107
nasıl bir problem, keyfîlik nasıl bir risk ise, aynı şekilde zahiri anlama bağlanmayı
ş
art gören tutum ve yaklaşımın da bir problem olduğunu gözden kaçırmaktadır.
Bir âlimin bazen iki farklı zaman ve meseledeki yaklaşım ve tavrı farklılık
arzedebilmektedir. Bazen lafzı harfî anlamıyla sınırlandırmaya meyleder. Başka bir
zaman ise bir takım karineler bulduğunda lafzın harfî anlamını aşar ve kastolunan
anlamı bulmaya yönelir
498
. Her ne kadar gerçekte bu yaklaşım tavrı, bir tutarsızlıktan
ibaret olsa da, aynı durumun Şâfiî için de geçerli olduğunu söylememiz mümkündür.
Dolayısıyla zahirî bir tavır sergilemesine ve kendisinde zahirî yaklaşımın baskın
olmasına rağmen, Şafîî’yi bir bütün olarak katı zahirî/lafzî bir yaklaşım içinde
değerlendirmek tamamen doğru gözükmemektedir. Onun zahirilik/lafızcılık
konusundaki yeri ve önemi, bu konuda önceki müctehidlere göre farklı bir tutuma
sahip olması, açıkcası nasslara öncelikle zahir ve batın şeklinde yaklaşarak bunu
temel bir ilke olarak ortaya koymaya ve sistemli hale getirmeye çalışması ve böylece
nassları değerlendirmede, kendi zahirî yöntemini daha ileri noktalara götüren
yaklaşımların ortaya çıkışına zemin hazırlamasıdır.
V- ŞÂF Î’N N LAFZA BAĞLI HADÎS YORUMUNDA
ETK L OLAN BAZI TEMEL FAKTÖRLER
Ş
âfiî’nin lafza bağlı bir yaklaşım sergilemesinde onun bazı konularda
ortaya koyduğu düşünce ve yaklaşımlarının da etkili olduğu görülmektedir.
Dolayısıyla onun bu husustaki yaklaşımları, onun teoride nasıl lafza bağlı bir
yorumda ısrar ettiğini ve bunu vurgulamaya çalıştığını ortaya koymakta olup,
bunları, onun lafza bağlı yorum yönteminde etkili birer faktör olarak değerlendirmek
mümkündür. Şu halde, bu hususta tesbit edebildiğimiz bazı temel faktörlere
değinmenin, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı kanaatindeyiz.
A- Şâfiî’nin Nass Anlayışı
slam fıkhında nass kavramının sistemleşerek yerleşmesi konusunda
Ş
âfiî’nin yeri ve çabalarına özellikle dikkat çeken Ahmed Hasan’dır. Ona göre, nass
498
Abdulmecîd, el- tticâhâtu’l-Fıkhıyye, s. 336.
108
terimini ilk kullanan âlim, aynı zamanda Şâfiî’nin de hocalarından olan mam
Muhammed eş-Şeybânî (189/804)’dir. Ondan önceki âlimler bu terimi
kullanmamışlar, onun yerine genellikle Kitap veya sünnet terimlerini kullanmışlardır.
Ş
âfiî ise, nass kavramı ile, Kur’an ve sünnette ifade edilen ‘açık metne bağlı delili’
kastetmiş olup bu kavram ve düşünce, ilk ekoller için az veya çok yeni bir
kavramdır
499
. Zira Şâfiî’nin zamanında Medînelilerin ve Iraklıların görüş açıları
sürekli bir gelişim içerisindeydi. Daha sonraları hukukî teknik anlamlar yüklenecek
olan kavramlar henüz son şekillerini almamışlardı. Bu nedenle usûlde bir düzenin
oturtulması Şâfiî’den sonra başarılmıştır
500
. Böylece ıstılahtaki kullanımına binaen
nass kavramıyla, Kur’an veya hadîsde yer alan belirli bir mesele ile ilgili olan metne
bağlı sabit açık bir hüküm ifade edilegelmiştir
501
.
Ş
u halde Şâfiî’yle birlikte nass kavramı ve anlayışının daha da yerleştiğini,
bundan böyle Kur’an ve sünnet metinleri için tereddütsüz nass ifadesinin
kullanılmaya başlanıldığını söylememiz mümkündür. Zira Şâfiî’nin eserlerinde,
Kur’an âyetleriyle birlikte sünnet ve hadîs metinlerinin de birer nass olarak
değerlendirildiğini açıkça görebilmekteyiz. Ona göre, Hz. Peygamberin sünneti de
Kur’an gibi bağlayıcı bir nassdır. Meselâ Hz. Peygamberin “Kâtil için mirastan bir
ş
ey yoktur”
502
hadîsini bağlayıcı bir nass olarak değerlendirmektedir. Dolayısıyla ona
göre Hz. Peygamberin sünnetleri, hakkında Allah’ın nassı bulunan ve bulunmayan
konularda Kur’an gibi (bağlayıcı) bir nassdır
503
. Dolayısıyla onun bu ifadesinden
499
Hasan, slâm Hukukunun Doğuşu, s. 142-145. Ayrıca Ahmed Hasan Şâfiî’nin nass kavramını
gerçekte re’yin zıddı re’ye bir tepki olarak kullandığını ifade ederek, nass kavramının reyin zıddı
anlamında kullanımının Şâfiî’den kısa bir süre önce, hadisçiler arasında gelişmiş olması
gerektiği ve Şâfiî’nin bunu bir hukuk esası olarak kabul ettiği kanaatinde olduğunu
belirtmektedir. A.mlf, age, s. 143.
500
Fâruki, “al-Shafi’i’s Agreements”, s. 131.
501
Hasan, A.g.e., s. 142. Ayrıca bir usûl-i fıkıh terimi olarak, manaya açık bir şekilde delâlet eden
ve kendisinden çıkarılan hüküm, sözün asıl sevk sebebini teşkil eden, bununla beraber te’vîl ve
tahsîs ihtimaline de açık bulunan lafızlara “nass” denilmektedir. Şa’bân, slâm Hukuk lminin
Esasları, s. 315. “Şunu belirtmek gerekir ki, sonraki fıkıh usûlü çalışmalarında “nass”,
ibâretu’n-nass, işâretu’n-nass, delâletu’n-nass ve iktizâu’n-nass şeklinde dört guruba ayrılmıştır.
Ayrıca, metnin manasının açıklık derecesini göstermek için, sonraki hukukçular dört derece
ortaya koymuşlardır: Zâhir, nass, müfesser, muhkem. Bunlar Şâfiî’nin eserlerinde mevcut
değildir ve açıkça nass fikrinde meydana gelen daha sonraki bir gelişmedir”. Hasan, A.g.e. s.
144 (dipnot 331).
502
Şâfiî, Risâle, 103 (no. 477); Mâlik, Muvatta, Ukûl 17, h. no: 10 (II. 867); bn Mâce, Sunen,
Diyât 14, h. no: 2645- 2646 (II. 883-884). Ahmed b. Hanbel, Musned, I. 49.
503
Şâfiî, Risâle, 104 (no. 479); Krş, Şâfiî, er-Risâle, thk. A. Muhammed Şâkir, s. 173.
Dostları ilə paylaş: |