147
Ş
âfiî’nin, er-Risâle’de bir kimsenin ‘kıyasa başvurmaksızın, istihsan ile
hükmediyorum’
698
demesini caiz görür müsün? sorusuna verdiği cevap, onun
istihsanı niçin geçerli bir yöntem olarak benimsemediğini şöyle ortaya koymaktadır:
“Bence, Allah bilir ya, bu caiz olmaz, dedim. Ancak ilim adamları hüküm
verebilir, başkaları değil. Onlar da, haber bulunan konularda haber’e uyarak, haber
bulunmayan konularda ise, ona kıyas yaparak, bir şey söyleyebilirler
. Kıyası bir
tarafa bırakmak caiz olsaydı, ilim adamı olmayan aklı başında herkesin kendi
keyfince hakkında haber bulunmayan konularda istihsan ile fetva vermesi caiz
olurdu. Haber ve kıyasa dayanmaksızın görüş beyan etmek, Allah’ın Kitabı ve
Rasûlünün sünnetine dayanarak serdettiğim delillere göre caiz olmadığı gibi, bu
kıyasa göre de caiz değildir”
699
stihsan, ancak zevke göre fetva vermektir,
keyfîliktir
700
. “Haberleri (nassları) bilen ve onlara kıyas yapmaya aklı eren kimse
istihsana göre fetva vermez. Durum böyle olunca, alimin ancak doğruya delâlet eden
ş
eylere kıyas yaparak, ilmî şekilde/bilerek [
] fetva vermesi gerekir.
lmîlik/bilgi de, kesinlik ifade eden habere
]
[
dayanmakla olur
701
. Böylece ilim
adamı, daima nassa uymuş ve kıyas ile nassı araştırmış olur. Nitekim o, görünüyorsa
Kâbeye doğrudan doğruya yönelir, uzakta ise alametlerden yararlanmak suretiyle
698
Oysa istihsana başvuranlar, daha başlangıçta kıyası devre dışı bırakarak istihsana
yönelmemektedir. stihsana ancak kıyasın da çare olmadığı durumlarda başvurdukları
malumdur. şte Şafii, bu noktada onlardan ayrılmamaktadır ve kıyasın ötesine geçen istihsan gibi
yöntemleri keyfîlik olarak addetmekte ve bunun önünü kapatmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla
onun hüküm vermede genel olarak temel formülünün nasslar artı bunlara yapılan kıyasdan ibaret
olduğu anlaşılmaktadır.
699
Şâfiî, Risâle, 273 (no. 1457-1459). Şâfiî’nin istihsanı red mahiyetinde ileri sürdüğü bu tür
düşünceler, Kur’an ve sünnete dayanan ciddî argümanlar olmaktan uzak olup, bunları ancak
Ş
afiî’nin kendi düşüncesi olarak değerlendirmek gerekir. Zira istihsanı red mahiyetinde Kur’an
ve sünnette daha açık ve kesin deliller mevcut olmuş olsaydı şüphesiz bunlar istihsanı
benimseyen alim ve fakihler tarafından da mutlaka itibara alınırdı. Dolayısıyla Şafiî’nin bu
hususta polemik yaptığı izlenimi doğmaktadır.
700
Şâfiî, Risâle, 274 (no. 1464); Şâfiî, er-Risâle, thk. A. Muhammed Şâkir, s. 507.
Ş
âfiî’nin kıyas dışında istihsana göre hüküm vermeyi keyfîlik olarak nitelendirmesi, ilmî bir
tavırdan ziyade, onun kuşkucu tavrından kaynaklandığını söylemek mümkündür. Halbûkî
istihsan yöntemini kullanan alimlerin, buna pekâlâ slâmî hassasiyetlerine binaen başvurdukları
da söylenebilir. Zira kanaatimize göre, istihsanla verilen hükümler gözden geçirildiğinde,
bunların keyfilikten uzak, dinin temel amaçlarına, adâlete ve hakkaniyete uygun hükümler
olduğu görülecektir.
701
Daha önce de değindiğimiz gibi, Şâfiî’ye göre, sünneti oluşturan âhâd haberlerin delâleti zannî
değil, kat’îdir.
148
ictihad yaparak, Kâbe cihetine döner”
702
. Şu halde Şâfiî’ye göre bağlayıcı bir delil
olmaksızın bir konuda hüküm ve fetva vermek caiz değildir. Ona göre bağlayıcı
deliller ise, Kitab, sünnet, ilim ehlinin ihtilâf etmeksizin söylediği (icmâ), veya
bunların bir kısmına kıyasdır. şte istihsan bağlayıcı bir niteliğe veya buna benzer bir
manaya sahip olmadığı için onunla hüküm ve fetva vermek caiz değildir
703
.
Ş
âfiî’nin istihsanı reddetmesinin, onun ilim anlayışıyla da yakın ilgisi söz
konusudur. Bir kimsenin ancak ve ancak bilgiyle (Kitap, sünnet ve icmâ) görüş
beyan etmesi gerektiğini ifade ederek, kıyası reddedip, hatıra gelen, duyu ve hislerin
güzel gördüğü zanlara dayanarak bir yorumda bulunamayacağını belirtmektedir
704
.
Yine O, Hz. Peygamber dışındakilerin ancak istidlâl yoluyla bir söz
söyleyebileceğini ifade ederek, istihsanı istidlâlin karşıtı olarak değerlendirmekte ve
kişinin geçmişte bir örneğe dayanmaksızın kendisi tarafından ortaya atmış olduğu bir
ş
ey olarak tanımlamaktadır
705
. Şu halde Şâfiî, müctehidlerin ictihad yani yorum
yapma alanını oldukça daraltmaktadır. Nitekim buna Şâfiî’nin muhatabı da dikkat
çekmiştir
706
Ayrıca Şâfiî bu hususta “ nsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı
sanıyor?”
707
âyetini de delil olarak sunmakta ve ayette geçen “
” kelimesine
yüklediği anlam ve yorum dikkat çekmektedir. Bunun, emre ve nehye muhatab
olmayan kimse anlamında olduğunu belirtmektedir
708
. Bu anlamdan hareketle de
‘Peygamber’den başka herkesin ancak istidlâl (nassa dayanmak) suretiyle bir şey
söyleyebileceği’ yorumunu yapmakta ve böylece istihsanın iptalini, Kur’an nassı ile
temellendirmeye çalışmaktadır
709
. Şu halde Şâfiî’ye göre, Hz. Peygamber dışında, hiç
kimse dilediğini söyleyemez. Ancak istidlâl yoluyla, yani bir vahiy veya vahyin
702
Şâfiî, Risâle, 274 (no. 1465-1466).
703
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 492; Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 25-26.
704
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 496- 497. Halbuki, istihsana göre hüküm veren bir âlimin, Şâfiî’nin
anladığı manada, hatırına geldiği, zihninde belirdiği, duyu ve hislerinin güzel gördüğü zannına
binaen hüküm verdiğini söylemek güçtür. Bu bakımdan bu tür nitelemeleri, istihsan yöntemiyle
bağdaştırmak mümkün değildir.
705
Şâfiî, Risâle, 13-14 (no. 70); Krş, Şâfiî, er-Risâle, thk. A. Muhammed Şâkir, s. 25; Şâfiî,
Cimâu’l- lm, s. 25-26. Şâfiî’nin kasteddiği şekilde, istihsan kişinin kendisi tarafından ortaya
attığı bir şey olmayıp, bilakis burada slam’ın ana esaslarına dayanılmaktadır.
706
Şâfiî, Cimâu’l- lm, s. 26.
707
75. Kıyâme, 36.
708
Âyetin benzer anlamda tefsiri için bkz. Taberî, Tefsîr, XXIX. 200-201. Oysa âyette insanın iman
ve teklîf yönünden sorumlu tutulduğu vurgulanmakta olup, kanaatimizce istihsanın reddi için
delil olmaktan uzaktır.
709
Şâfiî, Risâle, 14. (no. 70).
Dostları ilə paylaş: |