemi haizdir ve onun yorum mantığı ile
doğrudan ilgilidir.
Sahabenin daha Hz. Peygamber hayattayken çeşitli vesilelerle bir şekilde,
re’y ve ictihada başvurduğunun ve bunun Hz. Peygamber tarafından onandığının
ortaya konulması, re’y ve ictihadın ümmet için meşru
604
ve gerekli bir bir yöntem
olduğunun en açık bir delilidir. Şâfiî’nin de zaman zaman delil olarak yer verdiği,
Muaz hadîsi olarak bilinen ve hüküm verirken izlenmesi gereken yolu (Kur’an,
sünnet ve ictihad/re’y) olarak ortaya koyan rivâyet bu hususta önemli bir
anekdottur
605
. Zaten bizzat Hz. Peygamber, sadece Allah’tan aldığı vahyi tebliğ ve
604
Apaydın, “Nasları Anlamada Yetki ve Yöntem Sorunu”, s. 10.
605
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 496. Ayrıca Bkz. et-Tayâlisî, Suleyman b. Davud, el-Musned,
Dâru’l-Ma’rife, Beyrût, ty., s. 76 (no. 559); bn Ebî Şeybe, Musannef, IV. 543 (no: 22988), VI.
13 (no. 29100); Dârimî, Sunen, Mukaddime 20, h. no. 170; Ebû Davud, Sunen, Akdiye 11, h.
no: 3592 (IV. 18); Tirmizî, Sunen, Ahkâm 3, h. no: 1327 (III. 616); et-Tabarânî, Suleyman b.
Ahmed, el-Mu’cemu’l-Kebîr, thk. Hamdî b. Abdulmecîd, Mektebetu’l-Ulûm ve’l-Hıkem, 1983,
h. no: 362 (XX. 170); el-Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Huseyn, es-Sunenu’l-Kubrâ, thk. M.
Abdulkâdir Atâ, Dâru’l-Bâz, Mekke, 1994, X. 114.
Muhammed Yûsuf el-Fârukî, Şâfiî’nin re’yle ictihada menfî bir yaklaşım sergileyip, ictihadı
kıyasla sınırlandırdığını ifade etmekte ve bu tesbitini teyit amacıyla da, Muâz b. Cebel’in,
Kur’an ve sünnette bir şey bulamadığında re’yi ile ictihad edeceği (
) şeklindeki sözünü,
Ş
âfiî’nin el-Umm’de ilgili rivayette re’y sözcüğünü hazfederek ve sadece ictidad ederim (
)
kısmına yer vererek naklettiğini belirtmektedir. Bkz. el-Fârukî, Muhammed Yusuf, “ shâmu’l-
mâm eş-Şâfiî fî Tatavvuri’l- ctihâd”, el- mâm eş-Şâfiî, Fakîhen ve Muctehiden (Havle’l- mâm
eş-Şâfiî htifâi bi Zikrâ Murûri snâ Aşara Karnen alâ Vefâtihi, Kuala Lumpur, Malezya, 1990),
Dâru’t-Takrîb, Beyrût, 2001, s. 438. Fârukî’nin bu tesbiti gerçeği yansıtmamaktadır. Zirâ her ne
kadar Şâfiî, btâlu’l- stihsân’da (Umm, VII. 496) re’y ifadesini hazfederek nakletmiş olsa da,
Umm’un bir başka kısmında (el- krâr ve’l- ctihâd ve’l-Hukm bi’z-Zâhir konusunda) herhangi
bir hazifde bulunmaksızın re’yimle ictihad ederim (
) şeklinde nakletmektedir. Şâfiî,
Umm. VI. 281. Şâfiî’nin, Hz. Peygamber’in re’yle ictihadı tasvip ettiği anlamındaki Muâz
129
beyan etmekle yetinmiyor, Kur’an’da yer almayan konularda vahyin maksat ve
hedefleri doğrultusunda açıklamalarda bulunuyordu. Böylece o ashabına da re’yle
ictihadın yöntemini öğretmiş oluyor, onları buna teşvik ediyordu
606
. Öte yandan Hz.
Peygamber, hayatın her alanını kuşatacak derecede ayrıntılı bir beyânda
bulunmamış
607
, insanların o anki ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde ve ancak
açıklanmasına lüzum gördüğü konularda beyanda bulunmuştur. Bu nedenle
kendisinden sonra, insanlar açıklamaya ihtiyaç duyduklarında, açıklama ve beyan
âlimlere kalmıştır
608
.
Hz. Ömer’in bırakın bulunmayan konuları, nass bulunan konularda bile
yapmış olduğu ictihadlar, nassların anlaşılmasına, maksatlarına bakılmasına ve de
olayları kuşatan şartların alınmasına dayanan re’yle ictihadda bulunmanın bir
ş
eklinden ibarettir. Dolayısıyla o, nassların kendilerinden beklenen hedeflerle, genel
yasama ruhu ve ümmetin maslahatı ile çatışmaksızın nassların nasıl uygulanması
gerektiği düşüncesinden hareketle ictihadda bulunmuştur
609
. Muellefe-i kulûba
zekâttan pay vermemesi, Irak arazisinin taksimi, kıtlık yılında zekât toplamayıp,
erteletmesi, yine kıtlık yılında hırsızlık cezasını tatbik etmemesi, ehl-i kitab
kadınlarla evlenmeyi yasaklaması onun bu düşünceden hareketle yaptığı ictihadlara
birer örnektir
610
. Gerçekte slam dini, Allah’ın kıyamete kadar geçerli kıldığı yegane
din ise, bunun her çağda ve mekanda geçerli olabilmesi, ancak akla ve düşünme
ameliyesine dayanan ictihadla mümkündür. Bu nedenle slâm hukukunun
dinamikliği büyük ölçüde ictihat kurumunun aktif olarak işlemesine bağlıdır.
Ş
evkânî’nin ifadesiyle Yüce Allah teklîf ehline, i’tibâr, istinbât ve ictihâdı
emretmiştir
611
.
hadisini nakletmekle beraber re’ye karşı çıkmasından onun tümden reye menfî yaklaşmadığını,
onun esasında sınırsız bir reye (istihsan gibi) karşı çıktığı ve ictihadı/reyi kıyasla sınırlayarak
sınırlı bir reyden yana olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Schacht da Şâfiî’nin re’y ve
istihsanı aynı anlamda kullandığını belirtmektedir. Bkz. Schacht, The Origins, s. 121.
606
Hudarî, slâm Hukuk Tarihi, s. 208; Duraynî, el-Menâhicu’l-Usûliyye, s. 4.
607
Fazlurrahman, Metodoloji Sorunu, s. 26; Guraya, Sünnetin Niteliği, s. 42.
608
Şelebî, el-Fıkhu’l- slâmî, s. 127.
609
Duraynî, el-Menâhicu’l-Usûliyye, s. 7.
610
Bu hususta bkz. Şelebî, Ta’lîlu’l-Ahkâm, s. 62-63; Karaman, ctihad, s. 97; Erdoğan, Ahkamın
Değişmesi, s. 156, 157, 234-235.
611
eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali, rşâdu’l-Fuhûl, Dâru’l-Fikr, ty., s. 172.
Dostları ilə paylaş: |