lanmak isteyebilir -fakat asla bunun ne kadar doğal bir şey olduğunu
düşünerek ve yerel alternatifleri bir kalemde geçerek değil.
12
Ortodoks bilime
ait usûl ve sonuçlara oranla bu yaklaşımdan sökün eden yeni bilgi biçimleri
hem daha az sığdır hem de modern dünyanın ihtiyaçlarına daha iyi cevap
vermektedir.
13
12. Bu usûlün de diğer usûller gibi istisnaları vardır. Geniş bir alanda patlak vermiş ve hızla
yayılan bir hastalık, bu acil durumla nasıl başa çıkılacağını bildiğini düşünen ve elinde gücü olan
bir kesimin süratli ve tiranca müdahalesini gerekli kılabilir. Ben bu gibi durumların birer istisna
olarak değerlendirilmesi gerektiği görüşündeyim. Mümkün olduğunca mesele üzerinde yerel
müzakereler, görüşmeler düzenlenmeli ve tehlike uzaklaştığında tekrar eski şekle dönülmelidir.
Müdahale gerektirebilecek diğer durumlar zulüm ve kitle katliamlarıdır. Ama muhtemel kurtarıcılar
ancak kendi katı inanç ve kanaatlerine göre davranabileceklerini ve çabaları boşa çıktığında ya da
işleri daha da sarpa sardırmayla sonuçlandığında ya da gelecek kuşakların vicdanında mahkum
edildiklerinde birtakım “nesnel” değerlere sığınarak kendilerini kurtaramayacaklarını bilmelidirler.
Truman’ın Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atma kararını bir kısmımız, Auschwitz'i ise
hepimiz mahkum ederiz; bunun nedeni bizim cennetlik insanlar olmamız falan değil sadece
“böyle” düşünüyor olmamızdır.
13.
Science in a Free Society de (Londra 1978, s.29) (Özgür Bir Toplumda Bilim, çev. Ahmet Kardam,
Ayrıntı Y., 1991) metinde tarif edilen türde bir alışverişi “açık alışveriş" diye adlandırdım. “. . . bir
konuda kollektif karar vermenin en azından iki değişik yolu vardır”, diye yazmışım, “ben bunları
sırasıyla güdümlü alışveriş ve açık alışveriş olarak adlandıracağım. Birincisinde taraflardan bazıları
ya da hepsi iyice kesinleşmiş bir geleneği benimserler ve ancak kendi standartlarına uygun düşen
yanıtları kabul ederler. . . Akılcı tartışma güdümlü alışverişin özel bir biçimidir. . . Açık alışverişi ise
pragmatik bir felsefe yönlendirir. Tarafların benimsedikleri gelenek başlangıçta kesinleşmemiştir,
alışveriş ilerledikçe gelişir. Katılımcılar biribirlerinin düşünce ve duygu biçimlerine öylesine nüfuz
ederler ki kendi fikirleri, algılamaları, dünya görüşleri tümüyle değişebilir -yeni ve değişik bir
geleneğe katılan farklı insanlar haline gelirler. Açık alışveriş, karşı taraf ister bir kişi isterse koskoca
bir kültür olsun, ona saygı gösterir; oysa akılcı alışveriş ancak bir akılcı tartışma çerçevesinde karşı
tarafa saygı sözü verir. Açık alışverişin ilke ve kurallarını belirleyen bir sistemi yoktur, ama böyle bir
sistem yaratabilir; bir mantığı yoktur, ama akışı içerisinde yeni mantık biçimleri ortaya çıkabilir."
Bazı nesnelci felsefeciler şimdiden böyle bir bakış açısına oldukça yakın bir noktaya geldiler.
Örneğin Habermas (
Habermas, Autonomy and Solidarity, P. Dews, der., Londra 1986), “belirli tarihsel
koşullar altında belirli bir toplum tipi için uygun adil kurumlar” tasarlamaya çalışan bir felsefecinin
yurttaşlar arasına katılması ve “ta başından beri paylaşılagelmiş bir geleneğin ufku içerisinde ha-
reket etmesi" gerektiğini kabul ediyor. Yine (s.160) “ahlâk felsefecisi bellibaşlı soruların [ahlâki
söylemle ilgili] cevabını katılımcılara bırakmalı ... ya da normatif teorideki bilişsel iddialar daha
başından itibaren katılımcının rolüne uyarlanmış olmalıdır.” Ancak Habermas hâlâ, ahlâki bakış
açısının kültürler arası tesadüfi, geçici örtüşmelerden daha öte “evrensel bir çekirdeği” olduğuna,
bunun “değer şüpheciliği ve değer göreciliğinin eleştirisiyle” (s. 161) ortaya çı-
Bu anlattıklarımız tam da değerlerin yalnızca bilginin
uygulanmasında
etkili olmadığını, aynı zamanda
bizzat bilginin
özsel öğeleri arasında yer
aldığını görmemizi sağlıyor. İnsanlar, insanların huylan, alışkanlıkları,
kendine özgü yanlan ve ön- yargılan hakkında bildiklerimizin çoğunu,
toplumsal gelenek ve görenekler ile bireysel tercihler tarafından
şekillendirilmiş (insanlar arasındaki) çeşitli etkileşim biçimlerinden elde
ederiz; bu bilgi “öznel” ve “göreli”dir. Bu bilgi insanlar ile deneysel
olarak düzenlenmiş şeyler -(psikolojik testler; genetik araştırmalar; kav-
rayış gücü teorileri) arasında yaşanan bir etkileşim sonucu edindiğimiz
“biigr’den daha sağlıklıdır. Çünkü kişisel temasları aşındırmak yerine
besler, güçlendirir. Şüphesiz niceliksel, deneysel bilginin rakipsiz
göründüğü birtakım alanlar vardır (maddelerin kullanım ve nitelikleri ile
uğraşan bilim dalı gibi). Fakat bu Takipsizlik, bu zafer bir “nesnel gerçek”
değildir (askeri bir zafer gibi o da savaşa katılan taraflann amaçlan
açısından bir zaferdir; örneğimizde amaç, Batı uygarlığının belirli bir
aşamasında tanımlandığı şekliyle teknolojik gelişmedir); olması mukadder
doğal bir şey değildir (zafer kazanılmak zorundadır -peşinen muhakkak
kabul edilemez- ve ondan fayda göreceği düşünülenler tarafından
değerlendirilmek durumundadır)'
4
; başansı başka "alanlara
yaygmlaştınlamaz (deneylerin fiziğin kimi bölümlerinde gelişmeye yol
açmış olması onların psikolojide, fiziğin öteki bölümlerinde ya da farklı
dönemlerinde nasıl bir rol oynayacağına dair hiçbir şey söylemez);
zamanla değişir (maddeler hakkındaki niteliksel bilginin teknolojik
etkinlik ve içerik açısından niceliksel bilgiyi çok çok gerilerde bıraktığı
zamanlar olmuştur -bkz. Dipnot 38, 39 ve ilgili metin); ve en etkili bilgiler
dahi, eğer onları edinme yolları temel toplumsal değerlerde rahatsızlık ya
karı labileceğine inanıyor. Söylemeye bile gerek yok ki bu inancın sömürgecilik,
kalkınma ya da silahlı müdahale çevresinde dönen pratik tartışmalara hiçbir etkisi
olmayacaktır -öyleyse onu, yarattığı iç felsefi çekişmelerin felsefecileri daha asli
sorunlara müdahale etmekten alıkoyacak kadar büyük olmasını dileyerek, kendi
haline bırakabiliriz.
14. Bilimsel standartlara uygun müzik aletleri ya da mekanlar ses olarak çoğu kez
müzikseverlere müthiş rahatsız edici gelmiş ve kulağı tırmalamayan bir müzik elde
etmek için zanaatkârlar tarafından ıslah edilmeleri gerekmiştir. Bugün, şüphesiz,
bizzat teknolojik ses bir üstünlük kıstası haline gelmiştir.
Dostları ilə paylaş: |