138
Ancak, Şâfiî’nin ictihadı kıyasla sınırlamasının da mutlaka bir anlamı
olmalıdır. Onun gibi müctehid bir hukukçunun ictihad gibi bir yöntemi kıyasla
sınırlayan bir söyleme sahip olması, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Bu
konuda yapılan araştırmalara göre, Şâfiî’den önceki ekoller, kıyası daha serbest bir
ş
ekilde kullanmışlar ve kullandıkları bu kıyas tarzı da nasslardan ziyade re’ye daha
yakın bir özellikte vücut bulmuştur. Şâfiî’nin dar ve sınırlı kıyas anlayışı, ilk hukuk
ekollerinin hukuku serbestçe yorumlamalarına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Şâfiî,
kendisinden önce varolan ve yaygın olan bu akımı, iki şekilde sınırlamak istemiştir.
lk olarak Hz. Peygamberden gelen hadîslere/rivâyetlere bağlanma konusunda
özellikle ve sık sık vurgu yapmış, ikinci olarak da re’yin serbestçe kullanımına karşı
çıkarak kıyasın alanını daraltmıştır
656
. Oysa Şâfiî’den önceki bn Ebî Leylâ, Ebû
Hanife ve mam Mâlik gibi imamlar, ictihadı en geniş anlamıyla re’y olarak tatbik
etmişler, sosyal, siyasal ve ekonomik gelişmelere paralel olarak ictihadda gelişmiş ve
sonuçta kıyas, istihsan, mesâlih-i mursele ve istidlâl gibi yeni yol ve yöntemler
ortaya koymuşlardır
657
. Böylece Şâfiî, ictihad faaliyetini kıyasa eşitleyerek, büyük
ölçüde Ebû Hanîfe ve mam Malik tarafından kullanılan istihsan ve ıstıslah da dahil
re’y ictihadının alanını daraltmış, zahirîler ve bn Hazm bunlara kıyası da dahil
ederek re’y alanını tamamen kapatmış ve tüm ictihad faaliyetini istidlâl’e
indirgemiştir. Bu nedenle Şâfiî tarafından başlatılan bu süreç Davud el-Isfahânî ile
devam etmiş bn Hazm ile tamamlanmıştır
658
.
Ş
u halde Şâfiî’nin benimsediği ya da olmasını istediği kıyasın, tamamen
re’y’in serbestliğini kısıtlama nassa/metne dayanma şeklinde olduğu ifade
edilmiştir
659
. Çünkü her fırsatta nassların işlerlik kazanmasını isteyen Şâfiî’nin, kıyası
güçlü bir metod olarak ortaya koyarken tek isteği, nassların hukuktaki etki alanını
genişletmek, yeni problemleri yine nass şemsiyesi altında çözüme kavuşturmaktır
660
.
Ancak Şâfiî’nin re’ye karşı takınmış olduğu bu olumsuz tavır ve nass
bulunmadığında hukukî boşlukları doldurmada benimsediği yegane muhakeme
656
Fâruki, “al-Shafi’i’s Agreements”, s. 133; Hasan, slâm Hukukunun Doğuşu , s. 158, 213;
Apaydın, “ ctihad”, D A, XXI. 434; Bedir, Fıkıh, Mezhep ve Sünnet, s. 79.
657
el-Fârukî, “ shâm’l- mâm eş-Şâfiî”, s. 437.
658
Apaydın, “Nasları Anlamada Yetki ve Yöntem Sorunu”, s. 17.
659
Gürler, Ehl-i Hadîsin Düşünce Yapısı, s. 190.
660
Gürkan, slam Hukuk Metodolojisinin Oluşumu ve Şâfiî’nin Yeri, s. 288.
139
yöntemi olan kıyas yönteminin slam hukukunda nassların yorumlama yönteminde
metodolojik daralmayı da beraberinde getirdiğine ayrıca dikkat çekilmiştir
661
.
Ş
âfiî’nin, bu hususta ayrıca, ictihad ediyorum diyerek sünnetlerin
görmemezlikten gelineceği ve onların unutulmasına sebep olunacağı
662
şeklinde bir
kaygı taşıdığı da anlaşılmaktadır. Halbuki Şâfiî’nin bu kaygısının, bir Müslüman
alim ve fakih için geçerli olmadığı kanaatindeyiz. Zira ictihad ameliyesinde en başta
Kur’an ve sünnette mevcut hükümler ve deliller araştırılır, bunlardan çıkarılan anlam
ve ilkelerle hüküm verilmeye çalışılır. Dolayısıyla daha başlangıçta sünnetlerin
görmemezlikten gelinmesi ve saf dışı bırakılması düşünülemez. Nitekim tarihte de
bunun ciddi bir örneği yoktur.
Ş
âfiî’nin kıyas konusunda bir diğer farklı yaklaşımı da, onun ilke olarak
ş
erîatın her bir emrinin müstakil olarak ele alınması taraftarı olup, bu konuda kıyasa
muhalif bir tavır sergilemesidir. Ona göre Allah ve Resulünün birbirinden ayırdığı
farzlar ayrı ayrı ele alınır, birleştirdikleri de birleştirilir. Şeriatın her hangi bir dalı
(fer) başkasına kıyas edilemez
663
. Dolayısıyla ona göre her bir şeriat (hükmü), meşrû
kılındığı, hakkında haber gelen her şey de haberde geldiği biçimde yürürlükte kalır.
Meselâ nikâh ve alım-satım akidleri her biri ayrı birer şeriat (hükmü) olduklarından
birbirlerine kıyas edilemezler
664
. Şâfiî, sünneti sünnete kıyas etmeyiz; her birini
yürürlükte bırakma imkanı bulduğumuz sürece onları o şekilde bırakırız ve hadîsi
kıyas ya da bir başka şeyle zayıflatmayız
665
diyerek mana bakımından benzeşmekle
birlikte farklı meselelerle ilgili olan iki ayrı sünneti birbiriyle kıyas (yani birini
diğeriyle tahsis) etmez. Bu da Şâfiî’nin hadîs bulunan noktada mantıkî bir bütünlük
arama yoluna gitmediğine işaret etmektedir
666
. Bu da Şâfiî’nin daima tikel nassı esas
alan bir ictihad anlayışına sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak Şâfiî’nin her
bir cüzî nassı/tikel hükmü esas alan ictihad yönteminin başarılı ve yeterli olmadığı,
661
Kılıç, Nassların Lafzî Yorumu, s. 119. Ancak bu tesbitin bir bütün olarak slam fıkıh geleneği
için geçerli olduğunu söylemek güçtür. Çünkü kıyas dışında mana ve gaye eksenli yöntem ve
kaynaklara slam fıkıh alimlerince başvurulduğu bilinen bir husustur. Dolayısıyla bu tesibitin
Ş
afiî’den sonra kıyası da reddeden zahirî fıkıhçılar ve muhaddisler için geçerli olduğu
söylenebilir.
662
Şâfiî, Umm, VII. 388.
663
Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 74;
664
Şâfiî, Umm, V. 258.
665
Şâfiî, Umm, VII. 320. Ayrıca bkz. Şâfiî, Umm, IV. 343.
666
Özen, Aklîleşme Süreci, s. 425-426.
Dostları ilə paylaş: |