Daha da liberal bir tepki, C, farklı alanlar (kültürler) arasında fikir ve
tutum alışverişini teşvik eder, fakat onları bulunulan alanda (kültürde)
hüküm süren yasalara tâbi kılar. Örneğin tıp alanından bazı araştırmacılar
Batı dışındaki tıbbi bilgi ve tedavi şekillerinin faydalı olduğunu teslim
ederler, ama ardından da bu tür şeylerin aslında bilimsel araçlarla
keşfedilmiş olduğunu ve onların yardımıyla doğrulanması gerektiğini
eklemeyi de ihmal etmez ve başka bir bağımsız makam tanımazlar.
Son olarak yelpazenin en “soP’undaki tepkiye göre,
D,
en temel
varsayımlarımız,, en sağlam inançlarımız ve en nihai argümanlarımız bile,
ilk bakışta su katılmadık bir deli saçması gibi görünen bir şeyle yapılacak
bir mukayeseden değişerek çıkabilir -daha da geliştirilebilir, etkisini
kaybedebilir ya da tümüyle anlamsız olduğu görülebilir.
diklerini gösteriyor. Bohr tehlikenin büyüklüğünün farkındaydı ama tam da bu büyüklüğünden
dolayı daha büyük, dünya ölçekli bir politik açıklığa yol açabileceği ihtimalini de (Rhodes buna
“bombanın tamamlayıcılığı" diyor) gözden ırak tutmuyordu. Bugün birçok bilimadamı nükleer
silahlardan arınma yönünde aktif bir çaba içinde. Fakat araştırmayı yumuşama sürecinin önüne
koyan bilimadamları da var. Örneğin Lawrence Livermore Ulusal Laboratuvarı müdürü
(Bulletin
of the Atomic Scienticist [Kasım 1985, s.13] içinde yeniden yayımlanmış, Kongre’ye yazdığı bir
mektupta) atom bombası denemelerinin bütünüyle yasaklanmasına karşr çıkarak, “silah
tasarım uzmanlarının, teorik düşüncelerini deneylerle test edemeyecekleri için, yürütülen silah
programını bir bir terk edeceklerine" işaret ediyor: bilimadamlarınm bu bilim oyununu en
katıksız ve en etkili bir şekilde sürdürme ihtiyacı, barış ve hayatın devamı gibi sorunları
hükümsüz kılar. Yıldız Sa- vaşları’na yapılan itirazlara da aynı şekilde, insan bilgisinin artması
gerektiği hatırlatılarak cevap verildi. Livermore Laboratuvarı’nda Yıldız Savaşları’yla uğraşan
özel grup “topluma uyum sağlayamamış öfkeli, bedbaht parlak gençler”den oluşur. "Tüm
zaman ve enerjilerini bilime ayırmışlardır. Onun dışında ne kadın ne de başka bir şeyle
ilgilenirler. Çok çok özel (far-out) teknik sorunlar üzerinde yoğunlaşmışlardır...” (Hugh de
Witt'ten aktaran W. Broad,
Star Warriors, New York 1985, s.25). Batı uygarlığı şimdi bir bütün
halinde, yeri geldiğinde etik çıkışları “safdil” ya da “bilim-dışı” çıkışlar gibi göstererek, etkinliği el
üstünde tutuyor. Bu uygarlıkla “Auschwitz ruhu” arasında birçok benzerlik var. Ancak burdan
(Ashis Nandi’nin M.N. Roy anısına 1980’de düzenlenen konferansta yaptığı gibi - kısaltılmış bir
biçimi “The Pathology of Objectivity” adıyla
The Ecologist 1981’de yayımlandı) bu uygarlığın tüm
önemli niteliklerinin patolojik olduğu sonucuna varmayacağım. Bunun statükonun ağır topları
tarafından olur olmaz kullanılan “akıldışı” ya da “bilimsel temelden yoksun” suçlamasından
daha aydınlatıcı bir saptama olmadığı kesin, daha zekice olduğunu söylemek ise epeyce zor
görünüyor. Batı uygarlığı (ve bu vesileyle Auschwitz) insan hayatının mümkün birçok dı-
şavurumlarından bir tanesidir ve yarattığı sorunları ona sövüp sayarak çözemeyiz.
A, B, C, D (ve daha başka tepkiler) insan soyunun tarihinde önemli
bir rol oynadılar; özgürlük, hoşgörü ve akılcılığın kaderi, ayrılmaz bir
şekilde, nüfuz sahibi grupların ve bir bütün olarak kültürlerin söz
konusu çeşitliliğe (fikirler, âdetler, gelenekler, tutumlar arasındaki
çeşitliliğe) ve dolayısıyla Rl'e nasıl bir çözüm getirdiklerine bağlıdır.
Bu ve bir sonraki kesimde sadece
bilim
ve bilime dayalı gelişmeler
cephesinden yükseltilen iddiaları inceleyeceğim. “Bilim” ile
kastettiğim çoğu bilimadamımn ve geniş bir bölümüyle okumuş
yazmış çevrelerin anladığı anlamda teorik ve uygulamalı doğa ve
toplum bilimleridir: nesnellik amacı güden, sonuçlarını gözleme
(deneye) ve zorunluluk yüklü gerekçelere dayandıran, sağlam bir
şekilde tanımlanmış ve mantıksal olarak kabul edilebilir kurallar
rehberliğinde yürütülen bir araştırma olarak bilim. Aşağıda
göstermeye çalışacağım şey, bilim ve bilime dayalı teknolojilerin (IQ
testleri, bilimsel tıp ve tarım, işlevsel mimarlık ve benzerleri) diğer
tüm girişimleri hükümsüz kıldığı iddiasının ne değerler, ne olgular, ne
de yöntemler açısından savunulacağıdır.
Değerlerden
söz etmek insanın varmak istediği ya da varmak
gerektiğini düşündüğü hayat şeklini tanımlarken kullandığı biraz
dolambaçlı bir yoldur. İnsanlar hayatlarını çok farklı şekillerde
düzenlerler. Bir kültürde son derece normal gelen birtakım
hareketlerin diğerinde ayıplanıp reddedilmesi beklenmedik bir şey
değildir. Örneğin (Christina von Weizsacker’den dinlediğim yaşanmış
bir olay), bir hekim Orta Afrika’da bir kabile üyesi olan hastasının
rahatsızlığının yerini tam olarak saptamak için bir röntgen filmi almak
ister. Hasta kabul etmez, hekime bu işi başka bir yöntemle yapmasını
söyler: “benim içimde neler olup bittiği hiç kimseyi ilgilendirmez”.
Buyrun size bilme ve bilgiden hareketle hastayı mümkün en etkili
yoldan tedavi etme arzusu ile kişinin vücudunun mahremiyet ve
bütünlüğünü koruma arzusu arasında bir anlaşmazlık. Değerler üzerine
tartışmak bu türden anlaşmazlıkları ortaya dökmek ve çözmek
demektir.
Hastanın arzusu makul bir arzu mudur? Vücudun bütünlük ve
mahremiyetine değer veren ve aklıselim sahibi herkesten bu değerler
çerçevesinde davranmasını bekleyen bir topluluk için evet.
3
Dostları ilə paylaş: |