29 Y
AŞAYAN
S
OSYALİZM
“Açıktır ki, sınıfları tam olarak ortadan kaldırmak için sömürücüleri, toprak sa-
hipleri ile kapitalistleri alaşağı etmek yetmez.
Onların mülkiyet haklarını orta-
dan kaldırmak yetmez. Ayrıca üretim araçları üzerindeki tüm özel mülkiyeti
kaldırmak, kent ile kır arasındaki ayrımı ve kol emekçileri ile kafa emekçileri
arasındaki ayrımı da kaldırmak gerekir. Bu çok uzun bir zaman süresi ister.”
13
(abç)”
SBKP 26. Kongre Raporu, “sınıfsız toplumun ağırlıkla olgun sosyalizmin tarihsel çerçevesi
içinde biçimleneceğini varsayabiliriz” derken, acaba sınıfsız toplum ile türdeş toplum “ayrı-
mından” mı yola çıkıyor? Hayır, raporun anlayışı doğru olarak sınıfsız toplum ile türdeş toplu-
mun aynı olduğu yönündedir. Bir kez, raporda bu cümlenin geçtiği yerin öncesinde kafa ve kol
emeği arasındaki ve kırla kent arasındaki farkların giderek yok olduğundan söz ediliyor. Biraz
ilerde “sınıf farklarını yok etmede yeni görevler” altında sayılan görevler de yine sınıfsız top-
lumla türdeş toplumun aynı kavramlar olarak ele alındığını kanıtlamaktadır. Bu “doğru” anlayı-
şın ne anlama geldiğine ise ileride değineceğiz.”
S
INIFSIZ
T
OPLUM
N
E
D
EMEKTİR
?
Az gelişmiş bir ülkede, Çarlık toprakları üzerinde kurulan sosyalizm tüm aksak ve eksik yanla-
rına karşın, bir kez, var olabilmesiyle büyük başarıdır. Sonra, en çetin koşullarla boğuşarak
Sovyetler Birliği’ni dünyada bugünkü yerine ulaştırmasıyla büyük başarıdır. Sosyalizmin orada
neler yaptığını göstermek herhalde sosyalizme de, Sovyet işçisine de en gerçek övgüdür. Sov-
yetlerin gelişmesini abartmak ise ona yarar değil zarar veriyor. Bu zararı en iyi ileri kapitalist
ülkeler işçi sınıfı üzerinde görüyoruz. Sovyetler Birliği’ni, eksiğiyle-aksağıyla ama nereden
başladığını koyarak az gelişmiş bir ülkede kurulan somut bir sosyalizm olarak ele almak yerine
teorideki model olarak göstermek, hele sınıfsız topluma (yani “dünyadaki cennete”) iyice yak-
laştığından dem vurmak, bu ülkeler işçi sınıflarını komünizmden soğutuyor. Varılacak yer buy-
sa istemem dedirtiyor. Bu nedenle, sınıfsız toplum-komünizmin nasıl bir gelişme aşaması oldu-
ğunu anlamak önemlidir.
Sınıfsız toplum-komünizmin tanımlanmasında üç kaynağa başvuracağız.
Marks, Kapital’de komünizmi şöyle anlatıyor:
“Kapitalizm, bir yandan baskının ve toplumsal gelişmenin (maddi ve entelektüel
avantajları dâhil) toplumun bir bölümünün sırtından öteki bölümünce tekel altı-
na alınmasının kalktığı bir aşamaya yol açar. Öte yandan daha yüksek bir top-
lum biçiminde bu artık-emeğin genel olarak maddi emeğe daha az zaman har-
canmasını sağlayıcı biçimde yürütülmesini olanaklı kılacak maddi araçları ve
embriyonik koşulları yaratır. Çünkü emek üretkenliğinin gelişmesine bağlı ola-
rak, artık-emek, kısa bir toplam işgününde büyük, uzun bir toplam işgününde
göreceli olarak az olabilir. Gerekli emek zamanı üç ise ve artık emek de 3 ise,
toplam işgünü altı demektir ve artık-emek oranı yüzde 100’dür. Gerekli emek
dokuz ise ve artık-emek de üç ise, toplam işgünü on iki demektir ve artık-emek
oranı sadece yüzde 33,5 kadardır. Demek ki belirli bir zaman içinde, dolayısıyla
belirli bir artık-emek zamanı içinde de, ne kadar kullanım değeri üretileceği
emek üretkenliğine bağlıdır. Toplumun gerçek zenginliği ve yeniden üretim sü-
recinin sürekli genişlemesi olanağı, artık-emek süresine değil, onun üretkenliği-
13
Lenin, c.29, s.241.
S
OVYET
T
OPLUMUNUN
T
OPLUMSAL
-S
İYASAL
G
ELİŞİMİ
30
ne ve içinde yürütüldüğü az çok bereketli üretim koşullarına bağlı bir şeydir. As-
lında, özgürlük alanı zorunluluğun ve basit hesapların belirlediği emeğin bittiği
yerde başlar. Böylelikle eşyanın doğası gereği, fiili maddi üretim alanının dı-
şında yatar. Vahşi insan, gereksinimlerini karşılamak, yaşamı sürdürmek ve ye-
niden üretmek için Doğa ile nasıl boğuşuyorduysa, uygar insan da bunu yapmak
zorundadır. Hem de her toplumsal formasyonda, olabilecek her üretim biçimin-
de. Kendi gelişmesiyle birlikte, genişleyen gereksinimleri sonucunda bu fiziksel
zorunluluk alanı da genişler. Ama aynı zamanda gereksinimlerini karşılayan
üretim güçleri de artar. Bu alanda özgürlük ancak toplumsallaşmış insanın, bir-
leşik üreticilerin Doğa ile karşılıklı alışverişlerini rasyonel bir biçimde düzenle-
melerinden, Doğa’nın kör güçlerince hükmedilmeleri yerine, onu ortak denetim-
leri altına sokmalarından, bunu da en az enerjiyi harcayarak ve insanın doğasına
en uygun, en layık koşullarda sağlamalarından ibarettir. Ancak bu yine de bir
zorunluluk alanıdır. İşte bunun ötesinde, kendi içinde bir amaç olarak insan
enerjisinin gelişmesi, gerçek özgürlük alanı başlar. Bu ise ancak zorunluluk
alanı temelinde yeşerebilir. İşgününün kısalması bunun temel ön koşuludur.”
14
(abç)”
Marks ve Engels Komünist Manifesto’da (2. bölüm) şunları söylüyorlar:
“Gelişme süreci içinde sınıf farklılıkları yok olduğu ve tüm üretim bütün halkın
dev birliğinin elinde yoğunlaştığı zaman, kamu iktidarı siyasal niteliğini yitire-
cektir. Gerçek anlamıyla siyasal iktidar, bir sınıfın bir ötekini ezmek için örgütlü
gücünden başka bir şey değildir. Burjuvaziyle olan kapışması içinde proletarya,
koşulların zorlamasıyla kendini sınıf olarak örgütlemek, devrim yoluyla kendini
egemen sınıf haline getirmek ve böylelikle eski üretim koşullarını zor yoluyla
silip atmak zorunda kalmışsa, bu demektir ki eski koşullarla birlikte sınıf anta-
gonizmalarının ve genel olarak sınıfların var olmasının koşullarını da silip at-
mış, böylelikle bir sınıf olarak kendi üstünlüğünü de kaldırmış olacaktır.
“Sınıflarıyla, sınıf antagonizmalarıyla, eski burjuva toplumunun yerini, tek tek
herkesin özgür gelişmesinin, tüm toplumun özgür gelişmesinin koşulu olduğu
bir birlik almış olacaktır.” (abç)
Yine Marks, Gotha Programının Eleştirisi’ndeki ünlü cümlelerde şöyle söylüyor:
“Komünist toplumun yüksek aşamasında, bireylerin işbölümü altında köleleşti-
rilmesinin ve dolayısıyla kafa ile kol emeği arasındaki çelişkinin de yok olma-
sından sonra, emeğin salt bir yaşam aracı olmaktan çıkıp yaşamın temel gerekli-
liği olmasından sonra, bireyin çok yönlü gelişmesiyle üretici güçler de arttıktan
ve kolektif zenginliğin pınarları daha bol akar olduktan sonra - ancak o zaman
burjuva hakkın dar çevreni tam olarak geride bırakılabilecek ve toplum flamala-
rına şu sözleri yazabilecektir: Herkesten yeteneği kadar, herkese gereksinimi
kadar!” (abç)
Komünizmin ilk aşamasında (ki buna sosyalizm diyoruz) “herkese çalışması kadar”, yüksek
aşamasında (ki buna da komünizm diyoruz) “herkese gereksinimi kadar”. Bunlar, bu iki geliş-
me aşamasının egemen işleyiş ilkelerinin belgileşmiş biçimidir. Komünizmi “herkese gereksi-
nimi kadar” belgisinin sözcük anlamları içinde anlamaya ve tanımlamaya kalkışmak ise çok
yanlış olur. Herhalde, Stalin’den bu yana tüm Sovyet liderleri derece derece bu yanlışı yapıyor-
14
Marks, Kapital, c.3, böl.48.